Milliyet Okur Temsilcisi gazetesine patladı! Haber, sorulara yanıt verir, soru sormaz!
Milliyet okur temsilcisi Belma Akçura, gazetesinde yer alan bir haberin ayrıntılarını açığa çıkarmak yerine, haberdeki en ilgisiz ayrıntıyı büyüten gazetesini çok sert eleştirdi.
"Haber dediğimiz şey, sorulara yanıt vermek içindir. Soru sormak için değil!" diyen Akçura, bakın köşesinde o haberi nasıl eleştirdi.
5 Ağustos 2015... Gece saat 12.30 suları... Oto galeri sahibi Yahya Tellioğlu adlı şahıs, Bakırköy D-100 karayoluna çıkan yan yolda, aracıyla seyir halindeyken başka bir araçta bulunan kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısına uğrayarak öldürüldü. 14 kurşunun isabet ettiği otomobilde bulunan ancak kimliği açıklanmayan bir başka şahıs da yaralı olarak kurtuldu. Polis saldırının alacak verecek kavgası sonucu oluşan bir husumetten kaynaklanabileceği ihtimali üzerinde duruyor.
BU HABERİN HANGİ UNSURU ÖNE ÇIKARTILIR?
Haber bu. Ancak olayın kendisi tam olarak bu mudur bilmiyoruz. Bir gazeteci olarak siz bu olayı haberleştirirken neyi öne çıkartırsınız? Kurşun yağmuruna tutulmuş arabayı mı? Şahısların kimliğini mi? Yoksa cinayetin sebeplerini mi? Peki, olayın bağlantılarını ve sonrasında yaşanan gelişmeleri araştırır mısınız ?
Milliyet söz konusu haberin devamını getirmediği gibi, olayda arabanın markasını öne çıkartarak, "Lüks araca kurşun yağmuru" başlığını atması da okurlarımızın dikkatinden kaçmadı... Milliyet okuru Bayram Ekinci "Haberinizde bir kişi ölmüş, bir kişi yaralı ama siz aracın markasıyla ilgilisiniz. Arabanın lüks olmasının ne gibi bir önemi var? 'Lüks araç' ifadesiyle yaratılmak istenen algı nedir? Cinayet cinayettir, bir cinayetin sosyal sınıfı mı vardır ki böyle bir başlığa ihtiyaç duyuyorsunuz..." diye soruyor.
ARACIN MARKASI MI ÖNEMLİ ÖLDÜRÜLEN KİŞİ Mİ?
Okurumuz haklı. Hiçbir cinayetin gerekçesi olamayacağı gibi, sosyal sınıfı da olmaz. Ancak söz konusu haberle ilgili sadece arabanın markasını araştıran meslektaşlarıma şunu da hatırlatmak isterim...
Türkiye'nin karanlık tarihi bize çoğu kez küçük bir trafik kazasının ya da husumet gibi görünen bir cinayetin arkasında çok daha büyük olaylar ve ilişkiler yattığını göstermiştir. Hatırlarsanız; 'Susurluk çetesi' dediğimiz, devlet içinde yasa dışı bir örgütlenme, 3 Kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk ilçesinde basit bir trafik kazasıyla ortaya çıkmıştı. Kaza sonrasında derin devletin bütün kirli çamaşırları ortaya dökülmüş, kazada ölenlerin kimlikleri; katliamlarla anılan eski ülkücülerden özel time, iş adamından mafyaya, siyasilerden askere kadar uzanmıştı... Bunları ancak bir gazeteci kimliğinizle araştırdığınız zaman ortaya çıkarabilirsiniz?
Böyle bir cinayet haberinde de yığınla soru sorabilirsiniz? Asıl hedef kimdi? Araba seyir halindeyken kurşunlandıysa arabada neden tek bir çizik bile yoktu... O halde önüne çıkan başka bir araç tarafından durdurulmuş olamaz mı? Eğer öyleyse ölen ve yaralanan şahsın, cinayeti işleyenleri tanıma ihtimalleri olabilir mi? Arabaya 14 kurşun sıkıldıysa öldürülen ve yaralanan kişilere kaç kurşun isabet etmiş? Eğer aracı kullanan kişiye değil, yanındakine daha çok kurşun sıkılmış ise bu onun asıl hedef olduğunu gösterir mi? Araçta görgü şahidi olabilecek başka bir kişi daha var mıydı? Daha da önemlisi öldürülen ve yaralanan şahsın sicili araştırıldı mı? Haklarında herhangi bir olaydan dolayı arama var mı? Öldürülen şahsa daha öncede bir saldırı olayı gerçekleşmiş midir?
GAZETECİ SORULARA YANIT VERMELİ
Bu sorular bizi başka bir yere daha götürür. Bir cinayet dosyasını incelerken son dönemlerde benzer mafya cinayetleri ile aralarında bir bağlantı olup olmadığına... Ekonomik rant, ölen ve öldürenlerin kimlikleri, mafya hesaplaşmalarının boyutunu da ortaya çıkartmak içindir. Kısa bir süre önce, uyuşturucu dünyasından 'Kimyasal Ali' lakaplı Ali Ekber Akgün'ün, İstanbul İstinye'de arabasında infaz edilmesi, Nişantaşı'nda Vedat Şahin'in kurşun yağmuruna tutularak öldürülmesi gibi... Bir başka soru 90'lı yıllarda başımıza bela olan mafya yoksa geri mi dönüyor? Bütün bu sorulara 'lüks arabaların içerisinde yapılan infazların' yarattığı algı diyelim...
Elbette basit bir husumet olabilir ama araştırmadan hiçbir şeyden emin olamazsınız... Dolayısıyla haber dediğimiz şey, sorulara yanıt vermek içindir. Soru sormak için değil!
5 Ağustos 2015... Gece saat 12.30 suları... Oto galeri sahibi Yahya Tellioğlu adlı şahıs, Bakırköy D-100 karayoluna çıkan yan yolda, aracıyla seyir halindeyken başka bir araçta bulunan kimliği belirsiz kişi ya da kişilerin silahlı saldırısına uğrayarak öldürüldü. 14 kurşunun isabet ettiği otomobilde bulunan ancak kimliği açıklanmayan bir başka şahıs da yaralı olarak kurtuldu. Polis saldırının alacak verecek kavgası sonucu oluşan bir husumetten kaynaklanabileceği ihtimali üzerinde duruyor.
BU HABERİN HANGİ UNSURU ÖNE ÇIKARTILIR?
Haber bu. Ancak olayın kendisi tam olarak bu mudur bilmiyoruz. Bir gazeteci olarak siz bu olayı haberleştirirken neyi öne çıkartırsınız? Kurşun yağmuruna tutulmuş arabayı mı? Şahısların kimliğini mi? Yoksa cinayetin sebeplerini mi? Peki, olayın bağlantılarını ve sonrasında yaşanan gelişmeleri araştırır mısınız ?
Milliyet söz konusu haberin devamını getirmediği gibi, olayda arabanın markasını öne çıkartarak, "Lüks araca kurşun yağmuru" başlığını atması da okurlarımızın dikkatinden kaçmadı... Milliyet okuru Bayram Ekinci "Haberinizde bir kişi ölmüş, bir kişi yaralı ama siz aracın markasıyla ilgilisiniz. Arabanın lüks olmasının ne gibi bir önemi var? 'Lüks araç' ifadesiyle yaratılmak istenen algı nedir? Cinayet cinayettir, bir cinayetin sosyal sınıfı mı vardır ki böyle bir başlığa ihtiyaç duyuyorsunuz..." diye soruyor.
ARACIN MARKASI MI ÖNEMLİ ÖLDÜRÜLEN KİŞİ Mİ?
Okurumuz haklı. Hiçbir cinayetin gerekçesi olamayacağı gibi, sosyal sınıfı da olmaz. Ancak söz konusu haberle ilgili sadece arabanın markasını araştıran meslektaşlarıma şunu da hatırlatmak isterim...
Türkiye'nin karanlık tarihi bize çoğu kez küçük bir trafik kazasının ya da husumet gibi görünen bir cinayetin arkasında çok daha büyük olaylar ve ilişkiler yattığını göstermiştir. Hatırlarsanız; 'Susurluk çetesi' dediğimiz, devlet içinde yasa dışı bir örgütlenme, 3 Kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk ilçesinde basit bir trafik kazasıyla ortaya çıkmıştı. Kaza sonrasında derin devletin bütün kirli çamaşırları ortaya dökülmüş, kazada ölenlerin kimlikleri; katliamlarla anılan eski ülkücülerden özel time, iş adamından mafyaya, siyasilerden askere kadar uzanmıştı... Bunları ancak bir gazeteci kimliğinizle araştırdığınız zaman ortaya çıkarabilirsiniz?
Böyle bir cinayet haberinde de yığınla soru sorabilirsiniz? Asıl hedef kimdi? Araba seyir halindeyken kurşunlandıysa arabada neden tek bir çizik bile yoktu... O halde önüne çıkan başka bir araç tarafından durdurulmuş olamaz mı? Eğer öyleyse ölen ve yaralanan şahsın, cinayeti işleyenleri tanıma ihtimalleri olabilir mi? Arabaya 14 kurşun sıkıldıysa öldürülen ve yaralanan kişilere kaç kurşun isabet etmiş? Eğer aracı kullanan kişiye değil, yanındakine daha çok kurşun sıkılmış ise bu onun asıl hedef olduğunu gösterir mi? Araçta görgü şahidi olabilecek başka bir kişi daha var mıydı? Daha da önemlisi öldürülen ve yaralanan şahsın sicili araştırıldı mı? Haklarında herhangi bir olaydan dolayı arama var mı? Öldürülen şahsa daha öncede bir saldırı olayı gerçekleşmiş midir?
GAZETECİ SORULARA YANIT VERMELİ
Bu sorular bizi başka bir yere daha götürür. Bir cinayet dosyasını incelerken son dönemlerde benzer mafya cinayetleri ile aralarında bir bağlantı olup olmadığına... Ekonomik rant, ölen ve öldürenlerin kimlikleri, mafya hesaplaşmalarının boyutunu da ortaya çıkartmak içindir. Kısa bir süre önce, uyuşturucu dünyasından 'Kimyasal Ali' lakaplı Ali Ekber Akgün'ün, İstanbul İstinye'de arabasında infaz edilmesi, Nişantaşı'nda Vedat Şahin'in kurşun yağmuruna tutularak öldürülmesi gibi... Bir başka soru 90'lı yıllarda başımıza bela olan mafya yoksa geri mi dönüyor? Bütün bu sorulara 'lüks arabaların içerisinde yapılan infazların' yarattığı algı diyelim...
Elbette basit bir husumet olabilir ama araştırmadan hiçbir şeyden emin olamazsınız... Dolayısıyla haber dediğimiz şey, sorulara yanıt vermek içindir. Soru sormak için değil!