MEMLEKET BU HALDEYKEN SİNEMA YAZARLIĞI YAPILMAZ Kİ!

Başbakanın sözleri güne damgasını vurdu. Yazarımız Murat Tolga Şen gündemi kendi penceresinden yorumluyor.

Ben bir sinema yazarıyım, aynı zamanda TV eleştirileri de kaleme alıyorum. İşimi yıllardır büyük bir keyif ve heyecanla yapıyorum ancak şunu da biliyorum ki, birden ortadan yok olsam, bir daha hiç yazmasam çoğunuzun haberi bile olmaz. Biz çok önemli meseleleri yazan çizen insanlar değiliz, yaşamın keyif kısmının takipçileri, anlatıcılarıyız.

Bizim yazdıklarımızın okunması için sizin keyfinizin yerinde olması gerekir. Keyfiniz yerinde olacak ki sevdiğiniz insanları alıp sinemalara, tiyatrolara gideceksiniz, çayınızı, kahvenizi alıp televizyonun başına geçip sevdiğiniz diziyi takip edeceksiniz ve sonra da bizim yazdıklarımızı okuyarak gecenizi mühürleyeceksiniz.

Bunları niye, nasıl yaptığımızı yazmaya gerek var mı? Yok. Ancak bir süredir memleketin keyfi öyle bir kaçtı/kaçırılıyor ki, ne ben de yazmaya ne de siz de okumaya derman kalmadı.

Daha açık ifade edeyim. Birkaç zamandan bu yana “ne olacak bu Türk sinemasının hali, diziler 60 dakika olacak mı?” diye dert etmeyi bıraktım, kendi telaşıma düştüm. 40 yıldır bu ülkede özgür yaşayan biri olarak aynı şekilde yetiştirmek istediğim oğlumun geleceğinden hiç bu kadar endişe etmemiştim.

Başbakanın birbirinden sert, hasmane ve hedef gösteren açıklamaları beni ve ailemin yaşam tarzını hedef alıyor. Daha bugün “Kimsenin içtiğine, yediğine karışmıyoruz” deyip ardından ekliyor “İçecekseniz alın evinizde için!”

Daha nasıl karışacaktın ki?

Yetmedi mi, yetmiyor mu? Biz de halk değil miyiz, hasım mıyız, düşman mıyız? Bizim için dahi her şeyin iyisini siz mi biliyorsunuz sadece? Neden kendi insanlarınıza itlaf edilmesi gereken sokak köpekleri muamelesi yapıyorsunuz?

Neden halkınızla hiçbir şeyi müzakere etmiyorsunuz?

Emek sinemasını yıktınız! Olduğu gibi koruyabilir, esaslı bir tadilattan sonra halkınıza armağan edebilirdiniz. Neden yapmadınız?

Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları kesiyorsunuz? İstiklalden çıkınca orada nefes alıyordu insanlar. Orayı harika bir mesire alanına çevirebilirdiniz. Arap turistler Cevahir’e kadar yorulmasın diye oraya paragöz bir AVM daha açmanın ne gereği vardı, kendi halkınızdan bir kişi çıkıp da “buraya da AVM isteriz” dedi mi?

Neden üretici firmanın en büyük alıcısı olduğunuzu ispat etmek istercesine insanlarınızı biber gazına boğuyorsunuz?

Neden Sulukule’de fakir insanları “size ev vereceğiz” diye kandırıp iyice borçlandırdınız?

Neden Alkol tüketimi yerlerde sürünen bir ülkede içki içmeyi seven az sayıdaki insan hiç içemesin diye kanun üzerine kanun çıkardınız?

Halkınızı asla ikna edemediğiniz bir savaşa sokmak için atmadığınız takla kalmadı. Destek verdiğiniz şeriatçı milisler kendi halkınızı havaya uçurdu.

Daha bir sürü şey var kafamı kurcalayan ama en ağırıma gideni en sona sakladım. "İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber de dinin emrettiğinin neden reddedilmesi gerekiyor" dedi bugün Başbakan. 1928 sonrası ilk kez bir Başbakan dinden kaynaklanan yasaların önceliğini vurguladı. Erbakan bile böyle bir şey dememişti.

Hem o iki ayyaş dediği kim ki? Ülkenin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’den bahsediyor gibi geldi herkese… Eğer öyleyse bu nasıl bir halkçılık?

Bizim dindarlığımızın bekçisi ne AKP ne de Başbakan… Ayrıca aklı, vicdanı olan önce ‘ayyaşların’ çıkardığı yasalarla yönetilen batıya sonra da dinin emrettiğinden başka bir şey bilmeyen doğuya bakar. Baktığında da göreceği şu olur; ayyaşlar “ülke nasıl yönetilir” biliyor!

MURAT TOLGA ŞEN /