MEHMET YILMAZ SIFIRCI HOCA'YA BÖYLE VEDA ETTİ; NE ŞAHANE BİR ADAMDIN!
Hürriyet yazarı Mehmet Y.Yılmaz bir zamanlar öğrencisi olduğu Kurthan Fişek'in ölümü üzerine yazdı.
Prof. Dr. Kurthan Fişek dün yaşamını yitirdi. Türkiye, çok değerli bir bilim insanını ve gazeteciyi yitirdi, Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz ise "en yakın dostlarımdan birini kaybettim" diye yazdı.
Bir zamanlar öğrencisi olduğu ve daha sonra Genel Yayın Yönetmenliğini de yaptığı Kurthan Fişek için "Sıfırcı Hoca'nın not defteri" isimli bir de köşe açan Yılmaz o günleri gazetesinde okurlarıyla paylaştı.
İşte Mehmet Y. Yılmaz'ın "Sıfırcı Hoca" Kurthan Fişek'e vedası:
GÖZLÜKLÜ, BIYIKLI, DEV GİBİ BİR ADAM
"İsmini çok duyduğum Kurthan Hoca’yı tanıdığımda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciydim.
Şimdi hangisi olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum ama ya şubat sınavlarının kaldırılması için yapılan bir boykot sırasındaydı ya da şubat sınavlarına girmediğimiz için aldığımız “0”ların not ortalamasına dahil edilmesini protesto için yapılan bir okul içi gösteri sırasındaydı.
Bağırıp çağırarak kalabalık bir grup halinde dekanlık katına çıktığımızı ve epeyce gürültü koparıp dekan ile görüşmek istediğimizi hatırlıyorum.
Derken oradaki kapılardan biri açıldı ve içeriden gözlüklü, bıyıklı, dev gibi bir adam dışarı çıktı. Bir yandan da kavga etmeye hazırlanır gibi gömleğinin kollarını sıvıyordu. Bize “Çıkın dışarı” diye bağırdığını da hatırlıyorum.
O tarihlerde böyle çıkışlara pek pabuç bırakılmazdı ama Kurthan Hoca’nın yeri başkaydı, alt kata inip sessizce dağıldık.
İnsanın yitirdiği bir dostunun arkasından anılara sığınması kaçınılmaz oluyor. Okuyucunun anlayışla karşılayacağını umuyorum, çünkü bunlar paylaşılan ortak bir geçmişin özel anları. Ama bu anılar aynı zamanda Kurthan Hoca portresinin ayrılmaz parçaları da.
Onu yakından tanıyanların kolayca anlayabilecekleri gibi öyle bir “insan” olmasaydı, böyle bir “akademisyen ve hoca” da olamayacaktı.
Kurthan Hoca ile onun deyimiyle “fakir ama mutlu olduğumuz yıllarda” birlikte çok çalıştık, çok güldük ve doğal olarak çok içtik!
Önce Yankı dergisinde başlayan ahbaplığımız, Gelişim Yayınları’nda Erkekçe, Bilim dergisi ve Sarı Dizi’de çalışırken gelişti ve sonra birlikte Hürriyet’e transfer olduk.
Playmen, Tempo, Aktüel gibi dergileri birlikte yayına hazırladık. Bitmek bilmeyen bir çalışma gücüne sahip olduğunun altını çizmeliyim.
ÇALIŞKANLIKTAN DEĞİL TEMBELLİKTEN
Birçok kişi onun bir oturuşta üç yazı çevirip dört yazıyı yeniden yazmasına bakar ve “Ne çalışkan adam” diye düşünürdü.
Ben ise bunun “çalışkanlıktan” değil, tam tersine “tembellikten” kaynaklandığını bilirdim.
İşleri bir an önce bitirip ayaklarımızı uzatıp, bir şeyler içerek tembel gevezelikleri etmek isteği buna yol açardı.
Editör olarak en çok onun yazdıklarını okumayı severdim. Çünkü bir tek harf hatası bile yapmaz, cümle düşüklüklerine meydan vermez, mesele neyse onu açıklıkla anlatabilirdi.
O zamanlar daktilo kullanırdık. On parmak yazdığı daktiloda bir tapaj hatası yapsa sayfanın en sonunda bile olsa onu kalem ile düzeltmez, sayfayı yırtar atar ve yeniden yazardı.
SIFIRCI HOCA İSMİ BU KÖŞEDEN GELİYOR
Aktüel’i yayınlarken ona bir haftalık olayları değerlendireceği dört sayfalık bir bölüm ayırmıştım.
O bölümdeki köşeciklerden birinin adını da şöyle koymuştum: “Sıfırcı Hoca’nın Not Defteri”.
Bir hafta içinde medyada öne çıkan politikacı, futbolcu, sanatçılara notlar verir, yanına da bir cümlelik esprili açıklamalar yapardı. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Erdal İnönü, Bülent Ecevit şu notu sıkça okurlardı: “Otur, sıfır!”
Sonra bu notları, Hürriyet’te bu yazının bulunduğu yerde yayımlanan “Bir Günün Hikâyesi” isimli köşesine de taşımıştı. “Sıfırcı Hoca” lakabı bundan ileri geliyor, yoksa öğrenci dostu bir üniversite hocasıydı. (...)
MEHMET AĞAR KURTARDI
Bir de “ölümden döndüğümüz” bir an var.
12 Eylül’den sonra 1402’lik olmuş, üniversiteden atılmıştı, artık günlerimiz hep birlikte geçiyordu.
Ankara’da Atatürk Spor Salonu’nda Fenerbahçe–Galatasaray basketbol maçı vardı, “Devlet Başkanlığı Kupası” oynanacaktı.
Cebimizde basın kartlarıyla maça girmeye çalıştık, izdihamdan kapıya bile yaklaşamadık.
Kurthan Hoca’yı Atletizm Federasyonu Başkanlığı döneminden tanıyan bir görevli bizi “sporcu girişine” yönlendirdi, oradan içeriye girdik.
O tarihlerde spor salonlarında sigara içmek serbestti. Şimdi fıkra gibi geliyor ama öyleydi!
Soyunma odalarının olduğu fuayede sigara içip gelene geçene bakıyorduk ki içeriye bir inzibat ordusu hücum etti. Meğerse Kenan Evren de izdihamdan kurtulmak için sporcu girişini tercih etmiş. Askerler herkes gibi bizi de itip kakınca Kurthan Hoca gürledi: “Kim ulan bu yaldızlı .......”
Sesi içinde mobilya, perde vs. olmayan o fuayede yankılanmaya devam etti.
Bunun doğal sonucu silahların üzerimize çevrilmesiydi ki Mehmet Ağar bizi kurtardı: “Hocama dokunmayın!”
SAĞLIĞINDA DA YAZDIM
(...) Kendime ait bir köşeye sahip olduğumdan beri tanıdığım birçok değerli insanın ardından yazı yazdım ve her seferinde de “Neden bunları sağlıklarında yazmadım ki” diye sormaktan da kendimi alamadım.
Bu kez huzurluyum. Bu köşede şimdi okuduğunuz yazının daha geniş bir versiyonunu Hocama armağan olarak yayımlanan Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi’nde de yazmıştım. Hiç olmazsa arkasından ne yazacağımı sağlığında öğrenmişti.
Allah rahmet eylesin, huzur içinde dinlensin.