Mehmet Metiner'den Karar yazarı Albayrak'a: Dost kılıklı zevat; oynanan oyunun farkındayız!
AKP milletvekili ve Star yazarı Mehmet Metiner, "Erdoğan, 'Sen kimsin?'i, 'Haddini bil'i dilinden düşürmüyor" diyen Karar yazarı Hakan Albayrak'ı isim vermeden eleştirdi.
Metiner, "Erdoğan düşmanlarının, Erdoğan üzerine boca ettikleri tüm kötülükleri Erdoğan'a mal eden bu dost kılıklı zevat şunu bilsin ki; biz, onların oyunlarının farkındayız. Utanmadan ve sıkılmadan Erdoğan'ı "bütün kötülüklerin müsebbibi" olarak gösteriyorlar" dedi.
Hakan Albayrak, 11 Eylül 2017'de yayımlanan yazısında "Erdoğan daima 'Gurur, kibir bize yakışmaz' diyor, 'tevazu ehli' olmanın gereğine işaret ediyor. Ne var ki 'Sen kimsin?'i, 'Haddini bil!'i de dilinden düşürmüyor. Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor" demişti.
Mehmet Metiner'in Star'da yayımlanan yazısı şöyle:
Erdoğan hep malum odakların hedefindeki isim oldu.
"AK Parti'siz Türkiye!" amaçlarının tutmadığını/tutmayacağını gören malum çevreler çareyi "Erdoğan'sız AK Parti!" senaryosunda aradılar.
Böylelikle AK Parti'nin başına istedikleri birini geçirip, Türkiye'yi bu kez AK Parti üzerinden diledikleri gibi yöneteceklerdi.
Birilerinin "Hem İslâmcı, hem Batı'yla uyumlu lider!" dedikleri şey, işte bu senaryonun bizim mahalleye uyarlanmış versiyonuydu.
AK Parti'nin içine çeşitli kez değişik kılıflarla hamle yaptılar.
Erdoğan'ı liderlikten uzaklaştırmak için çok ciddi ve sistematik bir algı operasyonuna giriştiler.
Oluşturmak istedikleri algı şuydu:
"Erdoğan otoriter bir lider. Giderek diktatör olmaya yöneliyor. Tek adam rejimi kurmaya çalışıyor. Batı'ya da düşman bir İslâmcı. Türkiye'yi AB mihverinden kopartmaya çalışıyor."
Bu imal edilmiş söylem ilkin Erdoğan düşmanlığıyla malul çevreler tarafından tedavüle sokuldu.
"Diktatör Erdoğan!" söylemi dilden dile dolaştırıldı.
"Tek adam rejimi!" zihinlere kazınmak istendi.
"Seni Başkan seçtirmeyeceğiz!" mottosu bu imal edilmiş "diktatörlük!" söyleminin ifadesiydi.
Gezi sürecinden başlayarak bizim mahallemizde de ilkin bu söylem kılıflanmış bir kurnazlıkla seslendirilmeye başlandı.
İlkin "Erdoğan'ın üslubu" üzerine odaklanan suret-i haktan eleştiriler başladı.
"Erdoğan'ın üslubu çok sert, dışlayıcı, kırıcı ve ötekileştirici. Erdoğan'ın dili uzlaşmacı değil, kutuplaştırıcı ve çatıştırıcı. O yüzden AK Parti'ye de ülkeye de zarar veriyor!" biçimindeki tespit görünümlü eleştiriler giderek homurtuya dönüştü.
Sadece gezi sürecinde değil, 17/25 Aralık sürecinde de Erdoğan'ı yalnız bırakanlar aslında bu süreçlerde Erdoğan'ın tasfiyesiyle sonuçlanacak operasyonun akıbetine odaklanmışlardı.
Dolayısıyla, kendilerinden kaynaklı ama medyada başkaları tarafından dile getirilen bu lidere yönelik eleştiriler onların siyaseten elini güçlendirecek nitelikte görülüyordu.
Lakin devran değişip halkın desteğiyle Erdoğan tekrar güç kazandığında şartlar değişti.
Bu kez kendileri siyaseten güçsüz düştüler.
Dahası dışarıda kaldılar.
Bu kez yitirdikleri eski iktidarlarını kazanmak için fitne kazanını kaynatmaya başladılar.
"AK Parti'nin fabrika ayarlarından koptuğu!" eleştirisine eşlik eden "Erdoğan giderek tek adama dönüştü, AK Parti'de istişare ve ortak akıl kalmadı!" söylemleri daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
"AK Parti'nin tekrar fabrika ayarlarına dönmesi!" çağrısı, aslında "Erdoğan'ın tasfiyesi"ni amaçlayan bir projeye içkindi.
Ancak bu proje, bu tarz kulağa hoş gelen bir söyleme dönüştürüldü.
AK Parti'nin liderinden kopartılarak ele geçirilmesi projesinin başarıya ulaşabileceği ihtimali bir dönem o birilerini pek memnun etti.
AB liderlerinden yapılan açıklamalar, "Hem İslâmcı, hem Batı'yla uyumlu!" anlayışın AK Parti açısından ne anlama geldiğinin aleni bir ispatıydı aslında.
AB sözcülerinin, "Muhatabımız Erdoğan değildir, olamaz!" derkenki amaçları besbelliydi.
Bu "Erdoğan'sız AK Parti!" senaryosu çok şükür boşa çıkartıldı.
Referandum sürecinde kimlerin hangi safta durduğu net bir biçimde görüldü.
Şimdi o birileri daha pervasız bir dille Erdoğan'a saldırmaya başladılar.
Sadece pervasız değil, küstah ve kaba bir dille yaptıkları eleştiriler asla iyi niyetli değil.
Erdoğan düşmanlarının, Erdoğan üzerine boca ettikleri tüm kötülükleri Erdoğan'a mal eden bu dost kılıklı zevat şunu bilsin ki; biz, onların oyunlarının farkındayız.
Utanmadan ve sıkılmadan Erdoğan'ı "bütün kötülüklerin müsebbibi" olarak gösteriyorlar.
"Adalet yürüyüşçüleri"nin dediklerini söylüyorlar!
Erdoğan'ın ülkeyi "adalet" ve "özgürlük" açısından felakete sürüklediğini, ayrıca AK Parti'yi de küçültmeye başladığını iddia ediyorlar!
Erdoğan'ın kendisine ters düşünceler açıklayan veya kendisini eleştiren herkesi "düşman/ihanetçi!" gibi gördüğünü iddia ediyorlar!
Bu cümleden olarak, kendi arkadaşlarını bile başka gazetelerde yazıyor olsalar dahi patronları üzerinde baskı kurarak attırdığını söylüyorlar!
Çare olarak önerdikleri şu:
"Erdoğan gitmeli! Yerine hem İslâmcı, hem Batı ile uyumlu biri gelmeli! Aksi takdirde 2019'da AK Parti temelli kaybeder!"
***
Kuruldukları gazete köşelerinden Erdoğan üzerinden AK Parti'nin içine hamle yapma kararı alanlar bilsinler ki bu yaptıkları asla dostlukla bağdaşmıyor.
Dostane eleştirilere sonuna kadar eyvallah, lakin liderimize yönelik bu kirli algı operasyonuna ve suçlamalara sessiz kalmayacağımızı da bilmelerini isteriz.
"Erdoğansız AK Parti!" oyununun tüm figüranları bilsinler ki hevesleri kursaklarında kalacaktır.
Hakan Albayrak ne demişti?
Hakan Albayrak'ın "AK Parti çevrelerinde yükselen tepki" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), adı üstünde, her şeyden evvel adalet için kurulmuştu.
Ne var ki bugün AK Parti iktidarında adalet fena halde yaralı.
Terörle mücadelede kantarın topuzunun kaçırıldığı, hem de çok fazlasıyla kaçırıldığı, haksız yere tutuklanan insanların haddinin hesabının olmadığı su götürmez bir gerçek.
***
Özgürlükçülük de AK Parti’nin başlıca iddiaları arasındaydı.
Ne var ki bugün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği fikirleri özgürce savunmakta ısrar edenler -AK Parti’li de olsalar- AK Parti medyasında barındırılmıyor, hatta Hürriyet gazetesinden bile kovdurulabiliyor.
Üstelik bunlar “Sırat-ı Müstakim’den sapmak”la suçlanarak ağır bir dinî vebal (!) altında bırakılıyor.
***
AK Parti’nin nüvesini teşkil eden “Yenilikçiler” yahut “Erdemliler” hareketi, Necmeddin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş hareketinde istişare / ortak akıl ilkesine saygı gösterilmemesine tepki olarak doğmuştu.
Ne var ki bugün Erdoğan’ın söylem ve eylemlerini sorgulamak, “Reis”in fikirleriyle çelişen fikirler ileri sürmek, parti ve hükümette kolayca tasfiye sebebi olabiliyor.
***
Rantiyecilik bitecekti AK Parti iktidarında. Torpilli iş adamları, şirketler, holdingler kalmayacaktı.
Ne var ki iltimas ve adam kayırmacılığa dair iddialar -AK Parti iktidarı öncesi dönemlerde olduğu gibi- ayyuka çıkmış vaziyette.
***
Erdoğan daima “Gurur, kibir bize yakışmaz” diyor, “tevazu ehli” olmanın gereğine işaret ediyor.
Ne var ki “Sen kimsin?”i, “Haddini bil!”i de dilinden düşürmüyor.
Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor.
***
Bir çelişki daha:
Erdoğan, faiz oranlarının yüksekliğinden Ali Babacan’ı sorumlu tutuyordu.
Ne var ki, Babacan ekonomi yönetiminden uzaklaştırılalı yıllar olduğu halde, faiz oranları düşmedi, bilakis daha da yükseldi.
Öte yandan, Babacan’ın bakanlığı döneminde küresel krizlere rağmen başarılı bir şekilde dengede tutulabilen ekonomi şimdi aynı başarıyla dengede tutulamıyor.
***
Ve bir çelişki daha:
Ahmet Davutoğlu, dış siyasette fazla agresif olmakla suçlanıyordu; başbakanlıktan uzaklaştırıldığında ‘Bundan sonra dostlar çoğalıp düşmanlar azalacak’ denildi.
Ne var ki tam tersi oldu bunun; dış siyaset asıl Davutoğlu’ndan sonra agresifleşti ve dostlar azalıp düşmanlar çoğaldı.
***
AK Parti’nin falanca il teşkilatının veya filanca ilçe teşkilatının bütün bunlardaki sorumluluğu, bunları sineye çekmekten ibarettir.
Hal bu iken, Erdoğan’ın AK Parti’de sorun olarak sadece teşkilatlardaki “metal yorgunluğu”nu görmesi, teşkilatlara yüklenmekten gayrı bir ‘özeleştiri’ye yanaşmaması tuhaftır.
Erdoğan, doğrudan doğruya kendi tarz-ı siyasetinden kaynaklanan asıl sorunları görmezden gele dursun (veya onları sorun olarak görmeyi reddede dursun), AK Parti çevrelerinde -hükümet mahfilleri ve hatta Beştepe dahi- bunlar yaygın olarak konuşuluyor.
‘Bidayette karşı çıktığımız şeyleri kendimiz yapar hale geldik, telin ettiğimiz kimselere benzedik’ deniliyor.
Küresel tehditlerin, uluslararası meydan okumaların, ekonomik sıkıntıların, toplumsal çalkantıların üstesinden mevcut yönetim usulü ve üslubu ile gelinemeyeceği, üstelik bu usul ve üslubun yeni problemleri davet ettiği vurgulanıyor.
Erdoğan’ın doğrularını besleyip yanlışlarının önüne geçen akil adamların, parti yönetiminden ve hükümetten bir bir uzaklaştırılması eleştiriliyor.
Eski AK Parti’ye, ortak akla, kadro hareketine duyulan özlem ifade ediliyor.
Gittikçe yükselen bir tepki var.
Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi.
***
Konuya gelecek yazılarda devam edeceğiz inşaallah.
Hakan Albayrak, 11 Eylül 2017'de yayımlanan yazısında "Erdoğan daima 'Gurur, kibir bize yakışmaz' diyor, 'tevazu ehli' olmanın gereğine işaret ediyor. Ne var ki 'Sen kimsin?'i, 'Haddini bil!'i de dilinden düşürmüyor. Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor" demişti.
Mehmet Metiner'in Star'da yayımlanan yazısı şöyle:
Erdoğan hep malum odakların hedefindeki isim oldu.
"AK Parti'siz Türkiye!" amaçlarının tutmadığını/tutmayacağını gören malum çevreler çareyi "Erdoğan'sız AK Parti!" senaryosunda aradılar.
Böylelikle AK Parti'nin başına istedikleri birini geçirip, Türkiye'yi bu kez AK Parti üzerinden diledikleri gibi yöneteceklerdi.
Birilerinin "Hem İslâmcı, hem Batı'yla uyumlu lider!" dedikleri şey, işte bu senaryonun bizim mahalleye uyarlanmış versiyonuydu.
AK Parti'nin içine çeşitli kez değişik kılıflarla hamle yaptılar.
Erdoğan'ı liderlikten uzaklaştırmak için çok ciddi ve sistematik bir algı operasyonuna giriştiler.
Oluşturmak istedikleri algı şuydu:
"Erdoğan otoriter bir lider. Giderek diktatör olmaya yöneliyor. Tek adam rejimi kurmaya çalışıyor. Batı'ya da düşman bir İslâmcı. Türkiye'yi AB mihverinden kopartmaya çalışıyor."
Bu imal edilmiş söylem ilkin Erdoğan düşmanlığıyla malul çevreler tarafından tedavüle sokuldu.
"Diktatör Erdoğan!" söylemi dilden dile dolaştırıldı.
"Tek adam rejimi!" zihinlere kazınmak istendi.
"Seni Başkan seçtirmeyeceğiz!" mottosu bu imal edilmiş "diktatörlük!" söyleminin ifadesiydi.
Gezi sürecinden başlayarak bizim mahallemizde de ilkin bu söylem kılıflanmış bir kurnazlıkla seslendirilmeye başlandı.
İlkin "Erdoğan'ın üslubu" üzerine odaklanan suret-i haktan eleştiriler başladı.
"Erdoğan'ın üslubu çok sert, dışlayıcı, kırıcı ve ötekileştirici. Erdoğan'ın dili uzlaşmacı değil, kutuplaştırıcı ve çatıştırıcı. O yüzden AK Parti'ye de ülkeye de zarar veriyor!" biçimindeki tespit görünümlü eleştiriler giderek homurtuya dönüştü.
Sadece gezi sürecinde değil, 17/25 Aralık sürecinde de Erdoğan'ı yalnız bırakanlar aslında bu süreçlerde Erdoğan'ın tasfiyesiyle sonuçlanacak operasyonun akıbetine odaklanmışlardı.
Dolayısıyla, kendilerinden kaynaklı ama medyada başkaları tarafından dile getirilen bu lidere yönelik eleştiriler onların siyaseten elini güçlendirecek nitelikte görülüyordu.
Lakin devran değişip halkın desteğiyle Erdoğan tekrar güç kazandığında şartlar değişti.
Bu kez kendileri siyaseten güçsüz düştüler.
Dahası dışarıda kaldılar.
Bu kez yitirdikleri eski iktidarlarını kazanmak için fitne kazanını kaynatmaya başladılar.
"AK Parti'nin fabrika ayarlarından koptuğu!" eleştirisine eşlik eden "Erdoğan giderek tek adama dönüştü, AK Parti'de istişare ve ortak akıl kalmadı!" söylemleri daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
"AK Parti'nin tekrar fabrika ayarlarına dönmesi!" çağrısı, aslında "Erdoğan'ın tasfiyesi"ni amaçlayan bir projeye içkindi.
Ancak bu proje, bu tarz kulağa hoş gelen bir söyleme dönüştürüldü.
AK Parti'nin liderinden kopartılarak ele geçirilmesi projesinin başarıya ulaşabileceği ihtimali bir dönem o birilerini pek memnun etti.
AB liderlerinden yapılan açıklamalar, "Hem İslâmcı, hem Batı'yla uyumlu!" anlayışın AK Parti açısından ne anlama geldiğinin aleni bir ispatıydı aslında.
AB sözcülerinin, "Muhatabımız Erdoğan değildir, olamaz!" derkenki amaçları besbelliydi.
Bu "Erdoğan'sız AK Parti!" senaryosu çok şükür boşa çıkartıldı.
Referandum sürecinde kimlerin hangi safta durduğu net bir biçimde görüldü.
Şimdi o birileri daha pervasız bir dille Erdoğan'a saldırmaya başladılar.
Sadece pervasız değil, küstah ve kaba bir dille yaptıkları eleştiriler asla iyi niyetli değil.
Erdoğan düşmanlarının, Erdoğan üzerine boca ettikleri tüm kötülükleri Erdoğan'a mal eden bu dost kılıklı zevat şunu bilsin ki; biz, onların oyunlarının farkındayız.
Utanmadan ve sıkılmadan Erdoğan'ı "bütün kötülüklerin müsebbibi" olarak gösteriyorlar.
"Adalet yürüyüşçüleri"nin dediklerini söylüyorlar!
Erdoğan'ın ülkeyi "adalet" ve "özgürlük" açısından felakete sürüklediğini, ayrıca AK Parti'yi de küçültmeye başladığını iddia ediyorlar!
Erdoğan'ın kendisine ters düşünceler açıklayan veya kendisini eleştiren herkesi "düşman/ihanetçi!" gibi gördüğünü iddia ediyorlar!
Bu cümleden olarak, kendi arkadaşlarını bile başka gazetelerde yazıyor olsalar dahi patronları üzerinde baskı kurarak attırdığını söylüyorlar!
Çare olarak önerdikleri şu:
"Erdoğan gitmeli! Yerine hem İslâmcı, hem Batı ile uyumlu biri gelmeli! Aksi takdirde 2019'da AK Parti temelli kaybeder!"
***
Kuruldukları gazete köşelerinden Erdoğan üzerinden AK Parti'nin içine hamle yapma kararı alanlar bilsinler ki bu yaptıkları asla dostlukla bağdaşmıyor.
Dostane eleştirilere sonuna kadar eyvallah, lakin liderimize yönelik bu kirli algı operasyonuna ve suçlamalara sessiz kalmayacağımızı da bilmelerini isteriz.
"Erdoğansız AK Parti!" oyununun tüm figüranları bilsinler ki hevesleri kursaklarında kalacaktır.
Hakan Albayrak ne demişti?
Hakan Albayrak'ın "AK Parti çevrelerinde yükselen tepki" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), adı üstünde, her şeyden evvel adalet için kurulmuştu.
Ne var ki bugün AK Parti iktidarında adalet fena halde yaralı.
Terörle mücadelede kantarın topuzunun kaçırıldığı, hem de çok fazlasıyla kaçırıldığı, haksız yere tutuklanan insanların haddinin hesabının olmadığı su götürmez bir gerçek.
***
Özgürlükçülük de AK Parti’nin başlıca iddiaları arasındaydı.
Ne var ki bugün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği fikirleri özgürce savunmakta ısrar edenler -AK Parti’li de olsalar- AK Parti medyasında barındırılmıyor, hatta Hürriyet gazetesinden bile kovdurulabiliyor.
Üstelik bunlar “Sırat-ı Müstakim’den sapmak”la suçlanarak ağır bir dinî vebal (!) altında bırakılıyor.
***
AK Parti’nin nüvesini teşkil eden “Yenilikçiler” yahut “Erdemliler” hareketi, Necmeddin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş hareketinde istişare / ortak akıl ilkesine saygı gösterilmemesine tepki olarak doğmuştu.
Ne var ki bugün Erdoğan’ın söylem ve eylemlerini sorgulamak, “Reis”in fikirleriyle çelişen fikirler ileri sürmek, parti ve hükümette kolayca tasfiye sebebi olabiliyor.
***
Rantiyecilik bitecekti AK Parti iktidarında. Torpilli iş adamları, şirketler, holdingler kalmayacaktı.
Ne var ki iltimas ve adam kayırmacılığa dair iddialar -AK Parti iktidarı öncesi dönemlerde olduğu gibi- ayyuka çıkmış vaziyette.
***
Erdoğan daima “Gurur, kibir bize yakışmaz” diyor, “tevazu ehli” olmanın gereğine işaret ediyor.
Ne var ki “Sen kimsin?”i, “Haddini bil!”i de dilinden düşürmüyor.
Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor.
***
Bir çelişki daha:
Erdoğan, faiz oranlarının yüksekliğinden Ali Babacan’ı sorumlu tutuyordu.
Ne var ki, Babacan ekonomi yönetiminden uzaklaştırılalı yıllar olduğu halde, faiz oranları düşmedi, bilakis daha da yükseldi.
Öte yandan, Babacan’ın bakanlığı döneminde küresel krizlere rağmen başarılı bir şekilde dengede tutulabilen ekonomi şimdi aynı başarıyla dengede tutulamıyor.
***
Ve bir çelişki daha:
Ahmet Davutoğlu, dış siyasette fazla agresif olmakla suçlanıyordu; başbakanlıktan uzaklaştırıldığında ‘Bundan sonra dostlar çoğalıp düşmanlar azalacak’ denildi.
Ne var ki tam tersi oldu bunun; dış siyaset asıl Davutoğlu’ndan sonra agresifleşti ve dostlar azalıp düşmanlar çoğaldı.
***
AK Parti’nin falanca il teşkilatının veya filanca ilçe teşkilatının bütün bunlardaki sorumluluğu, bunları sineye çekmekten ibarettir.
Hal bu iken, Erdoğan’ın AK Parti’de sorun olarak sadece teşkilatlardaki “metal yorgunluğu”nu görmesi, teşkilatlara yüklenmekten gayrı bir ‘özeleştiri’ye yanaşmaması tuhaftır.
Erdoğan, doğrudan doğruya kendi tarz-ı siyasetinden kaynaklanan asıl sorunları görmezden gele dursun (veya onları sorun olarak görmeyi reddede dursun), AK Parti çevrelerinde -hükümet mahfilleri ve hatta Beştepe dahi- bunlar yaygın olarak konuşuluyor.
‘Bidayette karşı çıktığımız şeyleri kendimiz yapar hale geldik, telin ettiğimiz kimselere benzedik’ deniliyor.
Küresel tehditlerin, uluslararası meydan okumaların, ekonomik sıkıntıların, toplumsal çalkantıların üstesinden mevcut yönetim usulü ve üslubu ile gelinemeyeceği, üstelik bu usul ve üslubun yeni problemleri davet ettiği vurgulanıyor.
Erdoğan’ın doğrularını besleyip yanlışlarının önüne geçen akil adamların, parti yönetiminden ve hükümetten bir bir uzaklaştırılması eleştiriliyor.
Eski AK Parti’ye, ortak akla, kadro hareketine duyulan özlem ifade ediliyor.
Gittikçe yükselen bir tepki var.
Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi.
***
Konuya gelecek yazılarda devam edeceğiz inşaallah.