MEHMET EMİN KARAMEHMET'E HAPİS KARARI REHA MUHTAR'I NASIL İSYAN ETTİRDİ?

Reha Muhtar Aydın Doğan ve Mehmet Emin Karamehmet'in yaşadığı zor günleri ve uygulanan cezaları gazetedeki köşesine taşıdı.


Dört milyar liranın üzerinde vergi cezası Aydın Doğan'a kesildiğinde içim cız etmişti...


Sekiz yüz milyon da bir süre önce kesilmişti... Biliyordum ki, herkes "Bu bir vergi cezası" dese de, ne Aydın Doğan ne de çevresi "bunu salt bir vergi cezası olarak algılamayacaktı..."


5 milyar liraya yakın faizsiz ceza dünyada kolay ödenmeyecek bir cezadır...


Bir medya patronuna dünyada kolay kolay hiçbir milyarder iş adamının ödeyemeyeceği bir cezayı kesmek vicdanımı sızlatmıştı...


İşin içyüzünü, mali detaylarını bilmiyordum...


Ama bildiğim bir şey vardı...


Futbolu bilirdim ve Hıncal Uluç'un da çok sık söylediği bir sözün ne kadar geçerli olduğunun farkındaydım...


***


"Hakemin akıllısı penaltı verdiği kararda değil, penaltı vermediği kararda belli olur..."


Futbolu ve hayatı anlatan çok doğru bir sözdü bu...


Her kararı tek başına konuştuğunuzda "haklı bulabilirdiniz..."


Mutlaka ortada "penaltılık" bir durum vardı ki, penaltı verilmişti...


Belki biraz ağır bir karar olarak verilmişti ama penaltıyı andıran bir durum olmadan hakem penaltı kararı vermezdi...


Ama itiraz edilecek karar hakemin penaltı kararı değildi...


Penaltıyı vermediği kararlardı...


Hayatın adaletsizliği, verilen penaltı kararında çıkmıyordu...


Başka durumlarda başkalarına verilmeyen penaltılar, bir kişiyle verilirse, o zaman adaletsizlik ortaya çıkıyor vicdanlar sızlıyordu...


***


Aynı olayı geçen hafta Son Kale programında Ahmet Çakar'la yaşadım, kendisiyle yine tartıştım...


O, eski bir FİFA kokartlı hakem...


Pozisyonları biliyor, nerede kart gösterilir, nerede gösterilmez mesleki tecrübesinin imbiğinden geçirerek söylüyor...


Cem Papila'nın Beşiktaş-Samsun maçında göstermiş olduğu 5 kırmızı kartı önemli ölçüde doğru buluyor; "O pozisyonlar kartlıktı" diyor...


Ben de ona hep şöyle söylüyorum:


"O pozisyonlara kırmızı kart göstermesini bir tek şekilde haklı görebilirim Cem Papila'nın... Eğer her maçta o pozisyonlara kırmızı kart göstermişse... Oysa Ayhan bir maçta annesine küfretti, kafasını çevirip görmezliğe geldi... Bütün kameraların önünde... İşte o zaman derim ki Cem Papila'nın çifte standardı hayatın adaletini bozuyor..."


***


Nereden nereye?..


Aydın Doğan'a gelen 5 milyarlık cezaya içim cız etmişti ama, doğrusu birkaç kere "basın özgürlüğü" ne referans vermenin dışında yazmamıştım...


İlginç bir nedenle...


Aydın Doğan benim de yazdığım bu gazetenin patronuydu...


30 yıllık gazetecilik hayatımda 10 yıl Milliyet'te, 6 ay Kanal D'de, bir iki yıldır da Vatan'da patronum olmuştu...


Kendi patronu adına yazı yazan adamlardan oldum olası fazla haz etmem ben...


"Şike" gibi gelir o yazılar okuyucuya hep...


Onun için Cem Papila'nın kırmızı kartlarını andıran o cezayı yazamadım...


Yanlış anlaşılır, patrona yağ yapıyor diye görülür diye...


Şimdi bu yazıyı yazıyorum, çünkü artık medyada köprülerin altından çok başka sular akıyor...


Benim bu yazım "bir patron güzellemesi" olmanın çok ötesine taşıyor...


***


Üstelik içimin cız ettiği çok başka bir yer var iki gündür...


Hafta içinde bir akşam telefon ettiler, haber verdiler:


"Abi Mehmet Emin Karamehmet 11 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı... Pamukbank'ın paralarını başka şirketlerine aktardığı gerekçesiyle..."


Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum...


Dünyanın 11 zengininin arasındaydı o sırada...


Orta boylu, kendi halinde, mazbut, kimseye tepeden bakmayan, hep çalışan, hep yeni bir iş peşinde koşan, banka ve medya yöneticilerinin işlerine ise hiç karışmayan bir patrondu...


Kaç kere İcra Kurulu toplantılarında şahit olmuştum, kendisinden para isteyen başka şirketlerinin yöneticileri şöyle derlerdi:


"Mehmet Emin Bey, koskoca iki bankanız var... Bizim şirket burada sermayesizlikten sürünüyor... Bu kadar zengin bir grubun şirketi bu durumda mı olmalı?.."


Yöneticilerin cesaretlerine şaşırırdım...


Koskoca patronu "direkt eleştirmekten çekinmezlerdi..."


Beklerdim, bakalım ne diyecek?..


Allahı var o kadar milyar dolarlık patron olmaya gerek yok, benim çocuklar bana bu kadar ağır girseler "hop dedik" derdim, "amma da geldiniz üstüme..."


Hiçbir şey demezdi Mehmet Emin Bey...


"Pamukbank'ın, Yapı Kredi'nin genel müdürleriyle konuşun" derdi, "Onlar bana da vermiyorlar..."


Önceleri bu mütevazı adamın bizi işlettiğini falan zannettim...


Olacak iş değildi...


Sen bu kadar zengin ol ve her şeyin patronu ol, kendi çalışanlarına bile söz geçireme...


Sonra kendi medya şirketimizdeki olaylardan gördüm ki "Mehmet Emin Karamehmet'in gerçekten yöneticilerinden bir şey istemekte acayip utangaç" bir patrondur...


Öz kızının kendi Digiturk'te çalışmasını bile "açıp telefonu direkt isteyememişti..."


Bin dereden su getirmiş, "Bizim kız da bir çalışsa diyorum" gibi laflar gevelemiş, genel müdüre "Hani ihtiyacın yoksa alma" diye utangaç utangaç söylemişti...


***


Şimdi 11 yıl 8 ay hapis cezası aldı...


Bankalardaki paraları gasp edip, başka şirketlere geçirdi diye...


Hep diyorum ya...


Mahkemenin kararını eleştirmek benim işim değil...


İşin mali kısmının ayrıntılarını da bilmiyorum...


Ama Mehmet Emin Karamehmet'in İcra Kurulu'ndaki yüzü gözümün önünde...


Ve içim fena halde cız ediyor...


Yine Cem Papila'yı hatırladım her nedense...


*****


MEDYA PATRONLARI VE AKP...


Mehmet Emin Karamehmet olayının AKP'ye muhalefetle falan ilgisi yok, ama ben AKP ve medya patronları bağlamında bugünlerde Türkiye'nin kuşbakışı bir çerçevesinin çizilmesinin doğru olduğuna inanıyorum...


Türkiye'de 7 yıldır tek başına AKP iktidarda...


Tek başına iktidarlar, güçlüdürler ve koalisyonların kolay karar alamayan çapaçulluğu yoktur onlarda...


Tayyip Erdoğan da iki dönemdir Menderes gibi, Özal gibi tek başına iktidar...


Süleyman Demirel de 6 kez gidip, 7 kez gelen bir başbakandı, da medya üzerinde etkindi...


Koalisyonsuz iktidar olan partilerle, medya arasındaki ilişkiler hep sorunlu oldular...


Tek başına iktidarın gücü fazladır ve koalisyonlarda daha rahat hareket imkanı bulan medya, tek parti iktidarlarında zorlanır...


***


Artık AKP iktidarının ikinci döneminin sonuna yaklaşıyoruz...


3. bir dönem AKP'nin tek başına iktidar olup olmayacağını sandık belirleyecek...


Ama sandık beklenmeden bugünden belirlenmesi gereken şeyler var iktidar-medya ilişkilerinde...


Türkiye'de artık darbe olmamalı...


Türkiye demokratik hukuk devletinin ilkeleriyle yoluna devam etmeli...


Türkiye bir İran, bir Malezya olmamalı...


Çoğunluğu Müslüman olan laik ve modern bir Cumhuriyet olarak Avrupa'yla tarihten bu yana çabaladığı birleşme mücadelesini sürdürmeli...


AKP varolan medya patronlarıyla ve kurumlarla ilişkilerini Avrupa standartlarında belirleyerek, "Avrupa Birliği'ne üye olmaya çabalamalı..."


Tayyip Erdoğan geçen hafta içinde AB üyesi büyükelçilere şöyle diyordu mealen:


"NATO'ya kurulduktan 3 yıl sonra girdik... Avrupa Konseyi'ne ilk girenlerden birisiyiz... Biz Avrupa'nın bir parçasıyız... Bizi Avrupa'nın dışında bırakamazsınız... 1959'dan beri uğraşıyoruz..."


***


1959 benim doğum yılım...


Kim ne derse desin biliyorum ki, ben hayattayken Türkiye, Avrupa Biliği'nin demokratik, laik, medeni bir parçası olacak...


O kültür değerlerinin, o demokrasi müktesebatının, o laiklik ve özgürlük anlayışının içindeki yerini alacak...


Tayyip Erdoğan kendisinin partisinin ve Türkiye'nin geleceği için Avrupa Birliği projesine daha fazla önem vermeli...


Kendi arkadaşları içinden bu projeyi "hayati" görmeyenler olacaktır mutlaka...


Emin olsunlar herkes için hayatidir Avrupa Birliği...


Medya patronlarıyla AKP arasındaki ilişkiler de Avrupa standartlarında bir normalizasyona girerse, Türkiye çok ağır gibi görünen yüklerden kurtulabilir...


Avrupa'da karnaval var...


Ortaçağ kıyafetlerini giymiş


insanlar, birbirlerine sarılmış resim çektiriyorlar...


Güneş sanki barışı ve özürlüğü kutlarcasına karnavala katık


oluyor...


Türkiye karalık dehlizlerden kurtulup, bu karnavala uzanmalı...


Hayat hepimiz için çok güzel olacak o gün...


Reha Muhtar/Vatan