MEDYAYA KARA PARA BULAŞTIRANLARDA BÜYÜK PANİK
HALK TV’DE KİM İSTİFA ETTİ, KİM RAHATSIZ?
KESKİN KALEM’E SÜRPRİZ OKUR MEKTUBU
Sevgili yoldaşlar, bugün şiir, şarkı yazmadan…
Lafı uzatmadan…
Doğrudan konuya gireceğim…
Tabii ki yüksek müsaadelerinizle.
Haftalardır medyadaki çürümüşlüğü yazıyorum.
Kara paracılara, çetelere karşı çok büyük operasyonların geleceğini yazdım, pek çok değerli gazeteci de uzun süredir yazıyor.
Son yazımı kaleme aldığımdan beri ülke gündemine bir bakınız lütfen, neler oldu, neler yaşandı?
Anlıyoruz ki, birileri milyonlarca insanın gözü önünde, kara para aklıyor, devletin, hepimizin hakkı olan vergileri kaçırıyor.
Bu gerek influencer denilen ne idüğü belirsiz kitle, gerekse ‘’kendine gazeteci’’ diyen bir kitlenin PR haberleri ya da kamuoyunu yönlendirmesiyle gerçekleşiyor.
Bugün çok uzatmayacağım bu meseleyi, bir sonraki yazıma bırakacağım.
Çünkü gazetecilik kisvesi altında, kriminal insanlara hizmet eden bu meslek yüz karalarının, ne hallere düşeceğini yakında göreceğiz.
Hele ki daha önce bahsettiğim, kara parayla kurulan TV ve ekonomi sitelerinde dönen, rezillikleri bir anlatacağım ki…
Bunlardan yaka silken iş dünyası rahat bir nefes alacak.
Medyamızı kara paraya bulaştıranlarınsa paniği büyüyecek.
Neyse birileri vur patlasın çal oynasın, hem mesleğe ihanet edip hem cebini doldururken,
emekçinin derdi arşa çıkmış durumda.
ÖNCELİĞİM BU.
O nedenle gelin meslektaşlarımızın sesine biraz kulak verelim.
HALK TV’DE KRİZ ÜZERİNE KRİZ: KİM GÖREVİ BIRAKTI, KİMLER RAHATSIZ?
Emekçinin çığlığının hiç susmadığı yer, Halk TV.
Yemekten çıkan böcekler mi dersiniz…
Bağıran aşağılayan yöneticiler mi?
Emekçi iki kuruş para alırken, ballı maaşlarını afiyetle yiyen İsmail Küçükkaya’lar mı?
Ya da sinirden ağlayan emekçiler mi?
Her türlü skandal Halk TV’de yaşanıyor, bendeniz de peşini bırakmıyorum.
Biliyorsunuz.
Buyurun son kulislere:
Keskin kulaklarıma gelen bilgilere göre, Halk TV’nin her şeye karışan patronu Cafer Mahiroğlu'nun yayınlara müdahalesi ile oluşan stres artık patlama aşamasında. Öyle deniliyor ki geçtiğimiz hafta bu stres nedeniyle Burak Tatari ve Onur Dakar istifa etti.
Haber Müdürü Cem Özkeskin’in de görevini bırakacağı iddia ediliyor. İstanbul ve Özel Haberler Müdürü Emel Okaygün de rahatsızlığı artan isimlerdenmiş.
Dahası, çalışanların emdiği sütü burnundan getiren Bengü Şap Babaeker ‘iş stresi’ gerekçesiyle yayın yönetmenliğinden istifa etmiş. Şap sadece cumartesi günleri yayınlanan, ‘Nasıl Olacak?’ programına devam edecekmiş.
Halk TV kulislerinden gelen bir diğer iddia göre, Mahiroğlu’nun her şeye karışmasından en çok rahatsızlık duyan isimse, İsmail Küçükkaya’ymış. Gerçi aldığı ballı maaş düşünülecek olursa, neden rahatsızmış pek anlamış değilim ammaaa…
Neyse, bunu da buraya yazmış olayım.
MİLLİ GAZETE ÇALIŞANLARININ MAAŞ ÇIĞLIĞI
Yoldaşlar bugüne kadar hep medyanın belli başlı kuruluşlarından şikayet mektupları alıyorum, biliyorsunuz.
Ancak bu kez, bir sürprizle karşılaştım.
İlk kez Milli Gazete çalışanlarından bir e-posta aldım.
Sağ olsunlar dertlerini bana emanet etmişler.
Sağ olsunlar, var olsunlar.
Ben de harfine bile dokunmadan, onların çektiklerini, hem sizlere, hem de patronlarına,
buradan aktarıyorum.
İşte o mektup:
‘’Sabah akşam medya koridorlarında hakları gasp edilmiş, türlü türlü ayak oyunlarıyla emekleri hiçe sayılan medya emekçilerinin, sesi oluyorsun, yazıp çiziyorsun iyi de yapıyorsun şimdi de biz Milli Gazete çalışanlarının sesini köşene taşımanı istirham ediyoruz. Sesimize ses olma noktasında hakkımızı, hukukumuzu koruyacağından da eminiz.
“51. yıldır “Hakk Geldi Batıl Zail Oldu” diyerek haklının yanında, haksızın, zalimin ve zulmün karşısında yayınlarıyla öne çıktığını savunan Milli Gazete, uzun bir süredir biz işçi takımına, adil maaş artışları ve ödemeleri noktasında ciddi mağduriyetler yaşatıyor.
Biz Milli Gazete’nin her kademesinin çalışanları olarak, gazete yöneticilerinin sağda-solda hak, hukuk, adil paylaşım ve liyakât “söylemlerinin” tersine hareket ettiklerini iliklerimize kadar yaşadıklarımızla müşahede ediyoruz.
Mevcut ekonomik koşullarında bizde geçim savaşı veriyoruz. Kiralarımızı ödeyemiyor, evimizin, eşimizin, çoluk çocuğumuzun ihtiyaçlarını vs. karşılayamıyoruz. Bununla da yetinmiyor, yöneticilerin rahat tavırları karşısında kahroluyoruz.
Artık sözümüz tükendi!
Milli Gazete’nin de çıktığı ve bağlı olduğu matbaanın çalışanlarının maaşları “hemen” verilirken, gazete çalışanları hep ikinci planda tutuluyor ve aylardır da maaşlarımızı vaktinde alamıyoruz. Verilse bile “harçlık” gibi veriliyor. Elbette matbaada çalışan arkadaşlarımıza da emeklerinin karşılığı alınlarının teri kurumadan verilmelidir fakat maaş zamanı matbaa çalışanlarına ödeme yapıldığı halde biz Milli Gazete çalışanlarına ödeme yapılmamasının hiçbir haklı gerekçesi sunulamıyor kaldı ki bunun gerekçesi de olamaz. Çalışanın karşılığı ay sonu geldi mi verilmelidir...
Daha vahimi ise -bu durum bizi ilgilendirmiyor, sorun varsa kendi aralarında çözmeliler- gazete koridorlarında; GYY ile gazetenin/matbaanın imtiyaz sahibi arasında “taht kavgasından” kaynaklı bu sorunların yaşandığı dilden dile konuşuluyor.
Gazetenin bağlı olduğu siyasi partinin yöneticileri de bu durum karşısında üç maymunu oynuyor.
Velhasıl Keskin Kalem, her zaman olduğu gibi olan yine biz çalışanlara oluyor.
Daha içimizi dökecek çok konular var fakat bizimle ilgili kısmı şimdilik bu kadar olsun.
Teşekkürler.
Milli Gazete Çalışanları’’
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NDE YEMEK KRİZİ
Yoldaşlarım, bir diğer mağduriyet çığlığının yükseldiği yer de, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi.
Geleceğin gazetecileri, mesleştaşlarımız, pırıl pırıl gençler, üniversitede ucuz ve nitelikli yemeğe ulaşmakta zorlandıklarını söylüyorlar.
Var olsunlar, onlar da derdini benimle paylaşmış.
Mektuplarını dikkatinize sunuyorum:
‘’İstanbul Üniversitesi'nde devam etmekte olan bir yemek krizi var. Öğrenciler ucuz ve nitelikli yemeğe ulaşmakta zorlanıyorlar. Üniversite bünyesindeki dört yemekhanenin kapasitesi yeterli olmadığı için uzun kuyruklar oluşuyor, öğrenciler yemeğin kalmadığı durumlarla dahi karşılaşabiliyor. Üniversite yönetimi de bu soruna "çözüm" olarak soğuk sandviç stantları kurmayı ve İletişim Fakültesinin bodrum katında stüdyo olması gereken/planlanan alanı yemekhaneye dönüştürmeyi buldu. İşte bu noktada çifte mağduriyet başlıyor.
İletişim Fakültesine tahsis edilen yeni bina oldukça küçük. Yabancı Diller Yüksekokulu ile aynı avluyu paylaşıyor. Mevcut durumda bile fakülte öğrencileri binaya "sığamıyor". Bir yemekhane yapılacağı takdirde bu kapasitesizlik sorunu kangren bir hal alacak. Fakülte içi trafik zaten sorunluyken iyice içinden çıkılmaz bir duruma evrilecek. Temizlik, koku vs. gibi problemler de cabası. Yemekhane için başka alan tahsis edilebilir. İkinci büyük problem ise fakülte öğrencilerinin kullanacağı stüdyoların ellerinden alınması. Senelerdir kendisine tahsis edilen imkanların daraltılageldiği fakültemiz, bir kütüphane dahi bulunmayan yeni binasında şimdi de uygulamalı eğitimimiz adına vazgeçilmez bir unsur olan stüdyolarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Taleplerimiz açık ve net: yemekhane için başka alan ayrılsın, İletişim Fakültesi öğrencileri ise hakları olan stüdyolarını kaybetmesin.’’