MEDYADA ŞU ANKİ DURUM: PESPAYELİK! YERLERDEYİZ, SÜRÜNÜYORUZ!

Yılların gazetecisi ve Başbakan Erdoğan'ın eski danışmanı Ahmet Tezcan, Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin'e konuştu. Yeni kitabı Kafirun'u anlatan Tezcan, gündeme dair çarpıcı değerlendirmeler yaptı.

Uzun zamandır istiyordum Ahmet Tezcan ile röportaj yapmayı. Kendisi yılların eskitemediği duayen gazetecilerden. Röportajı öyle bir güne denk getirmişiz ki sormayın; İstanbul neredeyse ayakta... Binlerce insan Taksim’de. Polis müdahale ediyor. Serde habercilik olunca aklımız da orada.
Acaba neler oluyor?
Diyorum ki Ahmet Tezcan’a “hadi Gezi Parkı’na gidelim, hem röportajı orada yapalım hem de gaz yiyelim. En azından orada neler olduğunu da kaçırmayız.” Gazeteci, gazeteciyi anlar kurnazlığıyla gülüyor ve “olmaz” diyor. Çünkü röportajdan sonra kalan günü kızına ayırmıştı.
Ahmet Tezcan için "duayen" dediğime bakmayın. Kendisi bu ifadeden hiç hoşlanmıyor. Bana öyle geldi ki şu sıralar medyadan da hiç hoşlanmıyor. Kendisinin yeni bir bebeği var. Ve ben de zaten göz aydınlığı için buluştum kendisiyle. Bebek derken gerçek bir bebekten değil; Tezcan’ın yeni kitabı Kafirun’dan bahsediyorum. Hayli sürükleyici. Ben okudum ve çok beğendim, sizlere de tavsiye ediyorum.
Yıllardır medyanın içinde olup da medyada tutunamayan nadir insanlardan biri olunca karşımda, medya konusunu da bolca konuştuk. Kendisine göre medyada karakter sorunu var. Ve aynı medya kendini kaybetmiş durumda. Tezcan, basbayağı umudunu kesmiş 4. kuvvet olan medyadan.
Bu arada Başbakan Erdoğan’ın da epeyce kulaklarını çınlattık. Malum Tezcan bir dönem Erdoğan’ın danışmanıydı. Doğal olarak Sayın Başbakan’ı çok iyi tanıyor. O’na göre gördüğü göreceği en ve tek vefalı insan Başbakan.
Bu arada sakın Gezi Parkı’nı konuşmadık sanmayın. Hem haklı buluyor meydanlardaki binleri, hem de haksız bulduğu yanları var.
Evet, Ahmet Tezcan’la beraberiz...
Yemyeşil bir alan, güzel bir kahvaltı … Gündemimiz ise kalabalık…Yük ağır… Hadi gelin bir omuz verin de röportajı hep birlikte okuyalım. O yükü de sırtlayalım hep beraberce...

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN

Twitter: gazetecialev
Mail:



Tüm Türkiye hatta dünya Gezi Parkı’nı konuşuyor. Biz de röportaja bu konuyla başlayalım istiyorum. Siyasete hiç bulaşmamış Ahmet Tezcan olsaydınız diyerek sade vatandaş Ahmet Tezcan’ın yüreğine sormak istiyorum; meydanlara çıkan binlerin size göre haklılık payı var mı?
Siyasete bulaştığımı nereden çıkardınız?
Başbakan Erdoğan ile olan yakın bir çalışma süreci söz konusu…
Ben siyasete bulaşmadım ki Başbakan’ın danışmanlığını yaptım sadece. Ve bu konuda çok hassas davrandığımı düşünüyorum. Başbakan’ın başbakanlıktaki çalışmasıyla partideki çalışması arasında bir çizgi koydum. Başbakan’ın partide zaten danışmanı var. Başbakan partiden içeri girdiği anda benim basın danışmanlığım biter ve diğer danışman devreye girer. Çünkü ben parti işlerini bilmem. O konuda hep mesafeliydim. Gazeteci arkadaşlarım da bilir, dolayısıyla bu “siyasete bulaşma” ifadesini kabul etmiyorum.
Taksim’i Tahrir’e benzetiyorlar doğru mu?
Hayır, asla değil. Mısır ile Türkiye’yi karşılaştırmak deli saçmalığı.
Hükümeti bu Gezi Parkı olayları etkiler mi?
Etkiler ancak olumlu yönde.



ÇAY İÇMEKTEN İĞRENDİKLERİ YERDİ GEZİ PARKI

Peki, Gezi Parkı’nı gerekçe göstererek günlerce o meydanı dolduranların haklılık payı var mıydı size göre?
Elbette haklı tarafı da var. Haksız olanları da var. Bu işten bir siyasi rant peşinde olanlar samimi değiller bence. Çuvaldızı ilk başta kendimize batıralım. Aydın Doğan, Rahmi Koç, Dinç Bilgin gibi medya patronlarının yıllarca bu ülkede ormanları parçalayarak kendilerine villalar, şatolar, üniversiteler kurmasına hiç sesini çıkartmayan arkadaşlar şimdi çay içmekten bile iğrendikleri Gezi Parkı’nda ağaç bahanesiyle eylem yapmaları açıkçası bana hiç samimi gelmedi.

AĞAÇ BAHANESİYLE EYLEMİ SAMİMİ BULMUYORUM

Samimi olanlar yok mudur aralarında, doğa sevgisiyle dolu olan tüm yüreğiyle?
Olmaz mı dolu. Ama marjinalleri unutma. Ben mesela genç gazetecileri samimi buluyorum.

BU MEDYADA HEPİMİZ KİRLİYİZ

Diğerlerini bulmuyor musunuz?
Hayır bulmuyorum. Mesela Sabah’a el konulduğunda herkes Zafer Mutlu’ya saldırıyordu. Onlar olayı bu boyuta taşıdı diye. Ben ise 4. Kuvvet Medya’da bir başlık atmıştım. “Hepimiz Zafer Mutlu kadar temiziz” diye. Bence bu medyada olup da kirlenmemiş kimse yoktur. Buna ben de dahil.
Nasıl bir kirlilik bu?
Her açıdan kirlilik. Manipülasyon yaparsınız bu bir kirliliktir. Gerçeği görmemek ayrı bir kirliliktir. Mesela yapılan bir yalan habere göz yummak. Ya da yalan haber yapmak bu çok ayrı bir kirliliktir.

31 YILDIR YILDIR İNSANLIĞIMI KAYBETMEMEYE ÇALIŞIYORUM

Siz de mi kirlisiniz şimdi yani?
Elbette... Bu meslek içinde olup kirlenmemiş kimse yoktur. Annemin bana sürekli söylediği bir söz var. “Keşke öğretmen olaydın oğlum, gazetecilerin işi gücü yalan, dolan” şimdi düşünüyorum da annem çok haklı. Eğer öğretmen olsaydım en azından 30 yılda birkaç insanın yetişmesinde katkım olurdu. Ama 31 yıl oldu ben bu 31 yılda insanlığımı kaybetmemeye çalışıyorum.
Durum o kadar vahim mi?
Hem de çok.
Biz de fikir işçisiyiz. Kamuoyunu bilgilendiriyoruz.
O nedenle bu kadar sertim işte.



TÜRKİYE’DE GAZETECİLİK BİTTİ

Mesleğe yıllarını vermiş bir duayen gazeteciden bunları duymak kötü.
Duayen lafını hiç sevmem. Olmayan şeyin duayeni olmaz. Bu ülkede gazetecilik mi var ki duayeni de olsun. Türkiye’de gazetecilik bitti.
Biz ne yapıyoruz şu an?
Kendimizi avutma ya da kandırmaca.

BU MESLEK HİÇBİR ZAMAN OLMASI GEREKEN YERDE OLMADI

Gazeteciliği biz gazeteciler bile” bitti” diye görüyorsak bitmişiz biz gerçekten. Neden böyle peki?
Önceden yıllar önce bir nebze olsun vardı. Ama şunu da söyleyeyim; Türkiye’de gazetecilik hiçbir zaman hiçbir dönemde olması gereken yerde olmadı. Çünkü medya hiçbir zaman devletin kaynaklarından elini çekmedi. Dolayısıyla bütün gazeteler yarı resmi El Ahram Gazetesi gibidir. Bunlardan kimi iktidara kimi de muhalefete çalışıyor.

GAZETELER YARI RESMİ EL AHRAM GAZETESİ GİBİ

Medyayı enine boyuna konuşacağız ama önce yeni bir bebeğiniz var ona dönmek istiyorum. Yeni kitabınız "Kafirun" için hayırlı uğurlu olsun dileğinde bulunmak istiyorum. Nasıl gidiyor satışlar?
Teşekkür ediyorum. Gayet iyi gidiyor, 2. baskı çıktı ve satışta, 3. baskıyı da daha büyük bir yayınevinden basmaya hazırlanıyoruz.
Biri Nurcu, diğeri Komünist olan iki Hikmet’in hikayesi. Hikaye dediğimize bakmayın aslında gerçeğin ta kendisi… Nerden aklınıza geldi böyle bir hikayeyi kaleme almak?
Bir zamanlar birbirimizi çok ötekileştirdik. Herkes kendi inancını, kendi ideolojisini, kendi partisi ve yaşam tarzını diğerine dayattığı için,görüşünü birbirine dayattığı için bize ilginç geliyor. Normalde olması gereken bu. Dolayısıyla düşünce dünyası farklı olan iki insanın dost olmasından, diyalog kurmasından daha normal, daha güzel bir şey yok. Öyle bir süreçten geçtik ki aynı siyasi görüş içinde olan insanların fraksiyon bahanesiyle birbirini öldürebildikleri dönemlerdi. O nedenle bize çok fantastik gibi geliyor. Değil ama. Bu romanda asıl verdiğim şu: Bizim kaybettiğimiz bir takım değerleri, komşuluk ilişkileri, kardeşlik ilişkilerini yoğun bir şekilde bütün açıklığıyla verdim. Hikâyede mahallede bir kadının şehveti, tutkusu mahallenin dokusunu bozar. Genele baktığımızda bir siyasetin şehveti de şiddete dönüşür o da toplumun yapısını ve dokusunu bozar



Kırşehir’de geçiyor değil mi hikaye, tam olarak neyi anlatıyorsunuz?
Evet Kırşehir’de geçiyor olaylar. Romanda şu an da içinde bulunduğumuz konumu ve olayları görebilmek mümkün. Romanda 1960’ların Kırşehir’inde yaşayan ama bir dönemin çok da anlatılmamış çok farklı karakterler var. İki kavramı; şehvet ve şiddeti anlatmaya çalıştım. Diğer taraftan siyasi şehvetin şiddete dönüşmesinden bahsettim. Ve son olarak iki kavramın panzehiri olan kavramları; uhuvvet ve muhabbeti anlattım. Roman 2 bölümden oluşmakta. 1’nci bölümde İki İsmet, 2’nci bölüm ise İki Hikmet. Romanın iki Hikmet bölümünü, iki İsmet’in panzehri olarak anlatıp yazdım. 3 darbe dönemini toplam 3 kitapta yazmaya çalıştım,
İsmi çok dikkat çekici Kafirun. Nedir Kafirun? Neden bu isim, biraz açar mısınız?
Kafirun Arapça bir kelime. Türkçe karşılığı kafirler demektir. Kelimenin kökü küfürden gelir. Küfür örtmek anlamına gelir. Gerçeğin hakikatin üstünü örtene kafir denir. Kafirun Kuran’daki sürelerden biridir. Romandaki ana karakterlerden Komünist doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın kendisindeki inanç ve ideolojik değişikliği anlatırken anılarında Kurya el kafirun süresinden tarihi materyalizme bağış diye bir ifade kullanır.
Bu aslında hikâye değil gerçeğin ta kendisi sanki?
Elbette öyle.
İşin en güzel yanı hikâyenin çok da dışında olmamanız; Babanız var bu hikâyede. Hikmetlerden biri hem de… Biraz babanızı anlatır mısınız bana?
Babam çok hoşgörülü bir adamdı. Kitapta biraz bakınca onu daha iyi tanıyacaksınız. Ama babammış gibi yazmadım.
Kapak çok sade ve çok güzel. Ne anlatmak istiyorsunuz kapak grafiğinde?
Sorduğun için bu soruyu çok teşekkür ediyorum. Ben Güneş Gazetesi’de köşe yazıları yazarken o köşenin içerisinde yazıyla ilgili karikatürler çizen bir ağabeyim vardı. Adı Edip Pınarlı. İşte bu kapak O’na aittir. Burada bir alkım var. Alkım gökkuşağı demektir. Ve bildiğin gibi gökkuşağının altından kimse geçemez. Çok anlamlı bir kapak ve aslında çok büyük bir derinliği var. Gökkuşağı, Anadolu’nun kendisi fakat Anadolu’ya dokunmadan, Anadolu ile temas etmeden, Anadolu insanı ile temas etmeden gökkuşağının altından geçmek imkansızdır. Kapaktaki kamyon da babamın kamyonu. O nedenle çok sevdim.
Politik yönü de ağır basan bir kitap değil mi bu?
Evet politika da var içinde. Ama ben insanları çok boğmadım siyasetle. Hikayenin içinde daha çok insan unsuru var. İnsanda kalmayı tercih ettim. Zaten insanı her yönüyle anlattığında politikayı da her şeyi de kapsamlı bir şekilde anlatmış olursun.

12 EYLÜL’DE BİRBİRİNİ YİYENLER ŞİMDİ ÇOK SAMİMİ

Dünya görüşü birbirine zıt iki nasıl böyle iyi arkadaş olabiliyor? Bu mümkün mü diye düşünmeden edemiyor insan?
Tabii ki mümkün. 12 Eylül’den iki önce birbirini öldürecek olanlar 12 Eylül’den sonra şu an da çok samimiler. Hatta bunun kitabı bile yazıldı. Kırmızı-Yeşil diye. Dolayısıyla insanların inanca sahip olmaları bir değerdir. Bu kitapta da bu değerlere yoğun olarak yer veriliyor. Ön yargılar yok bu kez. Mesela burada Demokrat Parti’nin bir süre sonra CHP’leşmeye başladığı da anlatılıyor. Birkaç ağızdan bu anlatılıyor. Bu böyledir. Eğer siz temel yapıyı değiştirmezseniz bir müddet sonra dönüştüreyim derken kendinizi dönüşmüş bulursunuz.
Hikâyeyi yazma süreci epey uzun sürmüş. 2000’de başlamışsınız 2013’te bitirmişsiniz hikayeyi. Neden bu kadar uzun sürdü?
2000’de başladım ama bilgisayarın başına oturup da yazdığım süre 2 ayı geçmez. 2000’de bir giriş yaptım. 8 yıl içerisinde doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı araştırdım. Dinlemeler yaptım, okumalar yaptım. Sonra birinci bölümü yazdım. İki Hikmet bölümüne gelince çok ciddi bir problem çıktı karşıma. Çünkü iki Hikmet’ten biri babam. Babamla ilgili kısımları yazmaya başladığımda fark ettim ki yazar gibi değil bir evlat gibi yazıyorum. Ve hemen bıraktım. Babama yabancılaşmaya çalıştım. Roman yazıyorum sonuçta ve bir mesafe koymalıydım. Hatıra yazmıyorum ki... Doktor Hikmet Kıvıcımlı’ya da haksızlık ve saygısızlık etmemek için titiz davrandım. Bazı arkadaşlar diyor ki “sen Doktor Hikmet’e haksızlık etmeyeyim derken babana etmişsin onu zayıf bırakmışsın.”
Kitaba yorumlar nasıl, beğeniliyor mu?
Yorumlar çok iyi. Değişik bir teknik kullanmaya çalıştım. Romanın birinci bölümünde karakterler üzerinde bir mahalle tasviri yaptım. O karakter analizleri romana giriş yapmak insanları şaşırtıyor. Bu sinemaya yakın bir teknik. Senaryo yazmış olmanın getirdiği bir şey de var. Orada binalar değil de insanlar üzerinde bir mahalle tasvir yapmak bana da ilginç gelmişti. Ummadığım kadar güzel tepkiler alıyorum.

MEDYA HİÇ OLMASI GEREKEN YERDE OLMADI

Karşımda bu mesleğin her türlü cilvesini görmüş yılların gazetecisi durunca medya hakkında konuşmaya devam etmek istedim!.. Hele de o gazeteci medya eleştirisi üzerine ilk televizyon programını hazırlayan sunan biri olunca. Programın ismi de "Dördüncü Kuvvet Medya"ydı. Sizce medya hala 4. Kuvvet mi böyle başlayalım?
Hayır değil. Ama olması gereken yer orası.Medyanın görevi ya halkı bilgilendirmek, ya da halkın talepleri konusunda iktidarı bilgilendirmek. Halkı yönlendirmek ya da iktidarı yönlendirmek değil. Türkiye’de hep bu yapıldı. Ya halk yönlendirildi, yahut medya baronları "toplum elitleri" rolü altında topluma kendilerini dayattı. Bazen de halkın talepleriymiş gibi kendi taleplerini iktidara dayattılar. Dolayısıyla medya hiçbir zaman olması gereken yerde olmadı.Olması gereken yerde olmayan şey de benim için yok demektir.
Şu anda yok mu?
Hayır yok.



BİZİM MEDYAYI KARAKTERSİZ BULUYORUM

Gazeteci kimdir ve sizce nasıl bir insan olmalıdır?
Nasıl olmalı sorusunun ilk yanıtı karakterdir. Gazeteci karakterli olmalı. Gazetecinin kişisel ve kurumsal olarak bir karakteri bir şuuru olmalı. Diyeceksin ki sadece gazeteciler mi karakterli olmalı, elbette karakter bütün insanlarda olmalı. Karakteri olmayan insan olamaz zaten. Ama gazeteciliğin ilk şartlarından biri bu. Fakat bizim meslekte karakter sorunu var. Ben bizim bugünkü medyamızı karaktersiz değerlendiriyorum. O nedenle şu an olmayan bir şeyi konuşuyoruz.
Dördüncü Kuvvet Medya programınız üniversitelerde bile ders olarak okutuldu. Neden yine böyle bir program yapmıyorsunuz?
Ben mi yapmıyorum?
Kim yaptırmıyor?
Şimdi bize büyüklerimiz dedi ki talep etme, teklifi de reddetme.
Şimdi teklif yok mu?
Hayır yok.
Neden, kime ne yaptınız ki?
Nedenini söylüyorum işte. Bu mesleğin karakteri yok diye. Bundan iyi neden olur mu?
Size göre medyanın en büyük problemi nedir?
Karaktersizlik işte.
Tek sorun bu mu yani?
Elbette.
İlginç ilk kez sizden duyuyorum. Başka hiç sorunumuz yok yani karaktersizliğimizden başka?
Yok... Zaten bunu aşarsak sorunumuz kalmaz ama bu da çok zor gibi görünüyor.



MEDYANIN EN ÇOK KOVULAN ADAMI OLDUM

Aslında "kovulma" kelimesinin çok sevmiyorum. Ama genelde sizin durumunuz öyle olmuş. Medyanın kovulan adamı mı oldunuz hep ve neden?
Neden kovulma kelimesini sevmiyorsun? Gayet normal, insanlık hali bir durum. Hakikati neden gizleyeyim medyanın en çok kovulan ve istifa eden adamı oldum.

MEDYADA ÇOK HAKSIZLIK GÖRDÜM

Neden hep kovulan adam oldunuz peki?
İstifalarım ya da kovulmalarımın çoğunun benimle alakası yok. Mesleğin etik problemlerinden kaynaklandı veya arkadaşlarım haksızlığa uğradığında karşı durduğum için. Ya da haksızlıklara dayanamayıp isyan ettiğim için.
Geçimsizlik var mı peki?
Olur mu hiç öyle şey.
İtaatsizsiniz o halde?
İtaat dediğin şey nedir ki? Doğru bir şey görürsem doğruya itaat ederim. Ancak yanlış bir şey görürsem ona asla itaat etmem. Bu zaten kendime ihanet olur. Yanlışa itaat kölelikten başka bir şey değildir...

YERLERDEYİZ, SÜRÜNÜYORUZ...

Çok büyük yanlışlar da yapılıyor galiba medyamızda. Var mı sizin gördüğünüz ve örnek olarak anlatabilecğeiniz çok büyük yanlışlar?
Hangi birini anlatayım? Pespayelik... Yerlerdeyiz, sürünüyoruz...

MEDYADA ŞU ANKİ DURUM ŞU: PESPAYELİK

Mesleği bırakalım gidelim madem durum bu kadar vahim... Benim de içim karardı...
Bilmem, bırak diyemem ama direnmek en güzeli diyebilirim. O karakteri oluşturabilmek için direnmek en güzeli. Bir şey yok olmadan yenisi ortaya çıkmaz. Mesela toprağa gömersiniz tohumu, tohum yok olur ama içindeki öz çıkar. Bizim içimizdeki öz ne? İnsanlık. Yani gazetecilik yapmak için insanlıktan başka bir şey talep edilmiyor ki bizden.

GAZETECİLİK YAPMAK İÇİN İNSANLIKTAN BAŞKA BİR ŞEY TALEP EDİLMİYOR

Biz de insanız... Bakın iki gazeteci karşılıklı konuşuyoruz?
İnsan var, beşer var. Kimse kusura bakmasın ama herkes insan değil. Beşer kelimesi var. Beşerle ilgili de Türkçe ’de çok güzel bir kafiye var. “Beşer şaşar” şeklinde... Beşer demek insan görünümüne sahip yaratık demek. Ama henüz insan değil. İnsan kendi kendini inşa edebilen varlıktır. Tasavvufta buna böyle denir.



ŞİMDİKİ TV PROGRAMLARI HEP ABUR CUBUR

Bir dönem televizyon programı da yapmış bir gazeteci olarak şimdiki tartışma programlarını nasıl buluyorsunuz peki?
Biz şimdi seninle burada bu güzel kahvaltı yerine abur cubur yeseydik doyurucu olur muydu?
Olmazdı tabii ki...
Şimdi ki programlarda abur cuburdan başka bir şey değil.
Kitabınızı bana hediye edip imzalarken “yolun sonundan” diye bir ifade yazmışsınız, nedir bu yolun sonu?
Valla benim için bu meslekte tam 31 yıl oldu. Sen daha yolun başındasın. Ben sona doğru yaklaştım.

ARTIK SADECE ROMAN YAZACAĞIM

Öyle demeyin daha çok gençsiniz. Biz genç gazetecilere yol göstereceksiniz.
Kâfirun’dan sonra kararlıyım. İnşallah bundan sonra roman yazmak dışında hiç bir şey yapmayacağım.

MESLEK BENİ BIRAKTI

Mesleği mi bıraktınız yani?
Meslek beni bıraktı işin aslı (Gülüyor)

GAZETECİLİK KONUSUNDA ÜZERİME DÜŞENLERİ TAM YAPTIM

Desenize şairin dediği gibi “sevmek insanı bırakmaz, insan sevdiğini bırakır” sizin ki de öyle sanki?
Medya konusunda ve gazetecilik konusunda bugüne kadar söylenmesi gereken her şeyi söyledim. Yapılması gereken her şeyi yaptığım kanaatindeyim. İçim rahat... Konuyla ilgili olarak bir kitap çalışması yapmayı düşünüyorum. Medyadaki karakter problemleri üzerine olacak bu kitap. “6 yönden yeni medya” diye. Yeni medya deyince teknolojik yenilikleri insanlar yeni medya diye kabul ediyor. Yok böyle bir şey. Şimdi sen yeni bir elbise aldın, yeni Alev mi oluyorsun. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Yeni diye bir şey yok zaten yeryüzünde. Aristo’dan tut, Nihat Doğan’a kadar hiç kimse yeni bir şey söylememiştir. Sosyolojide de bu böyle. Medyada karakter oluşumunu canlandırabilirsek yeni medya düzenini de sağlamış oluruz.

KARAKTER SORUNUNU HALLEDERSEK YENİ MEDYA DÜZENİ SAĞLANIR

Gazetecilik kimliğiniz dışında Başbakan Erdoğan’ın da bir dönem danışmanlığını yaptınız. Biraz anlatır mısınız zor mudur Erdoğan’la çalışmak? Neler yaşar kendisine yakın bir danışman?
Zordur tabii. 7/24 çalışan bir insan. Mesai açısından zor. Zaten orada mesai diye bir kavram yok. Evinize gidemezsiniz. 2,5 sene eve uğramadığım oldu. En küçük kızım 7 yaşındaydı. Yara döker gibi saçları döküldü. Baba yok, kayboldu çünkü. Çocuk kafayı yedi bensiz.



BAŞBAKAN DANIŞMANLIĞI BENİ ÇOK YORDU

Sizi yordu mu bu süreç peki. Söylediklerinize göre epey çekmişsiniz?
Yani yorulmasaydım bu süreçte zaten devam ederdim. (Gülüyor) yorulduk yani.

BAŞBAKAN ERDOĞAN’LA HİÇ SORUN YAŞAMADIM

Başbakan Erdoğan’la sorun yaşayıp mı ayrıldınız. Bunu birkaç yerde bu şekilde duymuştum?
Hayır, kesinlikle sorun yaşamadık. Ben ekonomik açıdan çökmüştüm. 4 çocuk okutuyordum ve kazancım yetmiyordu. Düşünsenize memur maaşı... Üstelik benim eşim de çalışıyordu ve buna rağmen yetmiyordu. Sağa sola hep borç... Zordu anlayacağın...

BAŞBAKAN’IN VÜCUDUNDAKİ ORGANLAR OLARAK ADLANDIRILIRDIK...

Başbakan danışmanları iyi kazanmaz mı?
Hayır. Başbakanlık’taki memur maaşları bütün devlet daireleri içerisinde en düşük maaştır. Bizim dönemimizde böyleydi. Şimdilerde sanırım bunu biraz düzelttiler.
Hem zor, hem yorucu, hem de ekonomik hiçbir getirisi yok. Böyle bir şey mi Başbakan danışmanlığı? Ben sevmedim bu işi!
Böyle ama yapmak istediğiniz şeyler olunca katlanıyorsunuz. Ancak bir noktadan sonra dayanılmaz hale gelmişti, ben çökmüştüm artık iyice. Çok yorulmuştum. Bir de Ankara’ya gittiğinizde Başbakan’ın danışmanı olarak gidiyorum, onunla çalışacağım diye düşünürsünüz ama kazın ayağı öyle değil. Siz bir tane Başbakan onlarca “başbakancık” ile çalışırsınız. Terzi bile orada kendi çapında bir başbakan gibi görür kendini.

1 BAŞBAKAN ONLARCA BAŞBAKANCIKLA ÇALIŞIRSINIZ

Kraldan çok kralcılar mı var demek istiyorsunuz?
Kraldan çok kralcı değil de “benci”… Güç odakları etrafında bu tür şeyler hep olur. Bunlar bir de size gaz vermeye çalışırlar. 73 milyonun ağzının içerisine baktığı bir insana yani Başbakan’a akıl veren adam olarak görülürsünüz. Kendinizi de öyle görmeye çalışırsınız. Önce kendinizi gaza getirirsiniz, bir de etraf gazı verir. Hiç görmediğiniz, tanımadığınız insanlar birden bire ahbabınız olur. Gazetelerde sürekli çıkar "Başbakan’ın A takımı" diye. Ağzı, burnu, kulağı olarak konuşlandırmaya başlarlar. Eğer siz bu organ üzerinden konuşlandırmayı benimseyecek olursanız, bir müddet sonra ben Başbakan’ın "ağzıyım" derseniz bir başkası da başka bir organ üzerinden konuşlandırır, ortaya çok nahoş bir durumlar ortaya çıkabilir. (Gülüyor)
Ama havası da başkadır Başbakan danışmanlığının. Gazetecilikten farklı epeyce...
Havasını yiyeyim ya ne havası. Hava işte. Hava dediğin nedir ki heba ve heves dışında boş bir şey yoktur.

GAZETECİLİK DÖNEMİMDE HİÇ OY KULLANMADIM

Başbakan danışmanlığı yapmadan önce hiç AK Parti’ye oy vermemişsiniz doğru mu?
Aynen öyle ama sadece AK Parti’ye değil hiçbir partiye oy vermedim. Gazetecilik yaptığım dönem içinde hiç oy kullanmadım. Yerel seçimler de dahil.
Bu çok doğru değil ama her TC vatandaşı oy hakkını kullanmalı.
Belki biraz abartılı gelecek ama başkalarına söylediğim şeyi kendim uygulamazsam sözümün tesiri olmaz diye düşünüyorum.
Başbakan Erdoğan’ı seviyor musunuz?
Elbette seviyorum. Hem de çok.
Nasıl bir insan kendileri?
İyi bir insan. Sert görünür ama çok merhametlidir.
Çok katı ve asabi görünüyor zaman zaman.
Hayır değil. Bu memleketin evladı ya var mı ötesi... Tepkileri gayet normal, tıpkı bizlerin ki gibi.

BAŞBAKAN GÖRDÜĞÜM EN VEFALI İNSAN

En sevdiğiniz özelliği nedir Başbakan’ın?
En sevdiğim aynı zamanda en sevmediğim özelliği vefası. Başbakan çok vefalı bir adam. Dehşet vefalı hem de... Başına dert açabilecek kadar...
O kadar yani?
Benim bugüne kadar gördüğüm en vefalı insan. Bunu herkes bilir, söylerde.

SABAH’TAN KOVULDUM

Başbakan danışmanlığının yanı sıra Sabah Gazetesi’ne gidişiniz ve ayrılışınız da çok konuşuldu. Orada neler oldu?
Kovuldum. (Gülüyor)
Serhat Albayrak ile yıldızınızın hiç barışmadığı söyleniyor. Bu doğru mu?
Beni işe alan o yahu.
3 dakikalık bir kovulma süreci olmuş galiba. Serhat Bey ile o gün görüşme süreniz buymuş. Neden bu kadar kısa?
Kovulma sürecinde tabii ki 3 dakika görüşürsün. Saatlerce sürecek hali yok.
Neden kovuldunuz peki, hiç sorgulamadınız mı?
Hayır neden sorgulayayım nedenini biliyorum zaten. Uyuşulmadı. Doğru bildiğim şeyleri söyledim. Onlar da bunu kabul etmedi. Benimle çalışmak istemediler.

SABAH’TA HABERCİLİK SIKINTISI VE HAKSIZLIKLAR VARDI

Neydi orada sizin kabul edemediğiniz o yanlışlar ve kovulmaya kadar giden o etkenler?
Hem habercilik anlamında vardı sıkıntı. Hem de birtakım yapılan haksızlıklar. Mesela aynı serviste çalışan, aynı işi yapan 2 insan arasındaki farklılık. Mesela biri daha fazla çalışıyor az maaş alıyor, diğeri daha az çalışıp kaytarıyor ama daha fazla maaş alıyor. Mesela birine zam yapılırken diğerine köle muamelesi yapılması. Bunlar çok can sıkıcı şeyler. Her medya kuruluşunda oluyor ancak göz görüyor,gönül katlanmıyor. Ben de katlanamadım.



ERGUN BABAHAN’A “NEDEN BU KADAR YANDAŞSIN” DEDİĞİMDE “GİDECEK YERİM YOK BAŞKA” DEMİŞTİ

Tuhaf olan sizden bu kadar çabuk vazgeçmeleri. Siz Başbakan kontenjanından torpilli değilmiydiniz?
Hayır değildim. Şimdi ben oraya gittiğimde önce Ankara’da kurumu ziyaret ettim. Bunu kimse inkar edemez. Girdiğim her odada ben şunu söyledim. “Herhangi bir medya kuruluşunda herhangi bir siyasi iktidara verebileceğin en önemli ve en sağlıklı destek karşısında olmaktır. Yanında olmak değil. Çünkü yanında olursan ağırlık gibi aşağıya çeker ikisini de. Eğer körü körüne yanına olursan, bir siyaseti körleştirir. İki medyayı yavşaklaştırır. Her odada bunu söyledim ben. Herkes şahittir buna. İlk sorun burada çıktı zaten. O dönemdeki yayın yönetmeni ben oraya gelmeden önce, Başbakan’ın yanında çalışırken “niye bu kadar iktidar yanlısı oluyorsun diye sorduğumda, ne yapayım gidecek başka yerim yok “ dedi.
Kimdi o kişi?
Ergun Babahan tabii ki.
Ergun Babahan öyle söylemiyor ama. Hatta siz kovulmuşsunuz o kovulmamış.
Onun söyledikleri onu bağlar beni değil.

ERGUN BABAHAN İLE KARAKTER SORUNU YAŞADIK

Neden Babahan ile anlaşamadınız?
Karakter sorunu.
Sizi yazı işleri toplantısından kovmuş birde. Bu çok vahim!
Beni kovamadı ki, Yönetim Kurulu Danışmanı’nı kovdu. Yani dolayısıyla kendini kovmuş oldu.

BABAHAN KOLTUĞUNA OTURACAĞIM SANDI

Bayağı cesaret ama O’nun ki de?
O cesaretten yapmadı bunu. Şov yaptı orada kendince. İnternet sitelerine dağıttı sonra haberi. Ona çalışan internet siteleri vardı çünkü. Dolayısıyla o başka bir şeyden korktu. Yanlış anladı bişeyleri. Benim onun koltuğuna oturacağımdan korktu. Ama şunu anlayamadı, benim kimsenin koltuğunda gözüm yok. Olmaz da. Çünkü ben hayatta hiçbir şeyi kendime ait hissetmedim. Şu yazdıklarım da dahil. Şu yazdığım kitabı yayınlamadan en az 30 kişiye gönderdim. Onlardan herhangi biri de çıkıp alsaydı kendi adıyla bassaydı içim cız etmezdi.
Sevmiyorsunuz sanırım Ergun Babahan’ı?
Niye sevmeyeyim. İnsan olan herkesi severim ben ama eylemlerini sevmek zorunda değilim.
Ya eylemlerini?
Hayır sevmiyordum. Yanlıştı çünkü. Bu arada o da beni sevmek zorunda değil. İnsanların eylemleri ile özünü karıştırmamak lazım. Bakın kendisi söylüyor. 28 Şubat’ta nasıl olduğunu şimdi nasıl olduğunu. Gerçi 2010 yılında attığı Başbuğ kriterleri manşeti de 28 Şubat’ı pek aratmıyordu. İnsanda değişmeyen tek şey var o da öz.
Şimdiki Ergun Babahan’ı nasıl buluyorsunuz?
Allah herkesin halini güzelleştirsin. Başka da bir şey demiyorum.

MEDYA PATRONU BANA SİLAH ÇEKTİ

Size silah çeken bir medya patronu vardı sanırım. O olay neydi Allah aşkına ve kimdi o isim?
(Gülüyor) Bunu çok konuştuk aslında. Best FM’in sahibi Emrah yapmıştı. Cavit Çağlar’ı eleştiriyordum canlı yayında, o zamanlar Çağlar bakandı. Emrah’ın da ağabeyinin kayınpederiydi.
Ne dediniz de silah çekecek kadar adamı çıldırttınız?
Şimdi bana eleştirme dediler, ben eleştirdim. O da doğal olarak çok hiddetlendi ama o zamanlar çok gençti ve toydu. Şimdi olsa asla yapmaz.

FATİH ALTAYLI ÖLÜMDEN KURTARDI BENİ

İyi kurtulmuşsunuz...
Fatih Altaylı sayesinde yırttım. (Gülüyor) Fatih, olmasaydı zordu işim.Aldı götürdü, sakinleştirdi. Sonra ertesi günü ikimizde kovulduk.
Fatih Bey’le aranız iyi o halde?
Tabii ki. İstanbul’a gelip gittikçe görüşüyorum. En son kitabımı götürmüştüm.
İnsanların hayatında iniş çıkışlar oluyor ya sizde biraz fazlası olmuş. Özellikle medya açısından söylüyorum bunu. Canlı yayında istifa eden bir isimsiniz bu büyük bir cesaret!
Şimdi orada etik bir takım şeyleri anlatıyorsun insanlara, kendi anlattığına kendin inanmazsan ve o etik kuralları uygulamazsanız anlattığınız şeyin değeri kalmaz. Kulağa girmez. Yaşanmamış söz kulağını bulmaz. Havada boş dolaşır, o da hava kirliliği yapar.
Hiç tutunamamışsınız ne siz ne de programınız. Yoksa sizde de problem var mıydı?
Belki bende de vardır.
Hiç sorguladınız mı kendinizi?
Sorgulamaz olur muyum.
Ne çıktı o sorgudan?
Yani her açıdan sorguluyorsun kendini. Sonuç olarak aynaya rahat bakabiliyorum. Utanmıyorum kendimden. Karakterim, kişiliğim hep yerinde duruyor. Mesleki açıdan hamdolsun ki hala vicdanım rahat. Yastığa başımı koyunca kendimle savaşmıyorum.

SİYASETÇİLER ORTAYA ATAR GAZETECİLER DE SALAK GİBİ GİYİNİR

Ben şunu anlamıyorum ve de çok üzülüyorum.Bu meslekte siz biz olmayı. Günümüz gazetecilerini yandaş –candaş- omurgalı-omurgasız- ayırdılar da ayırdılar. Niye böyle, bu ne büyük bir acıdır?
Eskiden de kartel medyası vardı. Dinci medya vardı. Ben bunları hiç sevmem. Kavram kargaşası resmen. Bunları siyasiler ortaya atar. Gazeteciler de salak gibi üzerine giyinirler bu kıyafetleri. Rıdvan Akar 32. Gün programı için sormuştu: Kartel medya, dinci medya siz bu tasniflere inanıyor musunuz diye. "İnanmıyorum" dedim. Bunlar yapay tasnifler. Anca bizim medyadan bahsedilebilir. Bu ülke sınırları içinde olan biten her şey ve herkes bizimdir bize aittir. Bir sivilce varsa bizim suratımızdaki sivilcedir. Bir kambur varsa bizim sırtımızdaki kamburdur. Güzel bir şey varsa bu da bize aittir. Dolayısıyla ben bu kavramlara karşıyım. Ama şöyle bir tasnif olabilir misyon medyası var kombinasyon medyası var. Ama misyon medyası da artık anlamından çok uzaklaştı.

BAZI ARKADAŞLAR MUHALİF OLMAYI MARİFET SANIYOR

Gazetecilik biraz da muhaliflik midir?
Gazetecinin yapması gereken şey kamu adına denetlemek ve yanlışı söylemektir. Birebir muhalif olmak diye bir şey yoktur. Bazı arkadaşlar muhalif olmayı marifet sanıyorlar. Marifet ille de muhalif olmak değildir. İlle de hakkaniyetli olmaktır.

MEDYA HEP ÜÇ MAYMUNU OYNADI

AK Parti iktidarı 10 yıllık süreçte medyayı çok etkiledi sanki. Penguenlerden yola çıkarak bunu soruyorum. Herşeyi çok duymayan, görmeyen bir medya düzeni mi oluştu ne?
Emin ol hükümetle hiç alakası yok. Medya her zaman oldu bitti böyleydi. Hiç istisnasız devam etti bu dediklerin. Hep 3 maymunu oynadı.

TÜRKİYE’DE İKTİDARLAR HEP MEDYA ÜZERİNDE EGEMENDİ

Başbakan Erdoğan’ın medya üzerinde büyük bir egemenliğinden söz etmek mümkün değil mi içinden geçtiğimiz şu süreçte?
Aslına bakarsan bütün iktidarların etkisi vardı medya üzerinde ama onlar kapalı kapılar arkasında yaptığı için göze batmıyordu. Başbakan açıkça meydanlarda söylüyor diğerlerinin gizli saklı söylediklerini. Daha dürüst.

BAŞBAKAN BENCE MEDYAYI CİDDİYE ALMAMALI

Başbakan o meydanlarda çok kızıyor gazetecilere. Bazen şaşırıyorum tepkilerine acaba haklı mı değil mi diye düşünüyorum. Sizce neden bu kadar sert?
Bence gereğinden çok ciddiye alıyor medyayı.

MEDYA YOK BU ÜLKEDE

4. Kuvvetten söz ediyoruz ve en büyük silahların başında geliyor medya. Her ne kadar doğru habercilik ve bağımsızlık ilkelerinden sapılsa da.
Bence çok ciddiye almamalı Erdoğan medyayı. Olmayan bir şeyi niye ciddiye alırsın ki anlamam.Türkiye’de medya yok ki!
Hepten yok sayamazsınız. Bu ülkede onlarca gazete ve televizyon var.
İyi de bu onlarca TV ve gazete bugüne kadar halk üzerinde ne kadar etkili oldu? Bak halktan bahsediyorum.Yok öyle bir etki.

HÜRRİYET ŞU AN AKP BİLE YAZAMAZ

Bugün bir gazete var ki “Tayyip” diye manşetler atabiliyor. Gel de ciddiye alma...
Bunu yıllar önce de yaptılar. Hiç yadırgamıyorum. Artık alıştık bu tarz hitabetlere. Hapse girdiğinde Hürriyet Gazetesi’nde “muhtar bile olamaz”diye manşet attı. Onlar da hep Tayyip diyordu. Yıllarca bu ülkede bunla yapıldı. Şimdi Hürriyet AKP bile yazamıyor.
Neden, korkuyorlar mı?
Bir insan neden korkar kendine güvenemediği için. Kendine güvenemeyen insan da karaktersiz insandır.

MEDYA 30 YIL İÇİNDE EN PESPAYE DÖNEMİNİ YAŞIYOR

Siz AK Parti’yi anladığım kadarıyla medya konusunda eleştirmiyorsunuz?
Tabii ki eleştiriyorum. Neden eleştirmeyeyim? Medyanın 30 yıl içerisindeki en pespaye dönemini yaşıyoruz. Bu bir eleştiri değil mi?
Basın özgürlüğü bitti mi?
Yoktu ki zaten. Şimdi iktidarla ilgili her şeyi yazacaksın ama patronun ekonomik ilişkileri konusunda hiçbir şey yazamayacaksın bu özgürlük mü? Bunu karikatürize edersek Serdar Turgut Hürriyet’teyken şöyle anlatmıştı. “Ben patronumun ekonomik ilişkileri konusunda yazı yazmama özgürlüğüne sahibim” yani anlayacağın önce editöryal bağımsızlığı kendi içlerinde psikolojik olarak yani şuur olarak gazetecilerin kazanması lazım ki özgürlükten ya da bir baskıdan söz edebilelim.

28 ŞUBAT BİZİM İÇİN ÇOK AĞIRDI

Siz hiç iktidar baskısı gördünüz mü?
Hem de alasını gördüm. 28 Şubat süreci işte. Neler çektiğimizi bir biz bir Allah bilir. Kovulduk ama keşke kovulmayla kalsaydı. Epey sıkıntılar çektik. Baskıdan tut hedef gösterilmeye kadar.
Sizce Türkiye’nin en iyi medya patronu kim, ya da var mı öyle biri?
Bir zamanlar yanında çalışmıştım Hakan Çizem vardı. Kanal E’nin eski sahibiydi. Sattı sonra ve adı CNBCE oldu o kanalın. Hakan Çizem ile biz 4. Kuvvet Medya programı için bir sözleşme yapmıştık. Sözleşmede şöyle bir hüküm vardı. Programa sözlü ya da yazılı müdahale tek taraflı fesih gerekçesidir. Hiçbir patron böyle bir sözleşmeye imza atmaz ama o attı. Bir defa oldu. Merdan Yanardağ şahittir. Program toplantısında “bu hafta ne yapacaksınız siz ne var elinizde” dedi. “Yapacağız işte bir şeyler” dedim. Ha tamam dedi sustu. Böyle iyi bir adamdı. Doğan ve Dinç Bilgin’in tüm baskılarına rağmen direndi ve o program 1 yıl boyunca devam etti.
Aydın Doğan’ı nasıl buluyorsunuz?
Nesini nasıl buluyorum?
Medya patronluğunu yani?
Berbat buluyorum.
Nasıl yani?
Olmayan şeyin patronu (Kahkaha atıyor) ben ne yapayım öyle patronu.
NTV’nin durumu da epeyce tartışma konusu.
Hiç umurumda değil. Ben roman yazıyorum. Medyadan umudu keseli çok oldu.

BEN GAZETECİLİK YAPTIM ÇOLUĞUM COCUĞUM ACI ÇEKTİ

Bayağı bitirmişsiniz içinizde de medyayı?
Aynen öyle. Kendime de kızıyorum onca yıl kafamda bu kadar yer açtığım için. Çoluğumun çocuğumun çektiği acılara acıyorum. Ben gazetecilik yaptım onlar acı çektiler.
Neden o kadar acı çektiler?
Hem maddi hem de manevi.
İçerideki tutuklu gazeteciler var. Şimdi onların ailesi acı çekiyor. Onlar için ne söylersiniz. Neyin bedelini ödüyorlar?
Bilemiyorum kendilerini sorgulasınlar.
Üzülmüyor musunuz?
İnsan olarak elbette üzülüyorum.
Bir gazetecinin terör örgütü üyeliği ya da darbeye teşebbüsten yargılanması akla yatkın mı?
Neden olmasın. İnsana dair hiçbir şey beni şaşırtmaz.
Silivri bir toplama kampı mı muhalefetin dediği gibi?
Ne alakası var Allah aşkına. Muhalefetin dediğine çok da kulak vermemeli.
Ergenekon Örgütü’nün varlığına inanıyor musunuz?
Elbette inanıyorum. Olmaz olur mu, o dosyanın zekatı bile fazla gelir ülkeye.
Dikkatimi uzun zamandır çekiyor şimdiye kadar röportaj yaptığım her isim medyadan şikâyetçi, medyaya artık inanmıyor. İşin en ilginç kısmı bunu söyleyenler gazeteci ve tepe noktalardaki koltuklarda oturuyorlar. Çok garip değil mi?
Yapma bu işi o zaman derler adama. Ben sana ne diyorum. Artık roman yazmalıyım. Medya bitik.

TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ AHMAKÇA TANIMLANIYOR

Hiç alkol kullandınız mı?
Evet, ne olmuş?
Milli içeceğiniz ne?
Çay.
Peki, alkol düzenlemesine nasıl ve nerden bakıyorsunuz?
İnsana zarar veren konularda düzenleme yapılmasına karşı değilim. Bak alkol ve kumar gibi etkenlerden yuvalar yıkılıyor. Çoluk çocuk yetim kalıyor.
Yasakçı bir zihniyet diye tepki gösterenler de var ama...
Zararları ortadayken bunu bir ideolojik malzemeye dönüştürmeyi ahmaklık olarak görürüm ben. Türkiye’de bizim demokrasi ve laiklik dediğimiz ya da din dediğimiz şey yıllarca 100 cc’lik şarap şişesi , 1 metrekarelik başörtüsüne indirgendi bundan daha büyük bir ahmaklık olabilir mi? İçkiyi ideolojik sembol olarak ya da başörtüyü dini bir sembol olarak gören bir ahmaklığı dünyanın hiçbir yerinde göremezsin.

MUHAFAZAKAR KELİMESİNE KARŞIYIM

Var mıdır muhafazakâr bir yanınız?
Ben muhafazakâr kelimesine karşıyım. Çünkü doğru ifade mütedeyyin ifadesidir. Yani diyanetine sahip çıkan, dinini yaşayan insana mütedeyyin denir. Muhafazakâr ise bana daha çok statükoyla eşdeğer geliyor. Türkiye’de kavramlar yerinden oynamış. Kavramlar yerinde kullanılmazsa büyük sorun olur. Şu andaki tüm kargaşa kavram kargaşası. Türkiye’de bence şu an tek bir terör var o da ilkesizlik terörüdür.

TEK BİR TERÖR VAR, İLKESİZLİK TERÖRÜ

Çok teşekkür ediyorum. Sorularımı nasıl buldunuz?
Çok provokatif... (Gülüyor)
Aşkolsun..
(Gülerek başladı ve gülerek de bitiriyoruz)