MEDYA PATRONLARINI YANLIŞ TANIMIŞIZ! HEPSİ ÜRKEK BİRER KAĞITTAN KAPLANMIŞ!
Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet ve Turgay Ciner.Bu üç patron da, AKP iktidarına beyaz teslim bayrağını çekmiş durumda&...
OKTAY ABİ NASIL GİTTİ?
Gazeteci abimiz Oktay Ekşi, Türkiye’yi yönetenlerin bazı marifetleri ile ilgili bir yazı yazdı. Yazısının sonunda “Analarını bile satan zihniyet” dedi…Elbette ki ağır bir ifade idi. Aynı gün Tayyip’in hışmına uğradı. “Tayyip “Ben bunlarla mücadele etmem, savaşırım. Görün bakın neler olacak” gibi laflar edince Hürriyet gazetesinin patronu ve yönetimi korktular, Oktay abi’den istifa etmesini istediler. O gerçi ertesi günkü yazısında özür dilemişti ama ilahlar kurban istiyordu…Ve istifa etmek zorunda kaldı.
“Ana” sözcüğüne böylesine duyarlı olan ve savaşacağını açıklayan kişi, bir süre önce Mersin’de kendisine derdini anlatmaya çalışırken “Anamız ağladı” diyen çiftçiye “Ananı al da git” diyebilen Tayyip idi!
Gazeteci bazen farkına varmadan, bazen de işin sonunun nereye varacağını iyi düşünmeden, gözden kaçan bazı cümleler kullanabilir. Bunu ben de bir kez Hürriyet’te iken yaşamıştım.
Turgut Özal dönemiydi, ANAP iktidarı vardı. Yolsuzluk iddiaları arşa yükselmişti. Önüne gelen malı götürüyordu. Bir yazımda “Bu ANAP’lıların hepsi hırsızdır” gibi bir cümle kullanmıştım. İtiraf edeyim ki anlamsız-gereksiz-amacını aşan bir cümle idi. Olay büyüdü. Kendilerine hakaret ettiğim iddiasıyla Başbakan Mesut Yılmaz başta olmak üzere tüm ANAP’lılar dava açma yarışına girdiler.
Meclis’te ANAP grubuna noter getirildi. Beni seven, geçmişte tanışıklığımız olan birkaçı dışında tüm iktidar partisi milletvekilleri partinin avukatına vekaletname verdiler ve tazminat davaları açılmaya başlandı!
Fakat olay orada bitmedi. Bunlar bütün Türkiye’deki ANAP il ve ilçe örgütlerine de haber gönderdiler:
“Emin Çölaşan’ın yazısı ilişiktedir. Bu yazıda size de hakaret vardır. Bulunduğunuz yerde kendisi hakkında tazminat davaları açınız.”
İş öyle bir duruma geldi ki, Türkiye’nin dört bir yanından davalar yağıyor. Her gün gazeteye en az 30 dava tebligatı geliyor. Ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız.
Bin’e yakın dava geldi.
Örnek vereyim: “Ben ANAP Kars il yönetimindeyim, hakarete uğradım, tazminat isterim…Ben Bandırma ilçe sekreteriyim, hakarete uğradım, şu kadar para isterim…Ben İstanbul’un falanca ilçesinde ANAP’ın odacısıyım, bu partinin maaşlı elemanıyım, bana da hakaret vardır…”
Biz de savunmamızı teksir ettirdik, Türkiye’nin dört bir yanındaki mahkemelere gönderiyoruz! İşi gücü bıraktık, bu olayla uğraşıyoruz.
Sonuçta Ankara’da –hangisi olduğunu şimdi anımsamadığım- bir Asliye Hukuk Mahkemesi, açılan davalardan birini reddetti. İlk rahat nefesi böylece almış olduk. Sonra Yargıtay, mahkemenin bu kararını onadı ve geri kalan davaların tümü, o emsal karar doğrultusunda reddedildi.
X X X
Ben Hürriyet’te bunları yaşarken, Başbakan ve hükümet üyeleri dahil nice insan tarafından mahkemeye verilmişken, iki çök önemli olay yaşamıştık.
1- Başbakan Mesut Yılmaz ve partili arkadaşları, beni ve o zamanki patronumuz Erol Simavi’yi tehdit etmemiş, savaş baltalarını kılıfından çıkarmamış, sadece dava açmakla yetinmişlerdi.
2- Erol Bey veya gazete yönetiminden bana “İstifa et, yoksa bu iktidar bizi bitirir” diye herhangi bir baskı gelmemişti.
Şimdi ise devir değişti. Tayyip ve ekibi bir gazeteciye kızınca, önce patronuna baskı yapıyor, yaptırıyor. Söylenen şey şu:
“Bunun yazıları bizi üzüyor!”
Bu çok kibar (!) cümlenin Türkçeye tam çevirisi şöyle:
“Bunu ya kov, ya da istifaya zorla.”
Medya patronlarının bir bölümü doğrudan Tayyip’in adamı. Geri kalan bir kesim var ki, ellerinde çok sayıda gazete ve televizyon var. İşte o patronlar korkutuldu. Onların başında ne yazık ki üç kişi geliyor:
Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet ve Turgay Ciner.
En başta Aydın Doğan olmak üzere bu üç patron da, AKP iktidarına beyaz teslim bayrağını çekmiş durumda…
Çünkü hepsinin devletle ve hükümetle milyarlarca dolarlık işleri, beklentileri var. Eğer bu üç medya patronu biraz olsun sağlam, başlarını eğmeden durabilselerdi, Türkiye bütün kurumlarıyla AKP’nin eline geçmiş olmazdı.
X X X
Oktay Ekşi, işte bu ortamda, tepki çeken yazısından sonra özür dilediği halde bile, istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi çok merak ediyorum, acaba bu istifayı patron Aydın Doğan mı istedi, yoksa Oktay abi kendisi mi karar verdi! Benim mantığım şunu söylüyor:
“Aydın Doğan, Tayyip’in ‘Bunlarla savaşırım’ mesajını duyunca, başına bundan sonra neler gelebileceğini bir kez daha düşündü. Yazılan amansız ve haksız vergi cezalarından sonra zora girmiş, en son POAŞ’ın tamamını on gün önce yabancılara satmak zorunda kalmıştı. O artık Tayyip’in hışmına uğramaktan iyice korkuyordu. Sonuçta ‘Oktay istifa et, başıma yeni işler açma’ demek zorunda kaldı.”
Bu olayları ben çok iyi bilirim çünkü bire bir yaşadım. Tayyip’in baskısıyla, bana da aynı mesajlar gönderilmişti. Patronun personeli Ertuğrul Özkök Ankara’da yanıma gelmiş ve istifa ettiğim takdirde Aydın Doğan’ın bana çok büyük paralar vereceğini bildirmişti! Elimin tersiyle reddettim ve sonuçta beni kovmak zorunda kaldılar.
Oktay abi ile yıllarca aynı çatı altında çalıştık. Çok fazla olmasa bile biraz tanıdığımı söyleyebilirim. O, benim gibi vuruşarak çekilecek biri değildir…Belli ki, patronun mesajı kendisine ulaştığı anda istifa etmek zorunda kalmıştır.
Varsayalım istifa isteği patrondan gelmemiştir de, Oktay abi’nin kendi kararıdır. O takdirde bir patronun, bunca yıllık başyazarına şunu söyleyip istifasını kabul etmemesi gerekmez miydi:
“Oktay, sakın alttan alma. O yanlış cümleyi bir kere yazmış bulundun. Özür de diledin. Sonuçta seni ve gazeteyi mahkemeye verirler, yargı kararını yerine getiririz. İstifayı düşünme, yazmaya devam et.”
İnsanoğlunun yüreğine korku bir kere girmeye görsün! Şimdilik sadece ikisinin bildiği bu olay, bakarsınız günün birinde açıklık kazanır ve hep birlikte öğrenmiş oluruz.
X X X
Sevgili okuyucularım, burada bazen sözünü ettiğim “Sarı öküz” fıkrası çok önemlidir ve günümüzde yaşadığımız tüm baskıları çok iyi anlatır.
Sen çevreni kuşatan ve “Sarı öküzü bize verin, sonra sizi rahat bırakalım” diye uluyan aslan, kaplan, çakal, ya da vahşi hayvanlar sürüsüne “Sarı öküzü verirsek bize bir daha saldırmazlar” deyip o sarı öküzü en başta bir kez verirsen, onu feda edersen, sıra alacalı öküzlere, sonra genç ineklere, buzağılara ve ötekilere gelir ve sürü seni yiyip bitirir. Geride iskeletin kalır. Aynen bugün olduğu gibi!
Medyanın bugün başına gelen, işte budur. Sarı öküz -benim kovulmamla birlikte- üç yıl önce sürüye teslim edildi, sonra sıra Necati Doğru, Mine Kırıkkanat, Bekir Coşkun, Oktay Ekşi gibi nice köşe yazarlarına ve hatta genç muhabir kardeşlerimize geldi. Bazılarımız kovuldu, bazılarımız istifaya zorlandı.
O büyük, anlı şanlı medya patronlarını biz yıllarca yanlış tanımışız. Ellerine yukarıdan ‘Tasfiye listeleri’ tutuşturulan o patronların ürkek birer kağıttan kaplan olduklarını bilememişiz!
22 yılımı verdiğim, onurla, baş eğmeden her iktidarla mücadele ettiğim Hürriyet gazetesi, ne acıdır ki, birkaç köşe yazarı hariç, artık tümüyle AKP iktidarının dümen suyuna girmiş, iktidarı eleştirmekten korkan bir yandaş-magazin gazetesi oldu. Oktay Ekşi’nin harcandığı gün, gazetenin manşetinde Tayyip’e övgüler düzen bir yandaş kitabın tanıtımı uzun uzun yer alıyordu.
İktidar korkusu, öteki patronlar gibi en büyük patron Aydın Doğan’ın yüreğine de çok büyük korkular saldı. Kişiliği bile değişikliğe uğradı.
Neredeyse 30 yıllık başyazarını bile, yazısındaki bir tek cümle nedeniyle feda edebilen Aydın Doğan’a, bir süre öncesine kadar çok kızıyordum.
Artık kızmıyorum!
Şimdi onun için sadece üzülüyorum! Daha fazlasını söylemeye elim varmıyor.
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Gazeteci abimiz Oktay Ekşi, Türkiye’yi yönetenlerin bazı marifetleri ile ilgili bir yazı yazdı. Yazısının sonunda “Analarını bile satan zihniyet” dedi…Elbette ki ağır bir ifade idi. Aynı gün Tayyip’in hışmına uğradı. “Tayyip “Ben bunlarla mücadele etmem, savaşırım. Görün bakın neler olacak” gibi laflar edince Hürriyet gazetesinin patronu ve yönetimi korktular, Oktay abi’den istifa etmesini istediler. O gerçi ertesi günkü yazısında özür dilemişti ama ilahlar kurban istiyordu…Ve istifa etmek zorunda kaldı.
“Ana” sözcüğüne böylesine duyarlı olan ve savaşacağını açıklayan kişi, bir süre önce Mersin’de kendisine derdini anlatmaya çalışırken “Anamız ağladı” diyen çiftçiye “Ananı al da git” diyebilen Tayyip idi!
Gazeteci bazen farkına varmadan, bazen de işin sonunun nereye varacağını iyi düşünmeden, gözden kaçan bazı cümleler kullanabilir. Bunu ben de bir kez Hürriyet’te iken yaşamıştım.
Turgut Özal dönemiydi, ANAP iktidarı vardı. Yolsuzluk iddiaları arşa yükselmişti. Önüne gelen malı götürüyordu. Bir yazımda “Bu ANAP’lıların hepsi hırsızdır” gibi bir cümle kullanmıştım. İtiraf edeyim ki anlamsız-gereksiz-amacını aşan bir cümle idi. Olay büyüdü. Kendilerine hakaret ettiğim iddiasıyla Başbakan Mesut Yılmaz başta olmak üzere tüm ANAP’lılar dava açma yarışına girdiler.
Meclis’te ANAP grubuna noter getirildi. Beni seven, geçmişte tanışıklığımız olan birkaçı dışında tüm iktidar partisi milletvekilleri partinin avukatına vekaletname verdiler ve tazminat davaları açılmaya başlandı!
Fakat olay orada bitmedi. Bunlar bütün Türkiye’deki ANAP il ve ilçe örgütlerine de haber gönderdiler:
“Emin Çölaşan’ın yazısı ilişiktedir. Bu yazıda size de hakaret vardır. Bulunduğunuz yerde kendisi hakkında tazminat davaları açınız.”
İş öyle bir duruma geldi ki, Türkiye’nin dört bir yanından davalar yağıyor. Her gün gazeteye en az 30 dava tebligatı geliyor. Ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız.
Bin’e yakın dava geldi.
Örnek vereyim: “Ben ANAP Kars il yönetimindeyim, hakarete uğradım, tazminat isterim…Ben Bandırma ilçe sekreteriyim, hakarete uğradım, şu kadar para isterim…Ben İstanbul’un falanca ilçesinde ANAP’ın odacısıyım, bu partinin maaşlı elemanıyım, bana da hakaret vardır…”
Biz de savunmamızı teksir ettirdik, Türkiye’nin dört bir yanındaki mahkemelere gönderiyoruz! İşi gücü bıraktık, bu olayla uğraşıyoruz.
Sonuçta Ankara’da –hangisi olduğunu şimdi anımsamadığım- bir Asliye Hukuk Mahkemesi, açılan davalardan birini reddetti. İlk rahat nefesi böylece almış olduk. Sonra Yargıtay, mahkemenin bu kararını onadı ve geri kalan davaların tümü, o emsal karar doğrultusunda reddedildi.
X X X
Ben Hürriyet’te bunları yaşarken, Başbakan ve hükümet üyeleri dahil nice insan tarafından mahkemeye verilmişken, iki çök önemli olay yaşamıştık.
1- Başbakan Mesut Yılmaz ve partili arkadaşları, beni ve o zamanki patronumuz Erol Simavi’yi tehdit etmemiş, savaş baltalarını kılıfından çıkarmamış, sadece dava açmakla yetinmişlerdi.
2- Erol Bey veya gazete yönetiminden bana “İstifa et, yoksa bu iktidar bizi bitirir” diye herhangi bir baskı gelmemişti.
Şimdi ise devir değişti. Tayyip ve ekibi bir gazeteciye kızınca, önce patronuna baskı yapıyor, yaptırıyor. Söylenen şey şu:
“Bunun yazıları bizi üzüyor!”
Bu çok kibar (!) cümlenin Türkçeye tam çevirisi şöyle:
“Bunu ya kov, ya da istifaya zorla.”
Medya patronlarının bir bölümü doğrudan Tayyip’in adamı. Geri kalan bir kesim var ki, ellerinde çok sayıda gazete ve televizyon var. İşte o patronlar korkutuldu. Onların başında ne yazık ki üç kişi geliyor:
Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet ve Turgay Ciner.
En başta Aydın Doğan olmak üzere bu üç patron da, AKP iktidarına beyaz teslim bayrağını çekmiş durumda…
Çünkü hepsinin devletle ve hükümetle milyarlarca dolarlık işleri, beklentileri var. Eğer bu üç medya patronu biraz olsun sağlam, başlarını eğmeden durabilselerdi, Türkiye bütün kurumlarıyla AKP’nin eline geçmiş olmazdı.
X X X
Oktay Ekşi, işte bu ortamda, tepki çeken yazısından sonra özür dilediği halde bile, istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi çok merak ediyorum, acaba bu istifayı patron Aydın Doğan mı istedi, yoksa Oktay abi kendisi mi karar verdi! Benim mantığım şunu söylüyor:
“Aydın Doğan, Tayyip’in ‘Bunlarla savaşırım’ mesajını duyunca, başına bundan sonra neler gelebileceğini bir kez daha düşündü. Yazılan amansız ve haksız vergi cezalarından sonra zora girmiş, en son POAŞ’ın tamamını on gün önce yabancılara satmak zorunda kalmıştı. O artık Tayyip’in hışmına uğramaktan iyice korkuyordu. Sonuçta ‘Oktay istifa et, başıma yeni işler açma’ demek zorunda kaldı.”
Bu olayları ben çok iyi bilirim çünkü bire bir yaşadım. Tayyip’in baskısıyla, bana da aynı mesajlar gönderilmişti. Patronun personeli Ertuğrul Özkök Ankara’da yanıma gelmiş ve istifa ettiğim takdirde Aydın Doğan’ın bana çok büyük paralar vereceğini bildirmişti! Elimin tersiyle reddettim ve sonuçta beni kovmak zorunda kaldılar.
Oktay abi ile yıllarca aynı çatı altında çalıştık. Çok fazla olmasa bile biraz tanıdığımı söyleyebilirim. O, benim gibi vuruşarak çekilecek biri değildir…Belli ki, patronun mesajı kendisine ulaştığı anda istifa etmek zorunda kalmıştır.
Varsayalım istifa isteği patrondan gelmemiştir de, Oktay abi’nin kendi kararıdır. O takdirde bir patronun, bunca yıllık başyazarına şunu söyleyip istifasını kabul etmemesi gerekmez miydi:
“Oktay, sakın alttan alma. O yanlış cümleyi bir kere yazmış bulundun. Özür de diledin. Sonuçta seni ve gazeteyi mahkemeye verirler, yargı kararını yerine getiririz. İstifayı düşünme, yazmaya devam et.”
İnsanoğlunun yüreğine korku bir kere girmeye görsün! Şimdilik sadece ikisinin bildiği bu olay, bakarsınız günün birinde açıklık kazanır ve hep birlikte öğrenmiş oluruz.
X X X
Sevgili okuyucularım, burada bazen sözünü ettiğim “Sarı öküz” fıkrası çok önemlidir ve günümüzde yaşadığımız tüm baskıları çok iyi anlatır.
Sen çevreni kuşatan ve “Sarı öküzü bize verin, sonra sizi rahat bırakalım” diye uluyan aslan, kaplan, çakal, ya da vahşi hayvanlar sürüsüne “Sarı öküzü verirsek bize bir daha saldırmazlar” deyip o sarı öküzü en başta bir kez verirsen, onu feda edersen, sıra alacalı öküzlere, sonra genç ineklere, buzağılara ve ötekilere gelir ve sürü seni yiyip bitirir. Geride iskeletin kalır. Aynen bugün olduğu gibi!
Medyanın bugün başına gelen, işte budur. Sarı öküz -benim kovulmamla birlikte- üç yıl önce sürüye teslim edildi, sonra sıra Necati Doğru, Mine Kırıkkanat, Bekir Coşkun, Oktay Ekşi gibi nice köşe yazarlarına ve hatta genç muhabir kardeşlerimize geldi. Bazılarımız kovuldu, bazılarımız istifaya zorlandı.
O büyük, anlı şanlı medya patronlarını biz yıllarca yanlış tanımışız. Ellerine yukarıdan ‘Tasfiye listeleri’ tutuşturulan o patronların ürkek birer kağıttan kaplan olduklarını bilememişiz!
22 yılımı verdiğim, onurla, baş eğmeden her iktidarla mücadele ettiğim Hürriyet gazetesi, ne acıdır ki, birkaç köşe yazarı hariç, artık tümüyle AKP iktidarının dümen suyuna girmiş, iktidarı eleştirmekten korkan bir yandaş-magazin gazetesi oldu. Oktay Ekşi’nin harcandığı gün, gazetenin manşetinde Tayyip’e övgüler düzen bir yandaş kitabın tanıtımı uzun uzun yer alıyordu.
İktidar korkusu, öteki patronlar gibi en büyük patron Aydın Doğan’ın yüreğine de çok büyük korkular saldı. Kişiliği bile değişikliğe uğradı.
Neredeyse 30 yıllık başyazarını bile, yazısındaki bir tek cümle nedeniyle feda edebilen Aydın Doğan’a, bir süre öncesine kadar çok kızıyordum.
Artık kızmıyorum!
Şimdi onun için sadece üzülüyorum! Daha fazlasını söylemeye elim varmıyor.
Emin Çölaşan/SÖZCÜ