''MEDYA ADAM OLMADAN BU ÜLKEYE DEMOKRASİ GELMEZ!''
Milliyet yazarı Hasan Cemal, Medya Derneği'ni va bazı meslektaşlarını yerden yere vurdu..
İktidarla medyanın demokrasi ayıpları!
Demokrasi iktidarların eleştirilmesinden geçer, ancak böyle hayatiyet kazanır. Ne zaman ki iktidara dönük eleştirilerde tedirginlik ve korku uç vermeye başlar, işte o zaman demokrasi de inişe geçmiş olur. Bu da kendini en çok medyada belli eder. İktidar karşısında medyanın suskunlaşmaya ve muhalif köşelerin birer birer kapanmaya başlaması hayra alamet değildir.
Tatilde çok şey birikti. Sıcak yazla birlikte siyasetin olağanüstü ısındığı, şiddet ve terörün tırmanışa geçtiği bir dönemde tatile çıkınca olacağı buydu.
Dün konum, ‘Gaziantep katliamı’ydı. Katliamın sorumlusu olan PKK’ydı. ‘Kürt sorunu’yla ilgili olarak tarafların yanlışlarıydı.
Bugünkü konum özgürlükler ve demokrasi. Bu iki konuda siyasal iktidarla medyaya yöneltilmesi gereken eleştiriler.
Bir başka deyişle:
İktidarla medyanın demokrasi ayıpları...
Demokrasi iktidarların eleştirilmesinden geçer, ancak böyle hayatiyet kazanır. Ne zaman ki iktidara dönük eleştirilerde tedirginlik ve korku uç vermeye başlar, işte o zaman demokrasi inişe geçmiş olur.
Bu da kendini en çok medyada belli eder. İktidar karşısında medyanın suskunlaşmaya ve muhalif köşelerin birer birer kapanmaya başlaması hayra alamet değildir.
Editörlerle yazarların eli tutulmaya, son olarak Radikal’deki Yıldırım Türker örneğindeki gibi köşelerdeki yaprak dökümü hızlanmaya başladı mı, demokrasinin ikinci sınıflığa, üçüncü sınıflığa doğru yolculuğu da ivme kazanır.
Bugün bu süreç yaşanıyor.
Gitgide hızlanan bir süreç bu.
İktidar sesini yükseltirken ve siyaset meydanında sadece kendi sesinin çıkmasını özgürlük sanırken, medya -bazı istisnalar dışında- suskun ve boynu bükük bir görüntü veriyor.
Hazin bir durum.
İki hafta önce tatile çıkarken Başbakan Erdoğan, Radikal gazetesindeki bir yazıdan dolayı, isimlerini vermeden Cüneyt Özdemir’le Aydın Doğan’ı sert dille eleştirdi:
“Ben buradan o medya patronuna yazıklar olsun diyorum. Bu tür hedefi olamayan, bu tür aşkı, heyecanı olamayan insanların eline kalem vermişsin, köşe teslim etmişsin. Bunlar bu millete yabancı, bu milletin tarihine yabancı, bu milletin derdiyle dertlenen kalemler değil bunlar...”
Bir başbakanın bu sözleri herhangi bir demokraside kıyameti koparırdı. Bizdeyse tek tük istisnalar dışında çıt çıkmadı.
Bu da acıklıydı.
Her şeyden önce köşeler patronların tapulu malı değildir. O köşeler ve kalemler, bazı istisnalar dışında, ‘patronların lütfu’yla da kazanılmaz.
Ayrıca, bir başbakanın kalkıp hangi kalemler bu millete ve tarihine layıktır diye kriterler koymaya kalkışması, kendi kriterlerine uymayanları -bazen uluorta, bazen üstü örtülü baskılarla- kovdurmaya çalışması, demokrasi fikrini hiçe saymaktır, otoriterliğin dik alasıdır.
İktidar ve demokrasi deyince, bir de İdris Naim Bey var tabii.
Demokrasi ve özgürlükler düzeninin doğru dürüst işlediği bir ülkede bombayla kitabı, kurşunla köşe yazısını aynı kaba koyan, bizleri ‘hedef tahtası’na oturtabilen bir İçişleri Bakanı da olmazdı.
İdris Naim Şahin bu bakımdan kendisini eleştirenlere gözdağı da verebilecek kadar fütursuzlaştı:
“Ankara’da, İstanbul’da oturmuş köşesine, almış kalemini eline, içiyor purosunu... Denizin maviliklerine, ağacın, bahçelerin yeşilliklerine bakarak yazı yazanlar, fikir üretenler... Büyük ulema, büyük mütefekkir grubu... Ağzına tıkarım ben o yazıları senin...”
Akıl alır gibi değil.
Belki hiç ciddiye alınmayacak kadar da gülünç...
Ama bu sözler, bunca zamandır hala koltuğunu koruyabilen bir İçişleri Bakanı’na ait ve bu nedenle ciddiye almak zorundayız, özgürlük ve demokrasi diye bir derdimiz varsa...
Aynı İçişleri Bakanı, bu yıl Taksim’de yapılan bir gösteride, “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!” pankartının altında da konuşmuştu.
Ve yine ses seda çıkmamıştı.
İktidar sahipleri karşısındaki bu sessizliği, bu suskunluğu olağan mı karşılamak gerekiyor yoksa?..
Elbette hayır
Öte yandan bir gazete, aralarında benim de bulunduğum bazı yakın arkadaşlarımı, değerli meslektaşlarımı, Cengiz Çandar’ı, Ali Bayramoğlu’nu, Ahmet İnsel’i, Ahmet Altan’ı, Yasemin Çongar’ı kaçıncı defadır hedef gösteriyor, ırkçı nefretin ya da nefret suçunun en hasını işliyor.
Fakat, tek tük istisnalar dışında yine ses seda yok medyada. İktidar kılını kıpırdatmıyor, yargı kımıldamıyor.
Ama asıl hüzün verici olan Medya Derneği’nin tutumuydu.
Yönetim Kurulu olarak Başbakan Erdoğan’ı o günlerde ziyaret ettiler ve benim bu yazımda kendime dert edindiğim meselelere ilişkin tek bir soru bile sormadılar iktidarın başına...
Bu da hazin.
Uzun lafın kısası:
Medya adam olmadan demokrasi adam olmaz!
‘Tatilde birikenler’in üçüncüsü yarın.
Hasan CEMAL / MİLLİYET
Demokrasi iktidarların eleştirilmesinden geçer, ancak böyle hayatiyet kazanır. Ne zaman ki iktidara dönük eleştirilerde tedirginlik ve korku uç vermeye başlar, işte o zaman demokrasi de inişe geçmiş olur. Bu da kendini en çok medyada belli eder. İktidar karşısında medyanın suskunlaşmaya ve muhalif köşelerin birer birer kapanmaya başlaması hayra alamet değildir.
Tatilde çok şey birikti. Sıcak yazla birlikte siyasetin olağanüstü ısındığı, şiddet ve terörün tırmanışa geçtiği bir dönemde tatile çıkınca olacağı buydu.
Dün konum, ‘Gaziantep katliamı’ydı. Katliamın sorumlusu olan PKK’ydı. ‘Kürt sorunu’yla ilgili olarak tarafların yanlışlarıydı.
Bugünkü konum özgürlükler ve demokrasi. Bu iki konuda siyasal iktidarla medyaya yöneltilmesi gereken eleştiriler.
Bir başka deyişle:
İktidarla medyanın demokrasi ayıpları...
Demokrasi iktidarların eleştirilmesinden geçer, ancak böyle hayatiyet kazanır. Ne zaman ki iktidara dönük eleştirilerde tedirginlik ve korku uç vermeye başlar, işte o zaman demokrasi inişe geçmiş olur.
Bu da kendini en çok medyada belli eder. İktidar karşısında medyanın suskunlaşmaya ve muhalif köşelerin birer birer kapanmaya başlaması hayra alamet değildir.
Editörlerle yazarların eli tutulmaya, son olarak Radikal’deki Yıldırım Türker örneğindeki gibi köşelerdeki yaprak dökümü hızlanmaya başladı mı, demokrasinin ikinci sınıflığa, üçüncü sınıflığa doğru yolculuğu da ivme kazanır.
Bugün bu süreç yaşanıyor.
Gitgide hızlanan bir süreç bu.
İktidar sesini yükseltirken ve siyaset meydanında sadece kendi sesinin çıkmasını özgürlük sanırken, medya -bazı istisnalar dışında- suskun ve boynu bükük bir görüntü veriyor.
Hazin bir durum.
İki hafta önce tatile çıkarken Başbakan Erdoğan, Radikal gazetesindeki bir yazıdan dolayı, isimlerini vermeden Cüneyt Özdemir’le Aydın Doğan’ı sert dille eleştirdi:
“Ben buradan o medya patronuna yazıklar olsun diyorum. Bu tür hedefi olamayan, bu tür aşkı, heyecanı olamayan insanların eline kalem vermişsin, köşe teslim etmişsin. Bunlar bu millete yabancı, bu milletin tarihine yabancı, bu milletin derdiyle dertlenen kalemler değil bunlar...”
Bir başbakanın bu sözleri herhangi bir demokraside kıyameti koparırdı. Bizdeyse tek tük istisnalar dışında çıt çıkmadı.
Bu da acıklıydı.
Her şeyden önce köşeler patronların tapulu malı değildir. O köşeler ve kalemler, bazı istisnalar dışında, ‘patronların lütfu’yla da kazanılmaz.
Ayrıca, bir başbakanın kalkıp hangi kalemler bu millete ve tarihine layıktır diye kriterler koymaya kalkışması, kendi kriterlerine uymayanları -bazen uluorta, bazen üstü örtülü baskılarla- kovdurmaya çalışması, demokrasi fikrini hiçe saymaktır, otoriterliğin dik alasıdır.
İktidar ve demokrasi deyince, bir de İdris Naim Bey var tabii.
Demokrasi ve özgürlükler düzeninin doğru dürüst işlediği bir ülkede bombayla kitabı, kurşunla köşe yazısını aynı kaba koyan, bizleri ‘hedef tahtası’na oturtabilen bir İçişleri Bakanı da olmazdı.
İdris Naim Şahin bu bakımdan kendisini eleştirenlere gözdağı da verebilecek kadar fütursuzlaştı:
“Ankara’da, İstanbul’da oturmuş köşesine, almış kalemini eline, içiyor purosunu... Denizin maviliklerine, ağacın, bahçelerin yeşilliklerine bakarak yazı yazanlar, fikir üretenler... Büyük ulema, büyük mütefekkir grubu... Ağzına tıkarım ben o yazıları senin...”
Akıl alır gibi değil.
Belki hiç ciddiye alınmayacak kadar da gülünç...
Ama bu sözler, bunca zamandır hala koltuğunu koruyabilen bir İçişleri Bakanı’na ait ve bu nedenle ciddiye almak zorundayız, özgürlük ve demokrasi diye bir derdimiz varsa...
Aynı İçişleri Bakanı, bu yıl Taksim’de yapılan bir gösteride, “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!” pankartının altında da konuşmuştu.
Ve yine ses seda çıkmamıştı.
İktidar sahipleri karşısındaki bu sessizliği, bu suskunluğu olağan mı karşılamak gerekiyor yoksa?..
Elbette hayır
Öte yandan bir gazete, aralarında benim de bulunduğum bazı yakın arkadaşlarımı, değerli meslektaşlarımı, Cengiz Çandar’ı, Ali Bayramoğlu’nu, Ahmet İnsel’i, Ahmet Altan’ı, Yasemin Çongar’ı kaçıncı defadır hedef gösteriyor, ırkçı nefretin ya da nefret suçunun en hasını işliyor.
Fakat, tek tük istisnalar dışında yine ses seda yok medyada. İktidar kılını kıpırdatmıyor, yargı kımıldamıyor.
Ama asıl hüzün verici olan Medya Derneği’nin tutumuydu.
Yönetim Kurulu olarak Başbakan Erdoğan’ı o günlerde ziyaret ettiler ve benim bu yazımda kendime dert edindiğim meselelere ilişkin tek bir soru bile sormadılar iktidarın başına...
Bu da hazin.
Uzun lafın kısası:
Medya adam olmadan demokrasi adam olmaz!
‘Tatilde birikenler’in üçüncüsü yarın.
Hasan CEMAL / MİLLİYET