Mahkeme salonlarını çınlatan ikili nerede?

İçeride kaldıkları sürede öylesine “kahraman”laştılar ki; bu ikilinin yazdığı yedi-sekiz kitap milyonlarca adet sattı.

VAROL ERSOY varol.ersoy@medyaradar.com

Atatürk filmini henüz seyretmediyseniz bir an önce sinemaya gidin ve izleyin. Onun hayatına ve siyasi mücadelesine ilişkin bilmediğiniz çok şeyi öğreneceksiniz…
Örneğin 1904 yılında, Harp Akademisi’ni henüz bitirdiği dönemde kendisi gibi bazı kurmay yüzbaşılarla “gizli örgüt kurmak, aralarında para toplamak ve Abdülhamit’e bombalı suikast düzenlemek” suçlarından tutuklandığını kaçımız biliyoruz?
Üstelik de acıyıp kaldıkları evde barınmasını sağladıkları eski bir subay olan Fethi Bey’in asılsız suçlamaları ve ihbarı yüzünden!
Evet; Atatürk ve silah arkadaşları Abdülhamit’e karşıydı… Ama amaçları onu öldürmek değil, tahttan indirerek Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını önlemekti.
Ülkeyi kurtarmaktı.
Bugün İstanbul Teknik Üniversitesi’ne ait olan Taşkışla Subay Hapishanesi’nin hücresine atıldı Mustafa Kemal…
Bu zindan, yağlı sıçanların cirit attığı soğuk ve karanlık dehlizlerle doluydu. Abdülhamit’e karşı suç işleyen devlet adamları bu zindanlarda ya boğdurulur ya da sürgüne yollanırdı.
Aylarca o zindanda kaldı Mustafa Kemal… Saçı, sakalı birbirine karıştı. İşkenceden geçirildi.
Abdülhamit’in sorgucusu ve işkencecisi Zülüflü İsmail Paşa, ne yaptıysa suçlanmasına neden olacak tek cümle alamadı Mustafa Kemal’in ağzından.
Sonunda Harp Akademisi Komutanı Ali Rıza Paşa’nın özel ricasıyla salıverildi.
Hemen ardından da “komutan” olarak Şam’a sürüldü.
*
Filmi izlerken yakın geçmişte gazeteci olarak izlediğim benzer tutuklamalar, işkenceler geldi aklıma…
Taşkışla Zindanları’nın yerini Silivri Cezaevi almıştı.
Cezaevi kampüsü içindeki mahkemelerde yargılanan subaylar, rektörler, aydınlar, gazeteciler gelip geçti gözümün önünden…
Ne yalan söyleyeyim; özellikle de iki isim…
Ergenekon Davası’nın neredeyse her duruşmasında kimseye söz hakkı tanımadan avaz avaz bağırarak mücadelelerini anlatan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan…
Öylesine büyük bir öfke içindeydiler ki, her duruşma öncesinde, arasında ve sonrasında salonu çın çın inletiyorlardı:
“Özgür kalacağız ve bu kumpası kuranlardan hesap soracağız…”
“Bu salonlarda onları yargılayacağız…”
“Masumların ölümüne neden olan bu düzeni başlarına yıkacağız…”
İçeride kaldıkları sürede öylesine “kahraman”laştılar ki; bu ikilinin yazdığı yedi-sekiz kitap milyonlarca adet sattı.
Biz, dışarıdaki arkadaşları, yayınevlerinin düzenlediği etkinliklere katılıp onların yerine imzaladık o kitapları…
Milyonlarca lira para kazandılar “tutuklulukları” sayesinde!
*
Mustafa Kemal ise hiçbir şey kazanmadı. Tam tersine o zindanlarda yaşadıkları yüzünden sağlığından oldu.
Ama kurtulduğu andan itibaren hedefe yürüdü…
Saltanatı yıkıp halkın yönetimde olduğu bir rejime ulaşmak için onlarce sene didindi.
Sonunda da amacına ulaştı.
*
Ya bizimkiler?
Mustafa Balbay milletvekili olup “salla başını al maaşını” sistemini kendine yakıştırdı; kendisine büyük destek veren “İzmir’in martıları”nı bile hayal kırıklığına uğrattı!
Tuncay Özkan ise daha da ileri gidip CHP’nin yönetimine girdi. Genel Başkan Yardoımcısı bile oldu. Ama, partideki Kemalistler’in tasfiyesinde Kılıçdaroğlu’na hizmet etti.
CHP’deki liboşlarla kol kola girdi.
*
Sadece ikisini anmak elbette haksızlık olur… O koskoca subaylar, sözüm ona parti liderleri, akademisyenler bir anda ortalıktan kayboldu.
Kimi danışman olup cüzdanlarını doldurma gayretine düştü; kimisi bavulunu toplayıp yurtdışına yerleşti…
*
Mutlaka izleyin bu filmi…
İbretle, içiniz burula burula bakacaksınız perdeye…
Mustafa Kemal’in neden Atatürk olduğunu, Tuncay Özkan’ın da kendisine inanan milyonlarca kişiyi nasıl hüsrana uğrattığını düşünürsünüz belki benim gibi…
Belki de sizin aklınıza, Genelkurmay’ın Kozmik Odası’nın anahtarını FETÖ’ye veren, sonra da tutuklanın ve hüküm giyen biçare Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ gelir…
Kahrolursunuz!

Tüm yazılarını göster