MAHALLENİN ABLASI KONUŞTU!.. ''İYİ Kİ BİRAND'IN EKİBİNDEN AYRILMIŞIM!..''
Mahallenin Ablası Ayşenur Arslan medya dünyasını sarsacak önemli açıklamalar yaptı.
Bir bakmışız hepimiz ölüyüz
Uzun yıllar haber merkezlerini yöneten ve ekrandaki anchor’ların arkasındaki güç olan Ayşenur Arslan bir süredir CNNTURK’te ’Medya Mahallesi’ programını hazırlıyor. ’Mahallenin Ablası’ sıfatıyla hazırladığı programda gazetelerdeki haberleri ve yazıları geniş bir perspektifle birbiriyle ilintilendirip izleyiciye sebep-sonuç ilişkisi içinde sunarken konuk aldığı gazetecilerle de gündemin nabzını tutuyor. Bir yandan da medyanın eksiğini gediğini ablalığından aldığı güçle eleştirmekten geri durmayan Arslan’la uzun bir sohbet gerçekleştirdik.
- Medya yine esaslı bir sınavdan geçiyor. Baykal’a kaset komplosuyla başlayan bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu ilk sınav değil, muhtemelen son sınav da olmayacak çünkü Türk medyası Cumhuriyet tarihi boyunca aslında pek çok sınavdan geçti. Medya, Türkiye’deki siyasi tarihin aslında bir aynası. Mazlumlar ve mağdurlar iktidara gelip mağrur oluyorlar. Bazen bu tersine dönüyor. Bu döngü medyada da aynen devam ediyor.
- AKP hükümetinin medya üzerindeki etkisi geçmiş yıllarla kıyaslandığında nasıl?
Şimdi, 2003 yılından itibaren çok alışık olduğumuz bir fotoğrafın ayrıntılarının ortaya çıktığı bir dönem çünkü Türkiye’de pek az partiye, bu kadar uzun süre tek başına iktidar olmak nasip oldu. Bu kadar uzun süre iktidarda olursanız ve ’Ben geçmişte medyadan çok çektim dolayısıyla bu medya problemini çok ciddi bir biçimde halletmeliyim’ diye düşünüyorsanız medyayı baskı altına almanız ve dizayn etmeniz anlaşılabilirdir; doğal ya da normal değildir ama anlaşılabilirdir.
- Peki, medya bu süreçte nasıl biçimlendi?
AKP iktidarını savunan, sözcülüğünü yapan medya cephesi son sekiz yıl içinde hem sayıca, hem hacim hem de personeli itibariyle kat kat büyüdü. Son derece tek tip diyebileceğim bir yapı söz konusu. Erdoğan’ı destekleyen televizyonların sayıları da giderek arttı, buna TRT de eklendi. Bazı gazetecilere TRT’de birden fazla programlar yaptırılıyor, seyahatlerde uçağınızda yanı başınızda oturtuyorsunuz; yani aslında neyin ne olduğu son derece açık seyrediyor.
YOLDAŞ DA CANDAŞ DA KOMİK
Başbakan Erdoğan ’yandaş medya’ kavramına katkı yaptı ve CHP’yi destekleyenlerin de ’yoldaş’ ya da ’candaş’ olduğunu iddia etti...
Mevcut tabloya bakınca ’CHP medyası, yoldaş medya, candaş medya’ demek bana yanlış demeyeyim de komik geliyor. İnanın, CHP belki de en çok o medyadan çekiyor. Şimdiden işaretleri de var. Kılıçdaroğlu’nun Güneydoğu söylemini, projelerini beğenmeyip, eleştiriyorlar. Sempati duyabilirler. Her gazetecinin bir görüşü vardır ve olmalıdır; bunu da dile getirebilir.
- Ama kurultayda sandalyeler üzerinde alkışlamak, alkışlarken kendinden geçmekle suçlanan duayen isimler var; bu tavırları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu iddiayı ortaya atan Taraf muhabiriyle Oktay Ekşi ve Tufan Türenç’in canlı yayınını izledim, sonra da Oktay Bey’i aradım ve ’Herhalde bu tartışmaya en çok eşiniz sinirlenmiştir.’ dedim. ’Niye?’ diye sordu, ’Evde ayakkabını çıkarmıyorsun da kurultayda çıkarıyorsun, aşk olsun sana demiştir herhalde’ dedim, güldük... Bazı şeyler vardır gözünüzle görseniz bile inanmamanız lazım. Oktay Bey’in ayakkabılarını çıkarması, o sandalyeye çıkması ve çılgınlar gibi alkışlaması sahiden gözümle görüp inanmayacağım absürt bir durum. Bunlar komik ama maalesef her iddia, her durum komik değil. Örneğin CHP Parti Meclisi üyeliğine seçilen gazeteci meslektaşlarımıza -hiçbiriyle özel arkadaşlığım yok- ’Bunlar Ergenekon’un yeni avukatları’ deniliyorsa bu durum artık komik olmaktan çıkmıştır. Bu ya trajikomiktir ya da fevkalade siyasi hesapların da olduğu maksatlı bir iddiadır.
- Uzun süre tek başına iktidar olan partilerin medyayı dizayn etme çabasının anlaşılabilir olduğunu söylediniz. Sizce bu dizayn çalışmasını tamamlandı mı? Sonuçta artık Başbakan, daha seyrek şikayet eder hale geldi gazetecilerden.
Bu çalışma asla bitmez, her iki taraf için de bitmez. Başbakan bazı şeyleri açıkça söylemekten neden vazgeçti; bunu gazetelere bakarsanız anlarsınız. Gazeteler, neredeyse tam siper haline gelmişti; şimdi artık hassasiyet boyutunu, eleştiriden vazgeçme fedakarlığına getirdiler. Bence hükümet, medyayı dizayn etme çabalarında bundan sonra artık biraz daha zorlanacak. Nedeni de CHP’deki yükseliş; bu tip çabalar medya tarafından değilse bile Kılıçdaroğlu tarafından derhal yüksek sesle kamuoyuna duyurulup şikayet edilecek. Umarım tam tersine Kılıçdaroğlu’nun yükselişiyle kavga kızışacağı için medya daha zor durumda kalmaz.
DUBLE YOL AÇILIŞI CANLI VERİLİYORSA KURULTAY DA VERİLİR
- Medyanın Baykal’a kaset komplosuyla ilgili tavrını nasıl değerlendirdiniz? Bazı gazeteler, diğerlerini ’destekledikleri partinin genel başkanını deviren komplonun içinde’ olmakla suçladı...
Sonuçtan giderek sebep arandı. Şöyle düşündüler: Bu medya aslında CHP’yi seviyor ve destekliyordu değil mi? Evet! Ama o kaseti en açık bir şekilde veren yine aynı medya oldu. Şimdi buradan biz ne çıkarabiliriz? Demek kasetin ortaya çıkarılmasında bu medyanın parmağı var! Aslında, eğer isterseniz her konuya böyle bakabilirsiniz. Eğer haber refleksinizi kaybetmişseniz, her türlü haberiniz gazetecilikten soyunup misyona dönüşmüşse bu küçük ayrıntıyı göremezsiniz. Bu hafta programımda da gösterdim bazı gazetelerin birinci sayfalarında Kılıçdaroğlu’nun Zonguldak ziyaretiyle ilgili tek satır haber yoktu. Bunun haber olmadığını söylemesinler, eğer bu haberi kullanmıyorsanız bu gazete değil, misyon sayfasıdır. Tabii siz gazeteciliğinize buradan bakıyorsanız, o zaman, o kasetle ilgili haberlerin bazı gazetelerde neden yayınlandığını anlamakta da zorluk çekersiniz.
- Başbakan CHP kurultayının televizyonlarda canlı olarak yayınlanmasını da eleştirdi, siz bir televizyoncu olarak Başbakan’ın canlı yayın kriterlerini nasıl buluyorsunuz?
Başbakan, Bilecik’te bir bölünmüş yol açılışı yapılırken bazı kanallar canlı yayınlamamıştı, o da ’Böyle bir hizmet var da görmüyor medyamız’ diye sitemkar bir konuşma yapmıştı. Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde yol açılışı, dükkan açılışı, market açılışında bırakın başbakanları, partilileri bile görmedim. Başbakan bir yolun açılışını canlı vermedi diye televizyonlara sitem ediyor; Allah aşkına medya, ana muhalefet partisindeki skandallar, şoklar, tartışmalardan sonra gelmiş genel başkanlık değişimini vermeyecek de ne yapacak? Kaldı ki TRT de verdi ve sonra bunu da ’bakın bize yandaş deniyordu, biz kurultayı canlı verdik’ diyerek iftiharla açıkladı.
- Peki ya ’Partizan Medya Kurultayı’ manşetlerine ne diyorsunuz?
Şimdi artık hükümet açıktan baskı kuramıyor çünkü yurtdışında büyük tepki aldılar. Bu çerçevede, artık medya üzerinde baskıyı meslektaşlarıyla kurmaya çalışıyorlar.
- Yandaş, candaş ya da yoldaş sonuçta medya içindeki herkesle bir şekilde yollarınız kesişiyor, bu durum ikili sohbetlerde de gündeme geliyor mu, bir ikna etme, ikna edilme durumu olabilir mi?
Çok asosyal bir insanım; nadiren dışarı çıkarım, kokteyllerde çok sıkılırım, dolayısıyla çok az görüşüyorum meslektaşlarımla ama zaten ekranda kendilerine ’Neden böyle yapıyorlar, anlamıyorum’ diyerek eleştirilerimi söylüyorum ya da Mustafa Karaalioğlu’na, Şamil Tayyar’a, Oral Çalışlar’a telefon açıp sorabiliyorum. Birbirimizi ikna edemediğimiz çok açık çünkü ikna noktasında değiliz. Belki ileride Lost dizisindeki paralel yaşamlar gibi olacak her şey. Oradaki gerçeklikle, buradaki gerçeklik çok farklı; sonunda belki hepimiz öldüğümüzü fark edeceğiz...
Hayat bedeller arasında tercih yapmaktır, ben faturamdan memnunum
- Televizyon haberciliğinde uzun süre yönetici olarak bulundunuz. Kadınların tutunmasının çok güç olduğu bir mecra...
Gazeteciliğin, haberciliğin hele de haber yöneticiliğinin hayatımı çok zorlaştırdığı ortada. Oğlum bunun birinci tanığı ve kurbanıdır. Onun hayatından ve zamanından çok çaldım, fakat o bunu anladı çok şükür. Benim işime olan sevgimi, aşkımı, kabulleniyor. Şimdi 30 yaşında. Zorlukları vardı ama ben bunu oğlumla işim arasında seçim yapmam gerekmeden götürdüm, biraz daha fazla yıprandım tabii... Medyada bir yere geldikten sonra, kadınsanız sizi kabullenmeleri, bir yere oturtmaları çok güç oluyor. Emir veren, son sözü söyleyen birinin bir kadın olması çok alışılmış bir durum değil.
- Tekrar dünyaya gelseniz...
Çok zor bir soru ama yine bunları yapardım herhalde. İşimi, bana sorumluluk verilmediği zaman bile müthiş bir sorumluluk olarak algılayıp çok severek yaptım. Bazen kendimi kaybederek yaptım. Hala daha kendimi kaybedebilirim.
- Anne olarak oğlunuzla anlayış temelli bir ilişki kurmuşsunuz, mesleğinizi sevgiyle kabullenmiş; peki, eş olarak, sevgili olarak sizden istenenleri veremediğiniz ve bundan pişmanlık duyduğunuz oldu mu?
Bunların cevabını verebildiğim zaman ortaya bir roman ya da senaryo çıkacaktır. O zaman ilk haber vereceğim kişi siz olacaksınız. Şöyle söyleyeyim, şu geldiğim noktada kendimden şöyle memnunum: Olmak istediğim Ayşenur oldum çünkü zaten aslında insanların olmak istediklerini olduklarına inanıyorum. Bir yerdeyseniz hatalarıyla sevaplarıyla bunu hak etmişsinizdir. Genel olarak bakarsak, anne olmayı çok istedim; çok iyi bir haberci olmayı, bu işi yapmayı da çok istedim. Bu ikisini de gerçekleştirdim. Kalanını demek ki çok istememişim; hayatımda olmadığına göre... Doğrusu bulunduğum noktada kendime bakıp bazen ’Kendini kandırmıyorsun değil mi’ diye soruyorum. En fena şey insanın kendisini kandırmasıdır ya... Hayır, kendimi kandırmıyorum. Bulunduğum noktadan sahiden çok mutluyum. Özellikle 60 yaşına geldiğinizde, bu seçimi yapmış olmak sizin için çok daha anlamlı geliyor.
- Peki, bundan sonrası için planlarınız...
Bu program gidebildiği kadar devam etsin istiyorum. Sonra belki, haftada bir gün yayınlanacak bir şey yaparak medyada var olmaya devam etmek ama kopmamak kalan zamanda da dünyada görmediğim yerleri gezip görmek istiyorum. Yazmak istediğim bir, iki şey de var. Bunların dışında samimiyetle söylüyorum eksikliğini duyduğum ya da ’Tüh’ dediğim hiçbir şey yok. Ama bedelleri yok mu; var, elbette! Var ama biliyorsunuz güzelliğin de bir bedeli vardır. Firuzeler de o bedeli öderler. Kimi zaman güzelliğin, kimi zaman bir hatanın ya da çok koşmanın ya da koşmamanın bedelleri vardır. Hayat bedeller arasında seçim yapmaktır. Ben faturamdan memnunum.
60 yaşındayım yüzüm elbette sarkacak
- Programınız kanalınızın en yüksek reytingli programlarından biri olmasına rağmen süresinin kısalığıyla dikkat çekiyor, uzatılmasını istemediniz mi?
İstiyorum elbette kanal da istiyor ama bir türlü bir formül bulamıyorlar. Çok olağanüstü durumlarda 12:00’den sonra devam ediyorum ama genelde 30-38 dakika arasında sürüyor. Bana bir saat de verseler yetmeyecek herhalde, ’Kısa yazacak kadar vaktim yoktu’ demiş bir yazar. Kısa program yapmak, kısa haber yazmak, gerçekten büyük bir konsantrasyon istiyor.
- Editörünüz yok mu?
Haber Merkezi’nin teknik desteği var, onun dışında her şeyi kendi başıma götürüyorum. Bu işin doğası gereği ve 36 yıldan sonra, bir şeye baktığında önemli mi önemsiz mi olduğuna karar vermek bir meleke haline geliyor. Vereceğim haberleri, köşe yazılarını seçerken sübjektif bir şey yapıyorum ve bu nedenle de aslında paylaşamayacağım bir iş.
- Stüdyonuzdaki taze çiçekler dikkat çekici...
Ben seçmiyorum sadece abartılı olmasın diye rica ettim. Çiçeklerim var çünkü beni hayatta en mutlu eden şey çiçek. Dünya çok güzel, çiçekler de bu dünyanın güzelliğini hatırlatıyor. O nedenle evimde de her zaman taze çiçek vardır. Şile’deki bahçemde bin bir çeşit çiçek yetiştiriyorum. Programda masamda duran çiçekler ekranda bana güç veriyor.
- Uzun yıllar kamera arkasındaydınız ve önüne geçtiğinizde hiç yadırgamadığınızı görüyorum, kamera önündeki rahatlığınızı neye borçlusunuz?
Kamerayla karşılaştığım ilk andan itibaren kendimi hep rahat hissettim. Fotoğraf makinesine poz verirken değilim. Çünkü poz verirken sanki ben, ben olmaktan çıkıyorum ama kamera önündeyken işimi yapıyorum, kontrol bende. Bir de nasıl göründüğüme takılmıyorum. 60 yaşındayım yüzüm elbette sarkacak, çizgilerim olacak... Ekranda iyi görünmek gibi bir derdim olsaydı, 30’lu yaşlarımda ekrana çıkmak için çabalardım.
- Yıllarca ana haber bülteni hazırladınız, şimdi kendi programınızı yapıyorsunuz, hangisi daha iyi?
Başkası için bir şey yapmak çok daha zor; görüşleriniz çatışabilir ya da siz bir şey hayal etmişsinizdir ama karşınızdaki aynı şeyi hayal etmemiştir; dolayısıyla sonuç farklı olabilir.
- Neden ayrıldınız Mehmet Ali Birand’ın ekibinden? Somut bir olay mı neden oldu buna, bir birikim mi?
Birikim diyebiliriz, böyle bir karar vermemiz iyi de olmuş. Şikayetçi değilim.
EKİPTEN AYRILMAK BENİ ÜZMEDİ AKSİNE MUTLU ETTİ
- Ekip çalışmasını bırakmak ve birden yalnız kalmak sizi üzmedi mi?
Aksine en memnun olduğum şeylerden biri o; neden biliyor musunuz? Ben maalesef sadece haberci olmayı başaramadım. Ben kendimi bir de onların ablası ve annesi zannettim. Kendimi çok paraladım. Maaş artışlarından evlenecekler, balayına gidecekler, şu geziye gönderelim’e her sorunlarında, -bir yöneticinin öyle olması gerektiğini zannederek- kendimi çok hırpaladım. Sonra birtakım meselelerde fark ettim ki muhataplarımın birçoğu için bu yaptıklarımın önemli olmamasının yanı sıra neredeyse kızgınlık ve öfke sebebi olmuş. Elimde olmadığı için başka türlü de davranamıyordum.
- Yaptıklarınız onlara müdahale gibi mi algılanmış?
Yo, karşımdakiler bu yaptıklarımı onların doğal hakları olarak algılamış, olmadığı zaman da kızmışlar. Çok uzun bir süreçten bahsediyorum tabii ama öyle bir kırgınlık hissediyorum. Radikal 2’de Medya Anılarını yazarken de çok şaşırdım.
- O yazdıklarınızın üzerine, aynı olayları farklı bakış açısıyla anlatan çalışma arkadaşlarınız olmuştu.
Bunlar bana ders olsun deyip kendimi değiştiremedim de; kendini değiştirmek çok zor. Kimsenin ablası ya da annesi olmamak duygusu çok önemli ve özgürleştiriciymiş doğrusu.
Sadece Taraf Gazetesi’ni konuk alamadım, gelmiyorlar
- Programınıza almak isteyip de alamadığınız konuk var mı?
Programa ilk başladığımda gazetelerin yazı işlerine gidiyordum; o zaman Taraf Gazetesi’ne gitmeyi çok istedim. Ahmet Altan’ı, Yasemin Çongar’ı aradım ki Ahmet Altan benim Nokta Dergisi’nden arkadaşımdır, yanıt vermediler. Ne benim, ne arkadaşlarımın telefonlarına çıktılar. Daha sonra birkaç kez Yıldıray Oğur ve Mehmet Baransu’yu konuk etme teşebbüsüm oldu, onda da tuhaf bir şekilde ya günleri uymadı ya da başka bir engel çıktı, gelemediler. Sınırlarımın dışında olan bazı gazete ve gazeteciler var ama Taraf, sınırlarımın içinde ve zaman zaman önemli işlevler de yüklendiklerini görüyorum ama olmadı.
- ’Taraf gazeteciliği’ diye bir kavram oluştu, kimsenin yayınlamadığı belgeleri yayınlamak gibi bir misyon da üstlenmiş gibi görünüyorlardı bir dönem, nasıl buluyorsunuz bu tip gazeteciliği?
Bazı gazeteci arkadaşlarım, sanki gazetecilik Taraf’la başlamış gibi bir şey yaptılar. O kadar yanlış ve o kadar büyük haksızlık ki bu! Kendisini her türlü bilgi akışına açık bir gazete olarak konumlandırmak önemlidir ama bu gazetecilik değildir. Kanıta dayalı olmadan ’Bu cuma Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP hakkında kapatma işlemlerine başlayacak diye duyduk’ yazarsanız ve borsa çökerse ve aradan haftalar geçmesine rağmen bu dediğiniz olmamışsa, bunun bir bedeli olmalı!
Gülay Altan/Akşam
Uzun yıllar haber merkezlerini yöneten ve ekrandaki anchor’ların arkasındaki güç olan Ayşenur Arslan bir süredir CNNTURK’te ’Medya Mahallesi’ programını hazırlıyor. ’Mahallenin Ablası’ sıfatıyla hazırladığı programda gazetelerdeki haberleri ve yazıları geniş bir perspektifle birbiriyle ilintilendirip izleyiciye sebep-sonuç ilişkisi içinde sunarken konuk aldığı gazetecilerle de gündemin nabzını tutuyor. Bir yandan da medyanın eksiğini gediğini ablalığından aldığı güçle eleştirmekten geri durmayan Arslan’la uzun bir sohbet gerçekleştirdik.
- Medya yine esaslı bir sınavdan geçiyor. Baykal’a kaset komplosuyla başlayan bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu ilk sınav değil, muhtemelen son sınav da olmayacak çünkü Türk medyası Cumhuriyet tarihi boyunca aslında pek çok sınavdan geçti. Medya, Türkiye’deki siyasi tarihin aslında bir aynası. Mazlumlar ve mağdurlar iktidara gelip mağrur oluyorlar. Bazen bu tersine dönüyor. Bu döngü medyada da aynen devam ediyor.
- AKP hükümetinin medya üzerindeki etkisi geçmiş yıllarla kıyaslandığında nasıl?
Şimdi, 2003 yılından itibaren çok alışık olduğumuz bir fotoğrafın ayrıntılarının ortaya çıktığı bir dönem çünkü Türkiye’de pek az partiye, bu kadar uzun süre tek başına iktidar olmak nasip oldu. Bu kadar uzun süre iktidarda olursanız ve ’Ben geçmişte medyadan çok çektim dolayısıyla bu medya problemini çok ciddi bir biçimde halletmeliyim’ diye düşünüyorsanız medyayı baskı altına almanız ve dizayn etmeniz anlaşılabilirdir; doğal ya da normal değildir ama anlaşılabilirdir.
- Peki, medya bu süreçte nasıl biçimlendi?
AKP iktidarını savunan, sözcülüğünü yapan medya cephesi son sekiz yıl içinde hem sayıca, hem hacim hem de personeli itibariyle kat kat büyüdü. Son derece tek tip diyebileceğim bir yapı söz konusu. Erdoğan’ı destekleyen televizyonların sayıları da giderek arttı, buna TRT de eklendi. Bazı gazetecilere TRT’de birden fazla programlar yaptırılıyor, seyahatlerde uçağınızda yanı başınızda oturtuyorsunuz; yani aslında neyin ne olduğu son derece açık seyrediyor.
YOLDAŞ DA CANDAŞ DA KOMİK
Başbakan Erdoğan ’yandaş medya’ kavramına katkı yaptı ve CHP’yi destekleyenlerin de ’yoldaş’ ya da ’candaş’ olduğunu iddia etti...
Mevcut tabloya bakınca ’CHP medyası, yoldaş medya, candaş medya’ demek bana yanlış demeyeyim de komik geliyor. İnanın, CHP belki de en çok o medyadan çekiyor. Şimdiden işaretleri de var. Kılıçdaroğlu’nun Güneydoğu söylemini, projelerini beğenmeyip, eleştiriyorlar. Sempati duyabilirler. Her gazetecinin bir görüşü vardır ve olmalıdır; bunu da dile getirebilir.
- Ama kurultayda sandalyeler üzerinde alkışlamak, alkışlarken kendinden geçmekle suçlanan duayen isimler var; bu tavırları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu iddiayı ortaya atan Taraf muhabiriyle Oktay Ekşi ve Tufan Türenç’in canlı yayınını izledim, sonra da Oktay Bey’i aradım ve ’Herhalde bu tartışmaya en çok eşiniz sinirlenmiştir.’ dedim. ’Niye?’ diye sordu, ’Evde ayakkabını çıkarmıyorsun da kurultayda çıkarıyorsun, aşk olsun sana demiştir herhalde’ dedim, güldük... Bazı şeyler vardır gözünüzle görseniz bile inanmamanız lazım. Oktay Bey’in ayakkabılarını çıkarması, o sandalyeye çıkması ve çılgınlar gibi alkışlaması sahiden gözümle görüp inanmayacağım absürt bir durum. Bunlar komik ama maalesef her iddia, her durum komik değil. Örneğin CHP Parti Meclisi üyeliğine seçilen gazeteci meslektaşlarımıza -hiçbiriyle özel arkadaşlığım yok- ’Bunlar Ergenekon’un yeni avukatları’ deniliyorsa bu durum artık komik olmaktan çıkmıştır. Bu ya trajikomiktir ya da fevkalade siyasi hesapların da olduğu maksatlı bir iddiadır.
- Uzun süre tek başına iktidar olan partilerin medyayı dizayn etme çabasının anlaşılabilir olduğunu söylediniz. Sizce bu dizayn çalışmasını tamamlandı mı? Sonuçta artık Başbakan, daha seyrek şikayet eder hale geldi gazetecilerden.
Bu çalışma asla bitmez, her iki taraf için de bitmez. Başbakan bazı şeyleri açıkça söylemekten neden vazgeçti; bunu gazetelere bakarsanız anlarsınız. Gazeteler, neredeyse tam siper haline gelmişti; şimdi artık hassasiyet boyutunu, eleştiriden vazgeçme fedakarlığına getirdiler. Bence hükümet, medyayı dizayn etme çabalarında bundan sonra artık biraz daha zorlanacak. Nedeni de CHP’deki yükseliş; bu tip çabalar medya tarafından değilse bile Kılıçdaroğlu tarafından derhal yüksek sesle kamuoyuna duyurulup şikayet edilecek. Umarım tam tersine Kılıçdaroğlu’nun yükselişiyle kavga kızışacağı için medya daha zor durumda kalmaz.
DUBLE YOL AÇILIŞI CANLI VERİLİYORSA KURULTAY DA VERİLİR
- Medyanın Baykal’a kaset komplosuyla ilgili tavrını nasıl değerlendirdiniz? Bazı gazeteler, diğerlerini ’destekledikleri partinin genel başkanını deviren komplonun içinde’ olmakla suçladı...
Sonuçtan giderek sebep arandı. Şöyle düşündüler: Bu medya aslında CHP’yi seviyor ve destekliyordu değil mi? Evet! Ama o kaseti en açık bir şekilde veren yine aynı medya oldu. Şimdi buradan biz ne çıkarabiliriz? Demek kasetin ortaya çıkarılmasında bu medyanın parmağı var! Aslında, eğer isterseniz her konuya böyle bakabilirsiniz. Eğer haber refleksinizi kaybetmişseniz, her türlü haberiniz gazetecilikten soyunup misyona dönüşmüşse bu küçük ayrıntıyı göremezsiniz. Bu hafta programımda da gösterdim bazı gazetelerin birinci sayfalarında Kılıçdaroğlu’nun Zonguldak ziyaretiyle ilgili tek satır haber yoktu. Bunun haber olmadığını söylemesinler, eğer bu haberi kullanmıyorsanız bu gazete değil, misyon sayfasıdır. Tabii siz gazeteciliğinize buradan bakıyorsanız, o zaman, o kasetle ilgili haberlerin bazı gazetelerde neden yayınlandığını anlamakta da zorluk çekersiniz.
- Başbakan CHP kurultayının televizyonlarda canlı olarak yayınlanmasını da eleştirdi, siz bir televizyoncu olarak Başbakan’ın canlı yayın kriterlerini nasıl buluyorsunuz?
Başbakan, Bilecik’te bir bölünmüş yol açılışı yapılırken bazı kanallar canlı yayınlamamıştı, o da ’Böyle bir hizmet var da görmüyor medyamız’ diye sitemkar bir konuşma yapmıştı. Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde yol açılışı, dükkan açılışı, market açılışında bırakın başbakanları, partilileri bile görmedim. Başbakan bir yolun açılışını canlı vermedi diye televizyonlara sitem ediyor; Allah aşkına medya, ana muhalefet partisindeki skandallar, şoklar, tartışmalardan sonra gelmiş genel başkanlık değişimini vermeyecek de ne yapacak? Kaldı ki TRT de verdi ve sonra bunu da ’bakın bize yandaş deniyordu, biz kurultayı canlı verdik’ diyerek iftiharla açıkladı.
- Peki ya ’Partizan Medya Kurultayı’ manşetlerine ne diyorsunuz?
Şimdi artık hükümet açıktan baskı kuramıyor çünkü yurtdışında büyük tepki aldılar. Bu çerçevede, artık medya üzerinde baskıyı meslektaşlarıyla kurmaya çalışıyorlar.
- Yandaş, candaş ya da yoldaş sonuçta medya içindeki herkesle bir şekilde yollarınız kesişiyor, bu durum ikili sohbetlerde de gündeme geliyor mu, bir ikna etme, ikna edilme durumu olabilir mi?
Çok asosyal bir insanım; nadiren dışarı çıkarım, kokteyllerde çok sıkılırım, dolayısıyla çok az görüşüyorum meslektaşlarımla ama zaten ekranda kendilerine ’Neden böyle yapıyorlar, anlamıyorum’ diyerek eleştirilerimi söylüyorum ya da Mustafa Karaalioğlu’na, Şamil Tayyar’a, Oral Çalışlar’a telefon açıp sorabiliyorum. Birbirimizi ikna edemediğimiz çok açık çünkü ikna noktasında değiliz. Belki ileride Lost dizisindeki paralel yaşamlar gibi olacak her şey. Oradaki gerçeklikle, buradaki gerçeklik çok farklı; sonunda belki hepimiz öldüğümüzü fark edeceğiz...
Hayat bedeller arasında tercih yapmaktır, ben faturamdan memnunum
- Televizyon haberciliğinde uzun süre yönetici olarak bulundunuz. Kadınların tutunmasının çok güç olduğu bir mecra...
Gazeteciliğin, haberciliğin hele de haber yöneticiliğinin hayatımı çok zorlaştırdığı ortada. Oğlum bunun birinci tanığı ve kurbanıdır. Onun hayatından ve zamanından çok çaldım, fakat o bunu anladı çok şükür. Benim işime olan sevgimi, aşkımı, kabulleniyor. Şimdi 30 yaşında. Zorlukları vardı ama ben bunu oğlumla işim arasında seçim yapmam gerekmeden götürdüm, biraz daha fazla yıprandım tabii... Medyada bir yere geldikten sonra, kadınsanız sizi kabullenmeleri, bir yere oturtmaları çok güç oluyor. Emir veren, son sözü söyleyen birinin bir kadın olması çok alışılmış bir durum değil.
- Tekrar dünyaya gelseniz...
Çok zor bir soru ama yine bunları yapardım herhalde. İşimi, bana sorumluluk verilmediği zaman bile müthiş bir sorumluluk olarak algılayıp çok severek yaptım. Bazen kendimi kaybederek yaptım. Hala daha kendimi kaybedebilirim.
- Anne olarak oğlunuzla anlayış temelli bir ilişki kurmuşsunuz, mesleğinizi sevgiyle kabullenmiş; peki, eş olarak, sevgili olarak sizden istenenleri veremediğiniz ve bundan pişmanlık duyduğunuz oldu mu?
Bunların cevabını verebildiğim zaman ortaya bir roman ya da senaryo çıkacaktır. O zaman ilk haber vereceğim kişi siz olacaksınız. Şöyle söyleyeyim, şu geldiğim noktada kendimden şöyle memnunum: Olmak istediğim Ayşenur oldum çünkü zaten aslında insanların olmak istediklerini olduklarına inanıyorum. Bir yerdeyseniz hatalarıyla sevaplarıyla bunu hak etmişsinizdir. Genel olarak bakarsak, anne olmayı çok istedim; çok iyi bir haberci olmayı, bu işi yapmayı da çok istedim. Bu ikisini de gerçekleştirdim. Kalanını demek ki çok istememişim; hayatımda olmadığına göre... Doğrusu bulunduğum noktada kendime bakıp bazen ’Kendini kandırmıyorsun değil mi’ diye soruyorum. En fena şey insanın kendisini kandırmasıdır ya... Hayır, kendimi kandırmıyorum. Bulunduğum noktadan sahiden çok mutluyum. Özellikle 60 yaşına geldiğinizde, bu seçimi yapmış olmak sizin için çok daha anlamlı geliyor.
- Peki, bundan sonrası için planlarınız...
Bu program gidebildiği kadar devam etsin istiyorum. Sonra belki, haftada bir gün yayınlanacak bir şey yaparak medyada var olmaya devam etmek ama kopmamak kalan zamanda da dünyada görmediğim yerleri gezip görmek istiyorum. Yazmak istediğim bir, iki şey de var. Bunların dışında samimiyetle söylüyorum eksikliğini duyduğum ya da ’Tüh’ dediğim hiçbir şey yok. Ama bedelleri yok mu; var, elbette! Var ama biliyorsunuz güzelliğin de bir bedeli vardır. Firuzeler de o bedeli öderler. Kimi zaman güzelliğin, kimi zaman bir hatanın ya da çok koşmanın ya da koşmamanın bedelleri vardır. Hayat bedeller arasında seçim yapmaktır. Ben faturamdan memnunum.
60 yaşındayım yüzüm elbette sarkacak
- Programınız kanalınızın en yüksek reytingli programlarından biri olmasına rağmen süresinin kısalığıyla dikkat çekiyor, uzatılmasını istemediniz mi?
İstiyorum elbette kanal da istiyor ama bir türlü bir formül bulamıyorlar. Çok olağanüstü durumlarda 12:00’den sonra devam ediyorum ama genelde 30-38 dakika arasında sürüyor. Bana bir saat de verseler yetmeyecek herhalde, ’Kısa yazacak kadar vaktim yoktu’ demiş bir yazar. Kısa program yapmak, kısa haber yazmak, gerçekten büyük bir konsantrasyon istiyor.
- Editörünüz yok mu?
Haber Merkezi’nin teknik desteği var, onun dışında her şeyi kendi başıma götürüyorum. Bu işin doğası gereği ve 36 yıldan sonra, bir şeye baktığında önemli mi önemsiz mi olduğuna karar vermek bir meleke haline geliyor. Vereceğim haberleri, köşe yazılarını seçerken sübjektif bir şey yapıyorum ve bu nedenle de aslında paylaşamayacağım bir iş.
- Stüdyonuzdaki taze çiçekler dikkat çekici...
Ben seçmiyorum sadece abartılı olmasın diye rica ettim. Çiçeklerim var çünkü beni hayatta en mutlu eden şey çiçek. Dünya çok güzel, çiçekler de bu dünyanın güzelliğini hatırlatıyor. O nedenle evimde de her zaman taze çiçek vardır. Şile’deki bahçemde bin bir çeşit çiçek yetiştiriyorum. Programda masamda duran çiçekler ekranda bana güç veriyor.
- Uzun yıllar kamera arkasındaydınız ve önüne geçtiğinizde hiç yadırgamadığınızı görüyorum, kamera önündeki rahatlığınızı neye borçlusunuz?
Kamerayla karşılaştığım ilk andan itibaren kendimi hep rahat hissettim. Fotoğraf makinesine poz verirken değilim. Çünkü poz verirken sanki ben, ben olmaktan çıkıyorum ama kamera önündeyken işimi yapıyorum, kontrol bende. Bir de nasıl göründüğüme takılmıyorum. 60 yaşındayım yüzüm elbette sarkacak, çizgilerim olacak... Ekranda iyi görünmek gibi bir derdim olsaydı, 30’lu yaşlarımda ekrana çıkmak için çabalardım.
- Yıllarca ana haber bülteni hazırladınız, şimdi kendi programınızı yapıyorsunuz, hangisi daha iyi?
Başkası için bir şey yapmak çok daha zor; görüşleriniz çatışabilir ya da siz bir şey hayal etmişsinizdir ama karşınızdaki aynı şeyi hayal etmemiştir; dolayısıyla sonuç farklı olabilir.
- Neden ayrıldınız Mehmet Ali Birand’ın ekibinden? Somut bir olay mı neden oldu buna, bir birikim mi?
Birikim diyebiliriz, böyle bir karar vermemiz iyi de olmuş. Şikayetçi değilim.
EKİPTEN AYRILMAK BENİ ÜZMEDİ AKSİNE MUTLU ETTİ
- Ekip çalışmasını bırakmak ve birden yalnız kalmak sizi üzmedi mi?
Aksine en memnun olduğum şeylerden biri o; neden biliyor musunuz? Ben maalesef sadece haberci olmayı başaramadım. Ben kendimi bir de onların ablası ve annesi zannettim. Kendimi çok paraladım. Maaş artışlarından evlenecekler, balayına gidecekler, şu geziye gönderelim’e her sorunlarında, -bir yöneticinin öyle olması gerektiğini zannederek- kendimi çok hırpaladım. Sonra birtakım meselelerde fark ettim ki muhataplarımın birçoğu için bu yaptıklarımın önemli olmamasının yanı sıra neredeyse kızgınlık ve öfke sebebi olmuş. Elimde olmadığı için başka türlü de davranamıyordum.
- Yaptıklarınız onlara müdahale gibi mi algılanmış?
Yo, karşımdakiler bu yaptıklarımı onların doğal hakları olarak algılamış, olmadığı zaman da kızmışlar. Çok uzun bir süreçten bahsediyorum tabii ama öyle bir kırgınlık hissediyorum. Radikal 2’de Medya Anılarını yazarken de çok şaşırdım.
- O yazdıklarınızın üzerine, aynı olayları farklı bakış açısıyla anlatan çalışma arkadaşlarınız olmuştu.
Bunlar bana ders olsun deyip kendimi değiştiremedim de; kendini değiştirmek çok zor. Kimsenin ablası ya da annesi olmamak duygusu çok önemli ve özgürleştiriciymiş doğrusu.
Sadece Taraf Gazetesi’ni konuk alamadım, gelmiyorlar
- Programınıza almak isteyip de alamadığınız konuk var mı?
Programa ilk başladığımda gazetelerin yazı işlerine gidiyordum; o zaman Taraf Gazetesi’ne gitmeyi çok istedim. Ahmet Altan’ı, Yasemin Çongar’ı aradım ki Ahmet Altan benim Nokta Dergisi’nden arkadaşımdır, yanıt vermediler. Ne benim, ne arkadaşlarımın telefonlarına çıktılar. Daha sonra birkaç kez Yıldıray Oğur ve Mehmet Baransu’yu konuk etme teşebbüsüm oldu, onda da tuhaf bir şekilde ya günleri uymadı ya da başka bir engel çıktı, gelemediler. Sınırlarımın dışında olan bazı gazete ve gazeteciler var ama Taraf, sınırlarımın içinde ve zaman zaman önemli işlevler de yüklendiklerini görüyorum ama olmadı.
- ’Taraf gazeteciliği’ diye bir kavram oluştu, kimsenin yayınlamadığı belgeleri yayınlamak gibi bir misyon da üstlenmiş gibi görünüyorlardı bir dönem, nasıl buluyorsunuz bu tip gazeteciliği?
Bazı gazeteci arkadaşlarım, sanki gazetecilik Taraf’la başlamış gibi bir şey yaptılar. O kadar yanlış ve o kadar büyük haksızlık ki bu! Kendisini her türlü bilgi akışına açık bir gazete olarak konumlandırmak önemlidir ama bu gazetecilik değildir. Kanıta dayalı olmadan ’Bu cuma Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP hakkında kapatma işlemlerine başlayacak diye duyduk’ yazarsanız ve borsa çökerse ve aradan haftalar geçmesine rağmen bu dediğiniz olmamışsa, bunun bir bedeli olmalı!
Gülay Altan/Akşam