Leyla Zana’ya zor soru: O yemini edeceğinizi bilmiyor muydunuz?..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Leyla Zana’nın “İkinci Yemin Krizi”ni yorumladı ve bazı sorular sordu…
Efendim; Mecliste 24 yıl önceki sahnelerin bir benzeri yeniden yaşanmış. Yaşanır tabii!.. Birileri 24 yıl önceki kafayla aynı şeyi yeniden ısıtıp, pazarlamaya kalkarlarsa olacak olan budur elbette. Siyaseti şov yapmak, meclis kürsüsünü de şov sahnesi sanmaktan ibaret gören (Daha ilk dakikadan itibaren) bir “ergen asabiyetli” tutumla nereye kadar gidilebilir ki?
Bu yaklaşım yeni “krizler çıkarmak”tan başka ne gibi bir “politika” üretebilir ? Toplumsal planda ise tansiyonu arttırmaktan başka ne işe yarar? Geçen 24 yıl biraz olsun dahi kemaliyet, akıl, sorumluluk ihsan etmez mi insana? Bunca yıl sonra halen “yaramaz kız”ı oynamanın alemi ne? Aynı “hata” ikinci kez tekrarlanıyorsa bunun adı nedir acaba?
HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana’nın TBMM’de yemin töreni esnasındaki tutumundan söz ediyorum. İnsana “tarih tekerrürden ibaret mi” diye düşündüren bu tavır gerçekte ilginç. Malum; dönemin partisi DEP, 1991 seçimlerinde Meclis'e Erdal İnönü'nün liderliğindeki SHP listelerinden girmişti. Leyla Zana ise yemin metnini Türkçe okuduktan sonra, metnin sonunda söylediği Kürtçe cümleler nedeniyle tepki ile karşılaşmış ve bunun üzerine "Sözümü geri alıyorum" dedikten sonra yemini tekrar etmişti.
Ancak bu durum istenmeyen görüntü ve sonuçlara yol açmış, DEP'li vekillerin polis eliyle Meclis'ten çıkarılmasının ardından parti kapatılmıştı. Zana ile birlikte DEP'li vekiller Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak 15 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Söz konusu 4 isim 2004 yılında özgürlüklerine kavuşmuştu. Bir anlamda 24 yıl önce olabilecek “Kürt sorununda sivil siyaset” girişimi daha doğmadan boğulmuştu. Bazı şeylere “yazık” olmuştu!
Şimdi aynı Zana, tekrar çıkıp bu seferki törenin yemin metnindeki “Türk milleti” ifadesini “Türkiye milleti’ diye değiştirerek okuyor, oturumu yöneten Deniz. Baykal’ın uyarılarına rağmen tavrında ısrar ediyordu. Pes doğrusu!..
“HA TÜRK HA TÜRKİYE” DENİLEMEZ!
Buyurun bakalım!.. Aynı isim, aynı yemin töreni ve benzeri bir “kriz” daha. Sorun Türklük-Kürtlük meselesi de değildir. (Dünyanın herhangi bir meclisinde metne aykırı, kafanıza göre yemin edemezsiniz.) Sorun içinde bulunduğunuz kurumun kurallarına uyup uymama meselesidir. Etnik kriterleri her yere, her ortama taşımaya kalktığınızda herkesi gerersiniz. Bu konuda bir milim “ilerleme” olmaz mı yahu?
Sayın Baykal’ın güzel ve doğru ifadesiyle “Yemin metni üzerinde, yemin eden milletvekillerinin değişiklik yapmalarına izin veremeyiz. Bu oturumu yöneten Meclis Başkanı'nın şahsi takdiriyle işletebileceği bir konu değil. Yeminin yazıldığı gibi okunması lazım. ‘Aynen okunmayabilir,’ dersek yemin metninde herkes kendi mantığına göre değişiklik yapma gereğini hissedebilir. Ondan sonra da bunun sonunu alamazsınız.” Öyle ya yarın biri çıkıp “Ulu Manitu’ya” diye başlarsa, “Büyük Hitit milleti adına” diye lafa girerse ya da Çince yemin etmek istiyorum, vb derse ne olacak? Bunun sonu var mı? Bu mantıkla nereye varılabilir ki? Parlamento birilerinin oyuncağı mı? işin ciddiyeti nerede? Bulunduğunuz yere ve kurallarına saygı göstermek zorundasınız.
Şimdi ise HDP’lilerin bazıları çıkmış “Ne olacak ki ha Türk ha Türkiye” mealli laflar ediyor. (Madem öyle bir fark yok, o halde siz metne uyun sorun çıkmasın o zaman. Demek ki öyle değil!) O halde öteden beri bugün HDP’de ifade olunan gelenek hep bunu yapıyor. Bir anlamda kendi kendini provoke edip, işleri çıkmaza sokuyor. Israrla “Ben bu sürece ayak uydurmayacağım” ın mesajını daha ilk andan beri veriyor. Böylelikle neyi “ispatlamış” oluyorlar acaba?
SORMAK LÂZIM!
Önce şunu belirterek sorumu sorayım; elbette bunun bedeli 24 yıl önceki gibi milletvekillerinin polis otolarına bindirilmeleri, ağır hapis cezaları olmamalıdır. Türkiye siyaseti bu gibi sorunları “daha olgun çözme”nin yollarını bulmuş olmalıdır. Dolayısıyla bir daha benzer sahneler yaşanmamalıdır. Ya da Esra Elönü’nün Ahmet Kaya çağrışımlı güzel benzetmesiyle “çatal” mı fırlatmak durumundayız? İllâ “Siyasi linççi” tepkiler mi geliştirmek gerekiyor. Elbette hayır! Bunları –herkesin- aşmış olmamız lâzım. Türkiye tekrar tekrar aynı sahneleri yaşamamalıdır. Bunun için herkesin ayağını denk alması gerek..
Ancak Leyla Zana’ya da şunu -ister istemez- soracağım; Siz seçimlerde aday olurken, seçilirken, TBMM’ye yemin etmeye gelirken böylesi bir metni okuyacağınızı bilmiyor muydunuz? Kandırılıp mı oraya getirildiniz? Size başka bir metin mi gösterildi? Yahut “metni istediğin gibi oku” teminatı mı verildi? O halde aklınız sıra neyi ispatlamaya, deşmeye çalışıyor sunuz?
Diyebilirsiniz ki “Ben Kürdüm, niye altında Türk ibaresi geçen bir metni okuyayım?” O zamanda yapacağınız en “tutarlı” hareket hiçbir şekilde aday olmamanızdır. Kendinizi “ait hissetmediğiniz” o meclisin kapısından dahi girmemenizdir. O metni elinize dahi almamanızdır. Ne bizi ne de kendinizi kandırmamanızdır!
BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU?..
Yok şayet, hem seçiliyor, hem TBMM’ye geliyor, hem milletvekili sıfatının tüm olanaklarından yararlanmaya kalkıyorsanız metne ve kurallara uymak zorundasınız. Tabii şu hakkınız var. Seçildikten ve kurallara uygun yerinizi aldıktan sonra “Yemin metninin değiştirilmesi” konusunda teklif verebilir, bunun için mücadele edebilirsiniz. Yoksa “ben hem seçilirim hem de bunlara uymam” diyorsanız kusura bakmayın ama en hafif tabirle “bu iş öyle olmaz” diyeceğim. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?..
Farz-ı muhal diyelim ki bir “Kürt parlamento”su olsaydı. Bir “Türk” milletvekili de oraya girip, aynı tavrı takınsaydı siz izin verir miydiniz? O zaman böylesi bir itiraz da bulunsaydınız “haklı” olmaz mıydınız? Ne dersiniz?..
Sorarım size; Eğer “makuliyet”te birleşemiyorsak nerede birleşeceğiz? Sürekli bu noktayı kanırtmak ne işe yarar? O halde siz TBMM’de siyaset yapmaya değil, TBMM’yi kullanarak ajitasyon-propaganda yapmaya gelmişsiniz. Olur, onu da yapın! Ama kuralları çiğnemeden, kuralları keyfinize göre yorumlamadan, siyaseti ve toplumu yormadan, etnik yanları kaşımadan yapın.
Sayın Zana, yaşadığınız zor günleri, hapis şartlarını anlarım. Hatta bir insan olarak sizin için üzülürüm bile. Ancak herkese ait kamusal bir alanı “kişisel hınç” meseleniz gibi algılamanızı, bunu tekrar ısıtmanızı “makul” bulamam. “Kaldığım yerden aynen devam ederim” inatçılıklarını, marazi reflekslerinizi anlayamam!
Artık bazı çiğlikleri, çocukça tepkileri, “onu takmam, bunu takmam” cı tavırları, “bana ne oynamıyorum işte” cilikleri, “bana niye ayrıcalık yapmıyor sunuz”u çağrıştıran kaprisli talepleri terk etmek lâzım. Oralara kadar gelmeyi beceriyorsanız, onun gereklerine de uyacaksınız ya da hiç gelmeyeceksiniz.
Geldiyseniz “Hoş geldiniz” ama oturun ve tutumunuzu bir daha düşünün derim!...
19. 11. 2015.
atillaakar@gmail.com
Bu yaklaşım yeni “krizler çıkarmak”tan başka ne gibi bir “politika” üretebilir ? Toplumsal planda ise tansiyonu arttırmaktan başka ne işe yarar? Geçen 24 yıl biraz olsun dahi kemaliyet, akıl, sorumluluk ihsan etmez mi insana? Bunca yıl sonra halen “yaramaz kız”ı oynamanın alemi ne? Aynı “hata” ikinci kez tekrarlanıyorsa bunun adı nedir acaba?
HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana’nın TBMM’de yemin töreni esnasındaki tutumundan söz ediyorum. İnsana “tarih tekerrürden ibaret mi” diye düşündüren bu tavır gerçekte ilginç. Malum; dönemin partisi DEP, 1991 seçimlerinde Meclis'e Erdal İnönü'nün liderliğindeki SHP listelerinden girmişti. Leyla Zana ise yemin metnini Türkçe okuduktan sonra, metnin sonunda söylediği Kürtçe cümleler nedeniyle tepki ile karşılaşmış ve bunun üzerine "Sözümü geri alıyorum" dedikten sonra yemini tekrar etmişti.
Ancak bu durum istenmeyen görüntü ve sonuçlara yol açmış, DEP'li vekillerin polis eliyle Meclis'ten çıkarılmasının ardından parti kapatılmıştı. Zana ile birlikte DEP'li vekiller Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak 15 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Söz konusu 4 isim 2004 yılında özgürlüklerine kavuşmuştu. Bir anlamda 24 yıl önce olabilecek “Kürt sorununda sivil siyaset” girişimi daha doğmadan boğulmuştu. Bazı şeylere “yazık” olmuştu!
Şimdi aynı Zana, tekrar çıkıp bu seferki törenin yemin metnindeki “Türk milleti” ifadesini “Türkiye milleti’ diye değiştirerek okuyor, oturumu yöneten Deniz. Baykal’ın uyarılarına rağmen tavrında ısrar ediyordu. Pes doğrusu!..
“HA TÜRK HA TÜRKİYE” DENİLEMEZ!
Buyurun bakalım!.. Aynı isim, aynı yemin töreni ve benzeri bir “kriz” daha. Sorun Türklük-Kürtlük meselesi de değildir. (Dünyanın herhangi bir meclisinde metne aykırı, kafanıza göre yemin edemezsiniz.) Sorun içinde bulunduğunuz kurumun kurallarına uyup uymama meselesidir. Etnik kriterleri her yere, her ortama taşımaya kalktığınızda herkesi gerersiniz. Bu konuda bir milim “ilerleme” olmaz mı yahu?
Sayın Baykal’ın güzel ve doğru ifadesiyle “Yemin metni üzerinde, yemin eden milletvekillerinin değişiklik yapmalarına izin veremeyiz. Bu oturumu yöneten Meclis Başkanı'nın şahsi takdiriyle işletebileceği bir konu değil. Yeminin yazıldığı gibi okunması lazım. ‘Aynen okunmayabilir,’ dersek yemin metninde herkes kendi mantığına göre değişiklik yapma gereğini hissedebilir. Ondan sonra da bunun sonunu alamazsınız.” Öyle ya yarın biri çıkıp “Ulu Manitu’ya” diye başlarsa, “Büyük Hitit milleti adına” diye lafa girerse ya da Çince yemin etmek istiyorum, vb derse ne olacak? Bunun sonu var mı? Bu mantıkla nereye varılabilir ki? Parlamento birilerinin oyuncağı mı? işin ciddiyeti nerede? Bulunduğunuz yere ve kurallarına saygı göstermek zorundasınız.
Şimdi ise HDP’lilerin bazıları çıkmış “Ne olacak ki ha Türk ha Türkiye” mealli laflar ediyor. (Madem öyle bir fark yok, o halde siz metne uyun sorun çıkmasın o zaman. Demek ki öyle değil!) O halde öteden beri bugün HDP’de ifade olunan gelenek hep bunu yapıyor. Bir anlamda kendi kendini provoke edip, işleri çıkmaza sokuyor. Israrla “Ben bu sürece ayak uydurmayacağım” ın mesajını daha ilk andan beri veriyor. Böylelikle neyi “ispatlamış” oluyorlar acaba?
SORMAK LÂZIM!
Önce şunu belirterek sorumu sorayım; elbette bunun bedeli 24 yıl önceki gibi milletvekillerinin polis otolarına bindirilmeleri, ağır hapis cezaları olmamalıdır. Türkiye siyaseti bu gibi sorunları “daha olgun çözme”nin yollarını bulmuş olmalıdır. Dolayısıyla bir daha benzer sahneler yaşanmamalıdır. Ya da Esra Elönü’nün Ahmet Kaya çağrışımlı güzel benzetmesiyle “çatal” mı fırlatmak durumundayız? İllâ “Siyasi linççi” tepkiler mi geliştirmek gerekiyor. Elbette hayır! Bunları –herkesin- aşmış olmamız lâzım. Türkiye tekrar tekrar aynı sahneleri yaşamamalıdır. Bunun için herkesin ayağını denk alması gerek..
Ancak Leyla Zana’ya da şunu -ister istemez- soracağım; Siz seçimlerde aday olurken, seçilirken, TBMM’ye yemin etmeye gelirken böylesi bir metni okuyacağınızı bilmiyor muydunuz? Kandırılıp mı oraya getirildiniz? Size başka bir metin mi gösterildi? Yahut “metni istediğin gibi oku” teminatı mı verildi? O halde aklınız sıra neyi ispatlamaya, deşmeye çalışıyor sunuz?
Diyebilirsiniz ki “Ben Kürdüm, niye altında Türk ibaresi geçen bir metni okuyayım?” O zamanda yapacağınız en “tutarlı” hareket hiçbir şekilde aday olmamanızdır. Kendinizi “ait hissetmediğiniz” o meclisin kapısından dahi girmemenizdir. O metni elinize dahi almamanızdır. Ne bizi ne de kendinizi kandırmamanızdır!
BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU?..
Yok şayet, hem seçiliyor, hem TBMM’ye geliyor, hem milletvekili sıfatının tüm olanaklarından yararlanmaya kalkıyorsanız metne ve kurallara uymak zorundasınız. Tabii şu hakkınız var. Seçildikten ve kurallara uygun yerinizi aldıktan sonra “Yemin metninin değiştirilmesi” konusunda teklif verebilir, bunun için mücadele edebilirsiniz. Yoksa “ben hem seçilirim hem de bunlara uymam” diyorsanız kusura bakmayın ama en hafif tabirle “bu iş öyle olmaz” diyeceğim. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?..
Farz-ı muhal diyelim ki bir “Kürt parlamento”su olsaydı. Bir “Türk” milletvekili de oraya girip, aynı tavrı takınsaydı siz izin verir miydiniz? O zaman böylesi bir itiraz da bulunsaydınız “haklı” olmaz mıydınız? Ne dersiniz?..
Sorarım size; Eğer “makuliyet”te birleşemiyorsak nerede birleşeceğiz? Sürekli bu noktayı kanırtmak ne işe yarar? O halde siz TBMM’de siyaset yapmaya değil, TBMM’yi kullanarak ajitasyon-propaganda yapmaya gelmişsiniz. Olur, onu da yapın! Ama kuralları çiğnemeden, kuralları keyfinize göre yorumlamadan, siyaseti ve toplumu yormadan, etnik yanları kaşımadan yapın.
Sayın Zana, yaşadığınız zor günleri, hapis şartlarını anlarım. Hatta bir insan olarak sizin için üzülürüm bile. Ancak herkese ait kamusal bir alanı “kişisel hınç” meseleniz gibi algılamanızı, bunu tekrar ısıtmanızı “makul” bulamam. “Kaldığım yerden aynen devam ederim” inatçılıklarını, marazi reflekslerinizi anlayamam!
Artık bazı çiğlikleri, çocukça tepkileri, “onu takmam, bunu takmam” cı tavırları, “bana ne oynamıyorum işte” cilikleri, “bana niye ayrıcalık yapmıyor sunuz”u çağrıştıran kaprisli talepleri terk etmek lâzım. Oralara kadar gelmeyi beceriyorsanız, onun gereklerine de uyacaksınız ya da hiç gelmeyeceksiniz.
Geldiyseniz “Hoş geldiniz” ama oturun ve tutumunuzu bir daha düşünün derim!...
19. 11. 2015.
atillaakar@gmail.com