''KUSURA BAKMAYIN BEN BU AĞABEYLERİM GİBİ OKURU KAZIKLAYAMAM''
Ahmet Kekeç, 12 Eylül'ün yıldönümünde neden bir yazı yazamadığını bazı usta kalemlerden örnek vererek açıkladı
Tadından yenmiyor
Çok şükür, “yıldönümü” ve “hanut gezi” gazetecisi olamadım... Lokantalarda, şurda burda “bedava tarafından” siftinen “liberal” görünümlü refiklerim gibi, çulu serip, “Mekan oldukça ferah... Hmm, etler de iyi pişmiş” diyemedim.
Diyemeyeceğim de herhalde...
Neredeyse meslek raconu haline geldi:
Bazı duayen ağabeylerimiz, “yıldönümleri” için yedekte yazı hazır tutar, duruma ve konjonktüre göre üzerinde küçük değişiklikler yaparak, yeni bir yazıymış gibi sunarlar. Müşteriyi kazıklarlar yani...
Bunu da beceremedim...
Kemal Tahir’le ilgili bir yazım vardı...
Bazı eklemeler ve çıkarmalar yaparak bir-iki kez yayınlamıştım ama sonra sıkıldım...
Hem, didiklenmemiş tarafı mı kalmıştı rahmetlinin?
Sol entelijansiyanın Kemal Tahir nefreti ve bu nefretin odağında neyin bulunduğu da biliniyordu.
Bıraktım...
Bir ara 28 Şubat konusuna sardırmıştım. Yine küçük eklemeler ve çıkarmalar yaparak eski bir yazıma görünürlük kazandırmıştım.
Bunu da bıraktım.
Hem, 28 Şubat’la ödeşsem ne olacaktı? Bu ödeşmeyi yapanlar, zaten ortaya yüzlerce belge, anı, kitap çıkarmışlardı. Fazladan ne söyleyecektim? Evet, darbeyi neredeyse günü gününe yaşamış ve generallerin ölçüsüz şiddetine maruz kalmıştım ama dönüp dönüp bunları mı yazacaktım?
Bir de, insanı tembelliğe itiyor yıldönümü yazıları, yaratıcılıktan uzaklaştırıyor, yeni şeyler söylemekten alıkoyuyor.
Ben şahsen okumuyorum böyle yazıları... Yazmamaya da özen gösteriyorum.
Ama siz benim gibi yapmayın.
İnsanda nafile bir tekrar hissi uyandırsa da, yıldönümü yazılarını okuyun, “bellek ve hafıza tazeleme” yoluna gidin.
Mesela, dün, 12 Eylül darbesinin 32. yıldönümüydü.
Mebzul miktar 12 Eylül yazısı yazıldı, mebzul miktar 12 Eylül programı yapıldı.
Bunları okuyun ve izleyin.
Sonra da, “karşılaştırmalı” olarak, 12 Eylül civarında neler yazıldığına, neler söylendiğine bakın.
Baktığınızda göreceksiniz ki, bugün suret-i haktanmış gibi görünen ve darbe eleştirisinde yarışan ağabeylerimiz, kendilerini “darbenin tedvirine” memur etmişler...
Mesela, “27 Mayıs mis gibi devrimdir, 12 Eylül bal gibi darbedir” diyen bir güruh var...
Bunlar bile memur etmişler kendilerini
Rahmetli İlhan Selçuk’umuz ve rahmetli Uğur Mumcu’muz, bu darbenin bizi kurtardığı, biraz daha geç kalınsaydı işlerin daha da berbat olacağı yönünde yazılar yazmışlar... Bugün hayatta olan eşhas da yazılanlara eşlik etmişler... Gidin herhangi bir devlet kütüphanesine, o dönemde Cumhuriyet gazetesinde yazılanlara bakın. Onlar yazarken utanmamışlardı. Siz okurken mutlaka utanacaksınız.
Ben böyle bir sondajı (yani “karşılaştırmalı okumayı”) 27 Mayıs darbesi için yapmıştım.
Bugün “memleketin en sivil, en demokrat, en baba yazarı” muamelesi gören bir ağabeyimizin, darbeyi alkışlara boğan yazıyla karşılaşınca şaşırmıştım.
Önce şaşırmış, sonra utanmıştım.
Bir değil, birkaç yazı yazmış...
Bununla da kalmamış, “Yaşasın kahraman Türk ordusu, bize bu güzel günleri yaşattın, sağolasın, varolasın” diyerek, Başbakan asanlara serenat yapmış.
Şunu demek istiyorum:
Evet, “yıldönümü yazıları” insanda nafile bir tekrar duygusu uyandırıyor ama “karşılaştırmalı” okuduğunuzda da tadından yenmiyor.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ
Çok şükür, “yıldönümü” ve “hanut gezi” gazetecisi olamadım... Lokantalarda, şurda burda “bedava tarafından” siftinen “liberal” görünümlü refiklerim gibi, çulu serip, “Mekan oldukça ferah... Hmm, etler de iyi pişmiş” diyemedim.
Diyemeyeceğim de herhalde...
Neredeyse meslek raconu haline geldi:
Bazı duayen ağabeylerimiz, “yıldönümleri” için yedekte yazı hazır tutar, duruma ve konjonktüre göre üzerinde küçük değişiklikler yaparak, yeni bir yazıymış gibi sunarlar. Müşteriyi kazıklarlar yani...
Bunu da beceremedim...
Kemal Tahir’le ilgili bir yazım vardı...
Bazı eklemeler ve çıkarmalar yaparak bir-iki kez yayınlamıştım ama sonra sıkıldım...
Hem, didiklenmemiş tarafı mı kalmıştı rahmetlinin?
Sol entelijansiyanın Kemal Tahir nefreti ve bu nefretin odağında neyin bulunduğu da biliniyordu.
Bıraktım...
Bir ara 28 Şubat konusuna sardırmıştım. Yine küçük eklemeler ve çıkarmalar yaparak eski bir yazıma görünürlük kazandırmıştım.
Bunu da bıraktım.
Hem, 28 Şubat’la ödeşsem ne olacaktı? Bu ödeşmeyi yapanlar, zaten ortaya yüzlerce belge, anı, kitap çıkarmışlardı. Fazladan ne söyleyecektim? Evet, darbeyi neredeyse günü gününe yaşamış ve generallerin ölçüsüz şiddetine maruz kalmıştım ama dönüp dönüp bunları mı yazacaktım?
Bir de, insanı tembelliğe itiyor yıldönümü yazıları, yaratıcılıktan uzaklaştırıyor, yeni şeyler söylemekten alıkoyuyor.
Ben şahsen okumuyorum böyle yazıları... Yazmamaya da özen gösteriyorum.
Ama siz benim gibi yapmayın.
İnsanda nafile bir tekrar hissi uyandırsa da, yıldönümü yazılarını okuyun, “bellek ve hafıza tazeleme” yoluna gidin.
Mesela, dün, 12 Eylül darbesinin 32. yıldönümüydü.
Mebzul miktar 12 Eylül yazısı yazıldı, mebzul miktar 12 Eylül programı yapıldı.
Bunları okuyun ve izleyin.
Sonra da, “karşılaştırmalı” olarak, 12 Eylül civarında neler yazıldığına, neler söylendiğine bakın.
Baktığınızda göreceksiniz ki, bugün suret-i haktanmış gibi görünen ve darbe eleştirisinde yarışan ağabeylerimiz, kendilerini “darbenin tedvirine” memur etmişler...
Mesela, “27 Mayıs mis gibi devrimdir, 12 Eylül bal gibi darbedir” diyen bir güruh var...
Bunlar bile memur etmişler kendilerini
Rahmetli İlhan Selçuk’umuz ve rahmetli Uğur Mumcu’muz, bu darbenin bizi kurtardığı, biraz daha geç kalınsaydı işlerin daha da berbat olacağı yönünde yazılar yazmışlar... Bugün hayatta olan eşhas da yazılanlara eşlik etmişler... Gidin herhangi bir devlet kütüphanesine, o dönemde Cumhuriyet gazetesinde yazılanlara bakın. Onlar yazarken utanmamışlardı. Siz okurken mutlaka utanacaksınız.
Ben böyle bir sondajı (yani “karşılaştırmalı okumayı”) 27 Mayıs darbesi için yapmıştım.
Bugün “memleketin en sivil, en demokrat, en baba yazarı” muamelesi gören bir ağabeyimizin, darbeyi alkışlara boğan yazıyla karşılaşınca şaşırmıştım.
Önce şaşırmış, sonra utanmıştım.
Bir değil, birkaç yazı yazmış...
Bununla da kalmamış, “Yaşasın kahraman Türk ordusu, bize bu güzel günleri yaşattın, sağolasın, varolasın” diyerek, Başbakan asanlara serenat yapmış.
Şunu demek istiyorum:
Evet, “yıldönümü yazıları” insanda nafile bir tekrar duygusu uyandırıyor ama “karşılaştırmalı” okuduğunuzda da tadından yenmiyor.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ