Efendim: şu olanlara bir bakar mısınız? İzmir’de Oğuz Erge isimli bir taksi şoförü, “soğuktan üşümesin” diye aldığı bir yolcu tarafından silahla vurularak katledildi. Hemen aynı süreçte İstanbul'da İngiliz öğretmen Katie Erorbay, bu seferde taksici Mustafa Gülter tarafından hayatından edildi. Sakarya’da bir dansöz olan Sevda Timur öldürüldü. Esenyurt’ta biri tartıştığı kişinin kafasını çekiçle parçalıyor. Aynı şekilde İstanbul Fatih’te Diyarbakırlı Ramazan Hoca ismiyle tanınan Ramazan Pişkin, kendisine ait çay ocağında bıçaklanarak öldürüldü. Hemen o esnalarda Gezi Parkı olaylarında "Palalı Sabri" diye ünlenen Sabri Çelebi, Beyoğlu’nda canından oldu. Bunlar öne çıkanlar. Basına yansımayanları da hesaba katarsak irili ufaklı kim bilir daha neler var?..
İvmesi Giderek Yükselen Suç Dalgası!..
Ancak bu yeni bir durum değil. İvmesi giderek yükselen bir “Suç dalgası” ile karşı karşıyayız. Son dönemlerde toplumda suç, şiddet, nefrete dayalı veya sudan sebeplerle oluşan saldırganlıklarda belli bir yükseliş hissediliyor. Hemen her gün birden fazla cinayet, saldırı, yaralama, gasp, bireysel veya organize şekilde her tür suç haberleri adeta yağmur gibi yağıyor.
Sadece bunlar değil toplumda her tür negatif duygu artarken pozitif duygular azalıyor. Kimseye laf söylenmiyor. Herkeste bir asabiyet, bir atar gırla gitsin. İnsanlar sorunlarını konuşarak çözmeyi unuttular. Vazgeçtim insanların birbirine sevgisini, saygısını en ufak bir anlayış bile hak getire. Bunlar nereden türedi bilmem? Her biri sanki kıyamet öncesi alametleri gibi!..
Herkes birbirine muhtelif sebeplerle diş biliyor. En basit nedenlerle kavgalar, yaralamalar, darplar, cinayetler oluyor. Kimi “Yan baktın” diye, kimi sırf “canı öyle istediği için”, “zevkine”, kimi eşine, kimi komşusuna, kimi yoldaki şoföre, ev sahibine, vb karşı nefret besliyor. Herkes diğerlerine kin biriktiriyor veya zaten intikam peşinde. En küçük bir laftan nem kapılıyor. Herkesin içindeki saldırganlık dürtüsünü serbest bırakmanın arzusu içinde. Daha da kötüsü kimse adalete güvenmiyor. İnsanlar kendi adaletlerini kendi sağlama peşinde. Pençeler bileniyor. Birileri fırsatını bulsa diğerini bir kaşık suda boğacak!
Saldım Çayıra Mevlam Kayıra Toplumu!..
Artık birinin birine bir kötülük yapması için ona kötülük yapması ya da çok geçerli nedenleri olması gerekmiyor. Kötülük adeta zincirlerinden boşalmış şekilde toplumun damarlarında dolaşıyor. Hemen beraberinde şiddet geçerli bir davranış kalıbı olarak baskın çıkıyor. Biz uygar bir dünyada yaşadığımızı zannediyoruz ama olan bitene baktığımızda hiç de öyle gözükmüyor. Herkesin içinden vahşi bir hayvan sırıtıyor adeta. Bazı olaylarda “Canilik” kelimesi az kalıyor!..
Her türden psikopatı, manyağı, edepsizi, anti-sosyal davranışlı kriminali ortalarda cirit atıyor. Yasalara uygun yaşayan insanlar bunların insafına terk edilmiş durumda. Vahşet sıradanlaşıyor. Giderek yükselen şartlar altında polisiye tedbirlerin yetmesi elbette beklenemez. Belki henüz ortada bir “Otorite boşluğu” yok ama böyle giderse nereye kadar? Toplumu ayakta tutan manevi payandalar aşınıyor. Çözülme hızlanıyor!
Yaşanan Kriminalizasyonun Şahlanışıdır!..
Adım adım tuhaf bir yöne doğru gidiyoruz. Herkes bunun farkında ve tedirginliğini yaşıyor. Güvenlik insanın en birinci temel ihtiyacıdır. Eğer senin ve ailenin güvenliği yoksa diğer varlıklarının fazla bir önemi kalmaz. Biranda silinirler. Evet, belki suç ve suçlular her zaman vardı ve olacaklar. “Uygar toplum” yanılsaması bir yere kadar. Ancak olay nicel olarak artarken nitel olarak da bir dönüşüm geçiriyor sanki. Artık suçun karakteri değişiyor. Suçun doğasındaki şiddet unsuru, dozu ve acımasızlığı katlanarak artıyor. En basit bir kavgada, tartışmada dahi hemen bıçaklar, silahlar çekiliyor. Cinayetlerde vahşetin zirveleri zorlanıyor. Organize çeteleşmeleri saymıyorum bile!..
Toplum “Teksas’a döndük” benzetmesinde bulunurken “Amerikan Manyakları” olgusundaki tipler gibi tipler ürüyor. (Kimileri de olayı –her şeyi olduğu gibi- ABD ile kıyaslıyor ve içimizi rahatlatmaya çalışıyor. Onlara çok gülüyorum. Bunlara kalırsa, istatistiklere bakıp “Bakın Amerika’da şu kadar suç işleniyor, bizde bu kadar” diye kendilerini ya da bizi avutuyorlar. ) Magandalık, lümpenleşme sürekli özendirilirse, önüne set çekilmezse varılabilecek başka nokta kalmıyor. Türk toplumunun geleneksel davranış kalıpları iyice zayıflıyor.
“Kuralsızlık Toplumu” kendi kurallarını dayatıyor!..
Elbette bu durum birçok farklı nedene bağlanabilir. Kimi ülkedeki ekonomik gidişata, kimi ahlaksızlığa, din duygusunun zayıflamasına, kimi kültürsüz cahil insan artışına, eğitim sisteminin yetersizliğine, siyasilerin toplumu doğru yönlendirememesine, mafya dizilerinin olumsuz rolüne, mülteci akınına, nüfus artışına, insanların psikolojilerinin giderek bozulmasına, silahlanma artışına, yasaların, cezaların yetersizliğine, özgürlüklerin kötüye kullanılmasına, insanların ceza almaktan nasıl olsa “yırtacağı”na yahut az bir ceza ile kurtulacağına vb, inanmaları sayılabilir.
Gerçi ben bu son teze tam olarak katılamıyorum. Artık yeni saplantılı suç konseptinde kimsenin ne ceza alacağını umursadığını sanmıyorum. Cezaların oranı ne olursa olsun caydırıcı özelliğini hızla kaybetmektedir. Ceza sadece toplumu avutup, rahatlatır. Suç işleyen zaten onu bilerek işlemektedir. Sonuçta mevcut yap-bozda hepsinin bir parça etkisi var diyebilirim.
Kriminal Cangılın Sırtlanları!..
Orman yasasının hüküm sürdüğü kriminal cangılda suçun sırtlanlarıyla nasıl baş edeceğimizi bende tam bilmiyorum. Çare ne derseniz? İnanın elimde sihirli bir formül olmasını çok isterdim. Sadece şunu söyleyebilirim. Böyle giderse gelecek kuşaklar tehlikededir. Bir gün gelir sokağa çıkmak bile cesaret isteyebilir. Onun için şimdiden radikal önlemler almak gerekir. Bunun eğitimsel, kültürel ve yasal önlemleri inceden inceye düşünülmelidir. Tabii öyle bir “beyin” varsa!..
Fakat bana kalırsa “Kırık cam teorisi”nde olduğu gibi önce küçük noktalarda otoritenin varlığı hissettirilmelidir. (Örneğin kırmızı ışıkta durma yeşil ışıkta geçme alışkanlığı edinmemiş yayaların olduğu bir toplumda daha büyük kuralları dayatamazsınız. İşe buralardan başlamalısınız. ) Toplumu liberalizmin en berbat yorumu olan “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” e çevirirseniz sonuçta toplumda sapıtır. Bu iş –muhakkak olmalı o başka- polisiye tedbirler ve ayakları havada ahlak vaazları ile yola getiremezsiniz. Toplumun insan malzemesi kalitesi hızla düşmektedir. O nedenle aynı tarz olay ve kişiliklerin artmasına şaşırmamak gerek.
Yazının başlığında “Şiddet sarmalında deliriyoruz mu?” sorusunu sormuştum. Geri alıyorum. Hayır! Belki de çoktan delirdik. Ancak birbirimize “akıllı” numarası yapıyoruz herhalde!..
05. 02. 2024
NOT 1: İlginçtir. Toplumsal şiddet deyince aklıma “Purge / Arınma Gecesi” Distopik / Karanlık gelecek türündeki film serisi geliyor. (“Purge / Arınma Gecesi” film serisini izlediniz mi? Arınma Gecesi serisinde 4 adet film bulunmaktadır; “Arınma Gecesi 1, Arınma Gecesi 2: Anarşi, Arınma Gecesi 3: Seçim Yılı, Arınma Gecesi 4: İlk Arınma Gecesi”) Filmlerde Amerika’nın “Yeni kurucular”ı yılın bir günü tüm gece boyunca cinayet dahil her tür suçu serbest bırakır. Hiçbir cezai işlem uygulanmaz. Bu filmlerden esinle şimdi soruyorum: acaba bizde de devlet benzeri bir karar alsa işe yarar mı? Böylelikle toplum içindeki şiddet – nefret birikimi boşaltılıp, kimin kimle ne hesabı varsa istediği şekilde görüp, olaya bir “rahatlama” hatta “tedavi”, “çare” gözüyle bakılabilir mi? Toplumun içindeki birikmiş stres faylarına, şiddet, nefret, intikam duygularının sağaltımı sağlanır mı acaba? İlginç bir fantezi!..
NOT 2: Gene aklıma bu eksende bir soru takılıyor. “Kriminal Komplo” (Profil Y. 2007.) isimli romanımda darbe isteyen bir “yapı”nın ülkede suç olaylarının artmasını sağlayarak devleti / hükümeti zedelemeye çalıştığını anlatmıştım. Şu an o günlerdeki gibi bir konjonktür olmasa dahi gene de birileri suç olgusu üzerinden muhtelif “operasyonlar” düzenleyebilir. Bu hükümeti zayıf göstermek isteyen güçler olabileceği gibi devlet içi ekipler savaşına bağlı da gelişebilir. Emin değilim ama ihtimal dışıdır da diyemem.