KÖŞELERİNDE TETİKÇİ OLARAK GÖREV YAPAN İNSANLAR VAR!
Medyaradar sinema-tv yazarı Murat Tolga Şen sinema ve festival sektörünü, filmleri ve Türkiye'deki eleştirmenlik ortamını Posta yazarı Sayım Çınar'a anlattı.
Sinemaya Ötekinin Gözünden Bakan Bir Eleştirmen: Murat Tolga Şen
Yıllardır birçok festivalde birlikteyiz seninle, en son durağımız Malatya Film Festivali. Film festivallerinin çoğalması, sinemanın zenginleşmesi anlamına geliyor ve bu durumu çok önemsiyorum. Senin düşüncelerin nelerdir?
Türkiye’de çok fazla festival var ama temel olarak sinema festival sayısı üç. Adana, Antalya ve İstanbul Film Festivali. Malatya bu festivallerin yanında yer alabilir diye düşünüyorum. Güzel bir tarihi var, büyük para ödülleri yok, onun için yönetmenlerin de ilk tercihi olmuyor. Türk sinemasındaki genç yönetmenler için ilk motivasyon prestijden çok, borçlarını kapatacak paraya sahip olmak. Çok fazla genç yönetmenin tek filmi var. Malatya, Adana ve Antalya’nın rövanşı. Umduğunu bulamayan, haksızlığa uğradığını düşünen yönetmenler bir de Malatya’da kapışıyor. Adana ve Antalya’yı kolezyuma benzetiyorum, çok geniş bir arena, dedikodu entrika fazlasıyla var; Malatya ise daha temiz ve adil bir savaş alanı.
“Gişe oyuncusu, film oyuncusu, festival oyuncusu gibi ayrımlar bir tek Türkiye’de var zannediyorum”
Filmleri izliyoruz. Araf’ta Özcan Deniz bir kamyon şoförünü oynuyor ve ödüller aldı film. Diğer yandan bir de Evim Sensin’le buluştu izleyiciyle. James Bond’dan bile iyi gişesi olduğu konuşuluyor. Hem gişe filminde hem de festival filminde yer alabiliyor.
Özcan Deniz gibi adamların lokomotif olduğunu düşünüyorum, hangi filme sokarsan sok alır götürür. Zaten gişe oyuncusu, film oyuncusu, festival oyuncusu gibi ayrımlar bir tek Türkiye’de var zannediyorum. Oyuncuya teklif gelir normalde, değerlendirir, kararını verir. Oyunculuk kabiliyetini gösterir. Robert de Niro sulu bir komedi filminde de oynar, sanatsal bir filmin başrolünde de, Tarantino filminde de. Son on yılda bağımsız sinemacılar kendi filmlerini çekip oyuncuları seçip başkası oynayamaz dediler. Nuri Bilge Ceylan bunu kırdı yaptığı oyuncu seçimleriyle. İnsanlar tezat yaratmak da istiyorlar. Bağımsız sinemanın da bilet satmaya ihtiyacı var ve kabul edelim Özcan Deniz bilet sattırıyor.
Türkiye gerçeği üzerinden çok az film çekiliyor. Medyada sürekli bir değişim var örneğin, sürekli işten çıkarmalar adaletsizlikler yaşanıyor. Medyanın arka planı konuşulmalı diye düşünüyorum.
Bağımsız ve cesur bir Türk sineması olduğunu düşünmüyorum. 30 yıl öncenin haksızlıklarıyla güreşen bir sinema bu. Ne medya, ne işçi öğrenci hakları bağımsız sinemayı nedense bir türlü ilgilendirmiyor. Sıkıyönetim zamanlarında bile daha cesur bir sinema vardı.
Malatya Film Festivali’nde Ünal Küpeli, Türkan Şoray, Kadir İnanır’lar çok az yetişiyor, onların üstüne kimse gelmedi, benzeri bir açıklama yaptı. Yeşilçam’la çok karşılaştırılmaz ama yine de iyi oyuncular çıktığını düşünüyorum son dönemde. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Herkes kendi dönemini yüceltir. Lisede okurken herkes kendi sınıfının en eğlenceli sınıf olduğunu, sonradan okulun bozulduğunu söyler. Ben kendi adıma sıkıldım bir yandan tek başına Türkan Şoray mitinden. Evde 4 – 5 tane Şoray kitabı var. Ahmet Mekin’i görmek istiyorum mesela. Ama kimsenin aklına gelmiyor. Yeşilçam’da çok uç özel tipler vardı. Şimdi de var. Oyunculuk o zamanki gibi bir star mesleği değil artık, özellikle sinema oyunculuğu. Zamana bırakmamız gerektiğini düşünüyorum. Gelecekte de belki bu isimlere onur ödülleri verilecek, içinde oldukları dönemin oyuncuları yetersiz bulunacak.
Ateşin Düştüğü Yer ile Oscar aday adayıyız. Yönetmen İsmail Güneş Adana’dan sonra Malatya’da. Ne düşünüyorsunuz filmle ilgili?
Yazılarımda da konu ettim. Türkiye’de sinema yazarlığı tamamen yanlış kurgulanmış bir sistem. Sinema yazarları sinemanın seçkinlere, elitlere özel bir şey olduğunu zannediyorlar, oysa halka, izleyiciye ait bir şeydir sinema. İsmail Güneş’i muhafazakar addediyorlar ve daha halk tipi görüyorlar. Oysa filmde muhafazakar hiçbir kodlama, mesaj kaygısı yoktu. Ürkütecek, kaygılandıracak herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum filmde. Daha ön jürinin görmeden ret ettiği bir film fikrini kabul etmiyorum.
“Her gün hepimiz bir yerlerden kovulabiliriz”
Türkiye’de tarafsız, objektif bir eleştirmen olmak son derece zor. Her tarafta bir gruplaşma hali var. Sektörde çok benzerin yok bence.
Ben bunu dezavantaj olarak görürdüm, ama şimdi en büyük özelliğimin bu olduğunu anlıyorum. 80’lerde ev ekonomisine katkı için kazak ören teyzeler vardı hani, parça başı para alırlardı. Medyada insanlar iyi para kazanıyor zannediyorlar ama aslında öyle bir şey yok. Yazdığım farklı yerler var, bir havuz oluşturdum bu şekilde. Her gün hepimiz bir yerlerden kovulabiliriz. Benim sinema yazarlığını bırakmam için hepsinden aynı anda kovulmam gerekiyor. SİYAD’a girmek istedim, başvuruda da bulundum, SİYAD benim başvurumu oyaladı, sonra da yıllar önce Öteki Sinema’da yazdığım bir eleştiri yazısını kabul edilemez görüp, beni reddettiler. Ben de SİYAD tarihinde başvurusunu geri çeken ilk aday olarak tarihe geçtim. Bir daha da asla üye olmayı düşünmüyorum. Alternatif bir kuruma girmeyi düşünüyorum. Sinema Yazarları Derneği örneği üzerinden konuşursak emekçilerin dertlerini sıkıntı etmek yerine kendilerini önemlileştirmek gibi bir noktadalar. SİYAD, üyeler için değil; üyeler SİYAD için var.
Festivallerde verilen ödüller ciddi anlamda tartışıldı son dönemde. Bir takım oyuncular son derece umut vaat eder görünen ama ödül alamayanlar yurtdışından ödülle döndüler. Zeki Demirkubuz’un kararına ne diyorsun?
Bu kadar çok film varken, kimse mezunlar partisinde okula yeni başlamış insanların olmasını istemez. Rüştünü ispat etmiş yönetmenlerin daha yeni yönetmenlerle çarpışıp kaybetmesi ağır bir durum. Kaldı ki filmler de kötü değil. Yeraltı en iyi filmlerdendi, o değilse Gözetleme Kulesi, o değilse Araf. Babamın Sesi de dahil. Son derece politik bir kararla ödül verilmedi. Ben de yönetmen olsam benzer bir karar alırdım zannediyorum. Bu durumu ilk fark eden isimlerden biri Nuri Bilge Ceylan oldu.
Festival boyunca akılda kalan isimler de oluyor. Araf oyuncularını özellikle saymalı bence. Barış’ın böylesi genç bir yaşta bu kadar başarı göstermesi bence çok önemli. Sende de parlak isimler var mı?
Neslihan için çok önemli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Araf’ta bence çok önemli bir performans sergiledi.
Diziler sinemaya oyuncu veriyor, neden böyle tersine döndü dersin?
Çünkü bizde sinema hiçbir zaman sektörleşmedi. İnsanlar para kazanmak isterler. Oyuncular iyi hayatlar yaşamak ister doğal olarak. Bu yüzden dizilerde oynayanları haksız bulmuyorum. Ancak denge iyice şaştı, buna katılıyorum. Dışarıda artık emekliliği yaklaşmış insanlar dizilere geçiyorlar. Bizde tam tersi. Türkiye’de zaten ne olması gerektiği gibi ki!
Festivaller sinemayı bir yönüyle ayakta tutuyor bence. Bu canlılığı nasıl değerlendiriyorsun, Malatya’da 10 – 20 kişiyle film izlediğimiz zamanlar oldu. Bunu nasıl okumalı?
Eğer gişe sinemasını festivallerden uzak tutmaya devam ederseniz bu değişmeyecektir. Malatya’nın ilk senesinde salonlar dolup taşıyordu. Malatya bir komedi film festivaliydi. Çakallarla Dans’ı ilk burada izledik. Bir salon dolusu insan vardı. Bütün festivallere katılan filmleri -ki sayıları 25’i buluyor- aslında kimse izlemiyor bu filmleri. En İyi Film Ödülü alıp, 1500 - 2000 kişiye ulaştığı için memnuniyet duyan yönetmenler var örneğin. Festivaller gişe filmlerinden uzak durdukça gişe filmleri yozlaşıyor. Komedi ne hale geldi görüyoruz. Biz komedi filmlerini -ki en iyi eleştiri yoludur- tekrar festivallere alırsak iyi bir komedi sinemasına baştan ulaşacağımıza inanıyorum.
Hababam Sınıfı oyuncuları katıldı festivale, ancak Rıfat Ilgaz’ın adı bile anılmadı. Bu durum beni çok şaşırttı, sen ne diyorsun bu duruma?
Teknik bir hata olarak değerlendirmek istiyorum. Malatya bir ahde vefa örneği gösterdi bence, tüm oyuncuları bu şekilde toplamak bence çok önemli. Hababam Sınıfı’nı tek başına oyunculara mal etmek kusurlu bir durum diğer yandan, bunu da söylemek gerek.
Festivallerdeki açılışlar, olaylar da çok konuşuluyor. Malatya’da biraz daha sakin oldu açılış.
Devlet, valilik vs. giriyor işin içine, zannediyorum bu yüzden biraz da şekil değiştiriyor her şey. Biz madem bu kadar destekledik, çıkıp konuşalım diyorlar. Bir tek İstanbul Film Festivali’nde yaşamıyoruz bu durumu. Tek başına festival düzenleyebilenler çıkana kadar durum hiç değişmeyecek.
Ömür Gedik son derece fuzuli bir tartışmaydı. Filmlerin tartışılması gereken ortamda bambaşka meseleler üzerinden gitti bütün yazılar, konuşmalar.
Ömür televizyona iş yapan biri, severim de kendisini. İnsan kalitesi yüksektir, dedikodu yapmaz, bu çok sık rastladığımız durumlar değil bunlar. Biz sürekli Ömür’ü tartışmamalıyız. Teknik olarak bir hata yok aslında. Sinema yazan birine şarkı söyleterek başlamak istediler, Ömür de bunu yaptı. Sosyal medya her şeyi çok abartma eğiliminde olduğu için bunu da abarttılar. En kolay olana saldırdılar.
Politik mesajlar da beraberinde geliyor her açılışta. Yine de buradaki festivalde bu durumu yaşamadık.
Adana ve Antalya’da çok var. Bu kusurlu bir durum.
Festivalleri öteye taşımak için neler yapmalı?
Ön jürilerin aklını başına alması gerekiyor. İyi filmleri bizden saklayıp kötü filmler izletebiliyorlar. İlahi adalet diye bir şey varsa Ateşin Düştüğü Yer’de gördük bunu. Antalya’dan elenip Monreal’den ödülle döndü, şu an Oscar aday adayı. Ya da Mar filmi, Adana’dan eli boş dönüp İskenderiye’den ödülle döndü. Başka filmlerin de başına geliyor, Araf gibi. Ben artık bazı insanların bilirkişiliğini sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.
“Okuru pataklamak ya da ona ne kadar bilgili olduğunu göstermek gibi bir durum var eleştirmenler arasında”
Kimi zaman son derece duygusuz, matematik gibi değerlendiren köşe yazarları var ve çok kötü yazılar yazıyorlar. Bu insanların sinema hakkında yazı yazmasını nasıl değerlendirmeli?
Seyirci olduklarını unutuyorlar. Seyirci koltuğundan kalkıp karşıya geçiyorlar. Sinema yazan bir seyirciyim ben. Bunu kaybederseniz anlamı kalmaz, adil de eleştiremezsiniz. Okuru pataklamak ya da ona ne kadar bilgili olduğunu göstermek gibi bir durum var eleştirmenler arasında. Oysa seyirci için yol gösterici olmak gerekiyor. Seyirciyi aşağılayamazsın. Bunu kabul etmiyorum.
Filmleri küçümsemek de moda oldu son dönemde. Sanatçı bir şeye form verendir, onu eleştirirken daha naif ve özenli olmak gerekiyor.
Ben yazılarımı yazarken benim gibi filmlere gidenlere yardımcı olmak istiyorum. Her film herkes için değildir. Sinemasal her iş herkesin beğenmesi için de değildir. Kimi fantastik sever, kimi gençlere yöneliktir. Elinize geçen her malzemeden salata yapmaya çalışmayacaksınız. Bir takım yazarlar bazı kliklere yaklaşmak, itibar kazanmak için köşelerini kullanıyorlar. Göstere göstere yapılıyor bazı işler. Çok acıklı şeylere yol açıyor. Silah olarak kullanan, tetikçi olarak görev yapan insanlar var. Adeta kocaman bir P&R evrenindeyiz. Artık yazı değil ürün var ortada, saldırıyor, yıkıyor ve karşılığını alıyor bir şekilde. Okur da bunun farkından bence.
Öteki Sinema adında bir siten var. Daha farklı bir sinema okuması yapıyorsun. Biraz bahseder misin sitenden?
2005’te kurdum. Başlangıçta bir içerik derlemesiyken başka bir hale geldi. 12 yazarı var. İsteyen herkes her şeyi yazıyor. Türk sineması bence çok dertli bir sinema. Biz bunları öne çıkarmaya çalışıyoruz.
“Recep İvedik son derece önemli bir sosyolojik vaka”
Bir komedi ya da dizi filmde komediyi komedyen odaklı yapma tercihini nasıl değerlendiriyorsun?
Ertem Eğilmez Canım Kardeşim adlı filminde komedi oyuncularıyla bir dram yaratmayı başarmıştır. İşin kolayı halkı suçlamaktır. Oysa yönetmen karar verici. Seçim yapan o. İyi bir oyuncunun her türlü rolde başarılı olması gerektiğini düşünüyorum. Bence Türkiye sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri Recep İvedik. Sinema olma haliyle değil ama bir alarm zili olarak. Bir şeyler karışırsa fakirler zenginleri kesecek Türkiye’nin eğitimsizleri eğitimlilerini kesecek, film bunu gösterdi. Recep kütüphaneciye, yoga hocasına, profesöre karşı duruyor ve bu durum insanların hoşuna gidiyor. Hep üstüne basılan, ezilen insanlar var. Recep İvedik bunu gösterdi. Ne zaman Recep İvedik daha az izlenirse işte o zaman bu sağlıklı olduğumuz, sağlıklı bir toplum olduğumuz anlamına gelecek. Diğer yandan sinema dijitalleştikçe film yapmak kolaylaşıyor, kolaylaştıkça daha çok yeteneksiz insan sektöre giriyor
Yıllardır birçok festivalde birlikteyiz seninle, en son durağımız Malatya Film Festivali. Film festivallerinin çoğalması, sinemanın zenginleşmesi anlamına geliyor ve bu durumu çok önemsiyorum. Senin düşüncelerin nelerdir?
Türkiye’de çok fazla festival var ama temel olarak sinema festival sayısı üç. Adana, Antalya ve İstanbul Film Festivali. Malatya bu festivallerin yanında yer alabilir diye düşünüyorum. Güzel bir tarihi var, büyük para ödülleri yok, onun için yönetmenlerin de ilk tercihi olmuyor. Türk sinemasındaki genç yönetmenler için ilk motivasyon prestijden çok, borçlarını kapatacak paraya sahip olmak. Çok fazla genç yönetmenin tek filmi var. Malatya, Adana ve Antalya’nın rövanşı. Umduğunu bulamayan, haksızlığa uğradığını düşünen yönetmenler bir de Malatya’da kapışıyor. Adana ve Antalya’yı kolezyuma benzetiyorum, çok geniş bir arena, dedikodu entrika fazlasıyla var; Malatya ise daha temiz ve adil bir savaş alanı.
“Gişe oyuncusu, film oyuncusu, festival oyuncusu gibi ayrımlar bir tek Türkiye’de var zannediyorum”
Filmleri izliyoruz. Araf’ta Özcan Deniz bir kamyon şoförünü oynuyor ve ödüller aldı film. Diğer yandan bir de Evim Sensin’le buluştu izleyiciyle. James Bond’dan bile iyi gişesi olduğu konuşuluyor. Hem gişe filminde hem de festival filminde yer alabiliyor.
Özcan Deniz gibi adamların lokomotif olduğunu düşünüyorum, hangi filme sokarsan sok alır götürür. Zaten gişe oyuncusu, film oyuncusu, festival oyuncusu gibi ayrımlar bir tek Türkiye’de var zannediyorum. Oyuncuya teklif gelir normalde, değerlendirir, kararını verir. Oyunculuk kabiliyetini gösterir. Robert de Niro sulu bir komedi filminde de oynar, sanatsal bir filmin başrolünde de, Tarantino filminde de. Son on yılda bağımsız sinemacılar kendi filmlerini çekip oyuncuları seçip başkası oynayamaz dediler. Nuri Bilge Ceylan bunu kırdı yaptığı oyuncu seçimleriyle. İnsanlar tezat yaratmak da istiyorlar. Bağımsız sinemanın da bilet satmaya ihtiyacı var ve kabul edelim Özcan Deniz bilet sattırıyor.
Türkiye gerçeği üzerinden çok az film çekiliyor. Medyada sürekli bir değişim var örneğin, sürekli işten çıkarmalar adaletsizlikler yaşanıyor. Medyanın arka planı konuşulmalı diye düşünüyorum.
Bağımsız ve cesur bir Türk sineması olduğunu düşünmüyorum. 30 yıl öncenin haksızlıklarıyla güreşen bir sinema bu. Ne medya, ne işçi öğrenci hakları bağımsız sinemayı nedense bir türlü ilgilendirmiyor. Sıkıyönetim zamanlarında bile daha cesur bir sinema vardı.
Malatya Film Festivali’nde Ünal Küpeli, Türkan Şoray, Kadir İnanır’lar çok az yetişiyor, onların üstüne kimse gelmedi, benzeri bir açıklama yaptı. Yeşilçam’la çok karşılaştırılmaz ama yine de iyi oyuncular çıktığını düşünüyorum son dönemde. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Herkes kendi dönemini yüceltir. Lisede okurken herkes kendi sınıfının en eğlenceli sınıf olduğunu, sonradan okulun bozulduğunu söyler. Ben kendi adıma sıkıldım bir yandan tek başına Türkan Şoray mitinden. Evde 4 – 5 tane Şoray kitabı var. Ahmet Mekin’i görmek istiyorum mesela. Ama kimsenin aklına gelmiyor. Yeşilçam’da çok uç özel tipler vardı. Şimdi de var. Oyunculuk o zamanki gibi bir star mesleği değil artık, özellikle sinema oyunculuğu. Zamana bırakmamız gerektiğini düşünüyorum. Gelecekte de belki bu isimlere onur ödülleri verilecek, içinde oldukları dönemin oyuncuları yetersiz bulunacak.
Ateşin Düştüğü Yer ile Oscar aday adayıyız. Yönetmen İsmail Güneş Adana’dan sonra Malatya’da. Ne düşünüyorsunuz filmle ilgili?
Yazılarımda da konu ettim. Türkiye’de sinema yazarlığı tamamen yanlış kurgulanmış bir sistem. Sinema yazarları sinemanın seçkinlere, elitlere özel bir şey olduğunu zannediyorlar, oysa halka, izleyiciye ait bir şeydir sinema. İsmail Güneş’i muhafazakar addediyorlar ve daha halk tipi görüyorlar. Oysa filmde muhafazakar hiçbir kodlama, mesaj kaygısı yoktu. Ürkütecek, kaygılandıracak herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum filmde. Daha ön jürinin görmeden ret ettiği bir film fikrini kabul etmiyorum.
“Her gün hepimiz bir yerlerden kovulabiliriz”
Türkiye’de tarafsız, objektif bir eleştirmen olmak son derece zor. Her tarafta bir gruplaşma hali var. Sektörde çok benzerin yok bence.
Ben bunu dezavantaj olarak görürdüm, ama şimdi en büyük özelliğimin bu olduğunu anlıyorum. 80’lerde ev ekonomisine katkı için kazak ören teyzeler vardı hani, parça başı para alırlardı. Medyada insanlar iyi para kazanıyor zannediyorlar ama aslında öyle bir şey yok. Yazdığım farklı yerler var, bir havuz oluşturdum bu şekilde. Her gün hepimiz bir yerlerden kovulabiliriz. Benim sinema yazarlığını bırakmam için hepsinden aynı anda kovulmam gerekiyor. SİYAD’a girmek istedim, başvuruda da bulundum, SİYAD benim başvurumu oyaladı, sonra da yıllar önce Öteki Sinema’da yazdığım bir eleştiri yazısını kabul edilemez görüp, beni reddettiler. Ben de SİYAD tarihinde başvurusunu geri çeken ilk aday olarak tarihe geçtim. Bir daha da asla üye olmayı düşünmüyorum. Alternatif bir kuruma girmeyi düşünüyorum. Sinema Yazarları Derneği örneği üzerinden konuşursak emekçilerin dertlerini sıkıntı etmek yerine kendilerini önemlileştirmek gibi bir noktadalar. SİYAD, üyeler için değil; üyeler SİYAD için var.
Festivallerde verilen ödüller ciddi anlamda tartışıldı son dönemde. Bir takım oyuncular son derece umut vaat eder görünen ama ödül alamayanlar yurtdışından ödülle döndüler. Zeki Demirkubuz’un kararına ne diyorsun?
Bu kadar çok film varken, kimse mezunlar partisinde okula yeni başlamış insanların olmasını istemez. Rüştünü ispat etmiş yönetmenlerin daha yeni yönetmenlerle çarpışıp kaybetmesi ağır bir durum. Kaldı ki filmler de kötü değil. Yeraltı en iyi filmlerdendi, o değilse Gözetleme Kulesi, o değilse Araf. Babamın Sesi de dahil. Son derece politik bir kararla ödül verilmedi. Ben de yönetmen olsam benzer bir karar alırdım zannediyorum. Bu durumu ilk fark eden isimlerden biri Nuri Bilge Ceylan oldu.
Festival boyunca akılda kalan isimler de oluyor. Araf oyuncularını özellikle saymalı bence. Barış’ın böylesi genç bir yaşta bu kadar başarı göstermesi bence çok önemli. Sende de parlak isimler var mı?
Neslihan için çok önemli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Araf’ta bence çok önemli bir performans sergiledi.
Diziler sinemaya oyuncu veriyor, neden böyle tersine döndü dersin?
Çünkü bizde sinema hiçbir zaman sektörleşmedi. İnsanlar para kazanmak isterler. Oyuncular iyi hayatlar yaşamak ister doğal olarak. Bu yüzden dizilerde oynayanları haksız bulmuyorum. Ancak denge iyice şaştı, buna katılıyorum. Dışarıda artık emekliliği yaklaşmış insanlar dizilere geçiyorlar. Bizde tam tersi. Türkiye’de zaten ne olması gerektiği gibi ki!
Festivaller sinemayı bir yönüyle ayakta tutuyor bence. Bu canlılığı nasıl değerlendiriyorsun, Malatya’da 10 – 20 kişiyle film izlediğimiz zamanlar oldu. Bunu nasıl okumalı?
Eğer gişe sinemasını festivallerden uzak tutmaya devam ederseniz bu değişmeyecektir. Malatya’nın ilk senesinde salonlar dolup taşıyordu. Malatya bir komedi film festivaliydi. Çakallarla Dans’ı ilk burada izledik. Bir salon dolusu insan vardı. Bütün festivallere katılan filmleri -ki sayıları 25’i buluyor- aslında kimse izlemiyor bu filmleri. En İyi Film Ödülü alıp, 1500 - 2000 kişiye ulaştığı için memnuniyet duyan yönetmenler var örneğin. Festivaller gişe filmlerinden uzak durdukça gişe filmleri yozlaşıyor. Komedi ne hale geldi görüyoruz. Biz komedi filmlerini -ki en iyi eleştiri yoludur- tekrar festivallere alırsak iyi bir komedi sinemasına baştan ulaşacağımıza inanıyorum.
Hababam Sınıfı oyuncuları katıldı festivale, ancak Rıfat Ilgaz’ın adı bile anılmadı. Bu durum beni çok şaşırttı, sen ne diyorsun bu duruma?
Teknik bir hata olarak değerlendirmek istiyorum. Malatya bir ahde vefa örneği gösterdi bence, tüm oyuncuları bu şekilde toplamak bence çok önemli. Hababam Sınıfı’nı tek başına oyunculara mal etmek kusurlu bir durum diğer yandan, bunu da söylemek gerek.
Festivallerdeki açılışlar, olaylar da çok konuşuluyor. Malatya’da biraz daha sakin oldu açılış.
Devlet, valilik vs. giriyor işin içine, zannediyorum bu yüzden biraz da şekil değiştiriyor her şey. Biz madem bu kadar destekledik, çıkıp konuşalım diyorlar. Bir tek İstanbul Film Festivali’nde yaşamıyoruz bu durumu. Tek başına festival düzenleyebilenler çıkana kadar durum hiç değişmeyecek.
Ömür Gedik son derece fuzuli bir tartışmaydı. Filmlerin tartışılması gereken ortamda bambaşka meseleler üzerinden gitti bütün yazılar, konuşmalar.
Ömür televizyona iş yapan biri, severim de kendisini. İnsan kalitesi yüksektir, dedikodu yapmaz, bu çok sık rastladığımız durumlar değil bunlar. Biz sürekli Ömür’ü tartışmamalıyız. Teknik olarak bir hata yok aslında. Sinema yazan birine şarkı söyleterek başlamak istediler, Ömür de bunu yaptı. Sosyal medya her şeyi çok abartma eğiliminde olduğu için bunu da abarttılar. En kolay olana saldırdılar.
Politik mesajlar da beraberinde geliyor her açılışta. Yine de buradaki festivalde bu durumu yaşamadık.
Adana ve Antalya’da çok var. Bu kusurlu bir durum.
Festivalleri öteye taşımak için neler yapmalı?
Ön jürilerin aklını başına alması gerekiyor. İyi filmleri bizden saklayıp kötü filmler izletebiliyorlar. İlahi adalet diye bir şey varsa Ateşin Düştüğü Yer’de gördük bunu. Antalya’dan elenip Monreal’den ödülle döndü, şu an Oscar aday adayı. Ya da Mar filmi, Adana’dan eli boş dönüp İskenderiye’den ödülle döndü. Başka filmlerin de başına geliyor, Araf gibi. Ben artık bazı insanların bilirkişiliğini sorgulamak gerektiğini düşünüyorum.
“Okuru pataklamak ya da ona ne kadar bilgili olduğunu göstermek gibi bir durum var eleştirmenler arasında”
Kimi zaman son derece duygusuz, matematik gibi değerlendiren köşe yazarları var ve çok kötü yazılar yazıyorlar. Bu insanların sinema hakkında yazı yazmasını nasıl değerlendirmeli?
Seyirci olduklarını unutuyorlar. Seyirci koltuğundan kalkıp karşıya geçiyorlar. Sinema yazan bir seyirciyim ben. Bunu kaybederseniz anlamı kalmaz, adil de eleştiremezsiniz. Okuru pataklamak ya da ona ne kadar bilgili olduğunu göstermek gibi bir durum var eleştirmenler arasında. Oysa seyirci için yol gösterici olmak gerekiyor. Seyirciyi aşağılayamazsın. Bunu kabul etmiyorum.
Filmleri küçümsemek de moda oldu son dönemde. Sanatçı bir şeye form verendir, onu eleştirirken daha naif ve özenli olmak gerekiyor.
Ben yazılarımı yazarken benim gibi filmlere gidenlere yardımcı olmak istiyorum. Her film herkes için değildir. Sinemasal her iş herkesin beğenmesi için de değildir. Kimi fantastik sever, kimi gençlere yöneliktir. Elinize geçen her malzemeden salata yapmaya çalışmayacaksınız. Bir takım yazarlar bazı kliklere yaklaşmak, itibar kazanmak için köşelerini kullanıyorlar. Göstere göstere yapılıyor bazı işler. Çok acıklı şeylere yol açıyor. Silah olarak kullanan, tetikçi olarak görev yapan insanlar var. Adeta kocaman bir P&R evrenindeyiz. Artık yazı değil ürün var ortada, saldırıyor, yıkıyor ve karşılığını alıyor bir şekilde. Okur da bunun farkından bence.
Öteki Sinema adında bir siten var. Daha farklı bir sinema okuması yapıyorsun. Biraz bahseder misin sitenden?
2005’te kurdum. Başlangıçta bir içerik derlemesiyken başka bir hale geldi. 12 yazarı var. İsteyen herkes her şeyi yazıyor. Türk sineması bence çok dertli bir sinema. Biz bunları öne çıkarmaya çalışıyoruz.
“Recep İvedik son derece önemli bir sosyolojik vaka”
Bir komedi ya da dizi filmde komediyi komedyen odaklı yapma tercihini nasıl değerlendiriyorsun?
Ertem Eğilmez Canım Kardeşim adlı filminde komedi oyuncularıyla bir dram yaratmayı başarmıştır. İşin kolayı halkı suçlamaktır. Oysa yönetmen karar verici. Seçim yapan o. İyi bir oyuncunun her türlü rolde başarılı olması gerektiğini düşünüyorum. Bence Türkiye sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri Recep İvedik. Sinema olma haliyle değil ama bir alarm zili olarak. Bir şeyler karışırsa fakirler zenginleri kesecek Türkiye’nin eğitimsizleri eğitimlilerini kesecek, film bunu gösterdi. Recep kütüphaneciye, yoga hocasına, profesöre karşı duruyor ve bu durum insanların hoşuna gidiyor. Hep üstüne basılan, ezilen insanlar var. Recep İvedik bunu gösterdi. Ne zaman Recep İvedik daha az izlenirse işte o zaman bu sağlıklı olduğumuz, sağlıklı bir toplum olduğumuz anlamına gelecek. Diğer yandan sinema dijitalleştikçe film yapmak kolaylaşıyor, kolaylaştıkça daha çok yeteneksiz insan sektöre giriyor