''KÖŞE YAZARLIĞINDA HANGİ NUMARALAR ARTIK TUTMUYOR?''
Akşam Yazarı Oray Eğin, köşe yazarlığında, artık demode olan numaraları kaleme aldı!
Köşe yazarlığında hangi numaralar artık tutmuyor
- Fıkra anlatmak... ’Kıssadan hisse’ye başvurmak, ’anlayana mesaj’ vermek...
- Çok gezdim, çok gördüm’ yazıları... Gündelik eklerde yazan isimlerin abartılı restoran ve otel övgüleri...
- Pazar günleri aşk yazısı yazmak... Türkiye öyle politize oldu, kutuplar öyle belirginleşti ki okurun bir gün bile ’kırmızıyı seçip aşkı mavinin altında bulan’ köşe yazarı prototipine veya ’Sevgili’ye mektuplar’a tahammülü kalmadı...
- Arkadaşlarını köşe yazısı karakterleri haline getirmek, onların maceralarından, aranızda dönen özlü sözlerden bahsedip okurun da bu isimlerin kim olduğunu merak etmesini beklemek...
- İsim vermemek, muhatabı çeşitli özellikleriyle ve sıfatlarla tarif etmek...
- Hıncal Uluç’la polemiği girildiği zaman gizliden gizliye zevk alırken köşe yazısında bundan hoşlanmıyormuş gibi hava vermek...
- Sinan Çetin’le arkadaş olmak...
- Bir ev davetinden abartılı üslupla bahsetmek... Kendini bir kulübe aitmiş, bir işadamıyla çok yakın arkadaşmış gibi göstermek...
- Her ne sebeple olursa olsun köşe yazısının bir bölümünde ’Bugün de sizinle sevdiğim bir şiiri paylaşıyorum’ demek...
- Kendinden ’biz’ diye söz etmek...
- Türkçe’yle oynamak, yeni kelime türetmeye çalışmak, kendince kelime oyunları yapmak ve bunun çok yaratıcı buluşlar olduğunu düşünmek...
- Hem ’romantik’ hem ’isyankar’ olmak...
- Allah vergisi bir yeteneğin olmadığı halde ısrarla Bekir Coşkun-Yılmaz Özdil gibi yazmaya çalışmak...
- Tek parça köşe yazmak...
- Koca köşeyi bir başkasının yazdığı mektupla, bir kitaptan alıntıya ya da en fenası bir başka köşe yazarının köşe yazısıyla doldurmak ve günü kurtarmak...
- Yazıya ’Telefon gece yarısı çaldı, arayan Başbakan’dı’ diye başlamak...
- İki ay ya da 49 yıl önce fark etmez... Süresi ne olursa olsun eski yazıyı yeniden yayımlamak...
- Entelektüelik numaraları yapmak, araya kavram sıkıştırmak, akademik dil kullanmak, dipnot vermek, parantezlere başvurmak, kendinin ne kadar sofistike ve bilgili olduğunu dışarıya gösterme arzusu...
- Dikkat çekmek ve Ayşe Arman olmaya çabalamak uğruna seks yazısı yazmaya çalışmak...
Bir mekan sosyolojisi
Hanutçu köşe yazarları sırf oralarda bedava yiyip içiyorlar diye amma övgü düzmüştü Public adlı mekana geçen sene açıldığında. Böylesi bir kampanyanın hiçbir mekan için yapıldığını hatırlamıyorum; basında o kadar dostu olan İzzet Çapa’ya bile bu kadar yağ çekilmedi.
Peki sonunda ne oldu?
Aynı hanutçu lifestyle yazarlarından öğreniyorum ki Public kapanmış... Kısacası ’Olacağı buydu’ diyorum kendi kendime...
Açtıkları pastanede kolay paranın tadını alan, bu yüzden de hırslanan hanımlar Şişhane’den geldikleri gibi gitmişler. Doğrusu zaten bu semte geldiklerine ne bölgenin ruhunu anlamışlardı ne de o kadar övgünün altını dolduracak bir mekan açmışlardı.
Siyah takım elbiseli bodyguard’larla, valet’lerle, kapıdaki rezervasyon listesiyle Etiler kültürünü Şişhane’de yaşatabileceklerini düşündüler...
Buradan çıkarılacak bir ders var: İş medya gazıyla olmuyor bir kere...
İkincisi de, siz ne kadar snob olursanız olun, ne kadar ’Ben bilirim, ben yaparım, ben iddialıyım’ havalarında gezinirseniz gezinin ruhu oturmuş mahallelerde kimse sizi takmıyor...
Bu hoca sınıfta kalır
Adının önünde CNN gibi dünya markası olan bir kanalın yayın danışmanı... Aynı zamanda üniversitede ders veriyor, gençlere gazetecilik anlatıyor... Televizyonlara çıkıyor yeni medya, çağdaş gazetecilik gibi konularda ahkam kesiyor... Kanal çalışanlarına e-mail’ler yolluyor, yayın ilkelerinden bahsediyor, İnternet’ten bulduğu makaleleri yolluyor, kendisini Batılı gazeteciliğini en iyi bilen insan olarak takdim ediyor...
En Batılı, en ilkeli, en BBC’ci, en iyi İngilizce bilen gazetecimiz o güya...
Ama bu Batılı arkadaş hayatında ilk kez sahaya çıkıp, ilk kez bir görüşme yapmaya kalkınca nasıl koca bir balon olduğunu (vallahi ima yok) hepimize kanıtladı...
Ne yaptı biliyor musunuz?
Önce ’gizlice’ Fethullah Gülen’le görüştü... Sonra bu işin ’gizli’ kalmayacağı anlaşılınca televizyona çıkıp görüşmeyi anlattı... Ama daha da önemlisi görüştüğü kişiden yani haber kaynağından hediye aldı. Evet, açık açık hediye aldı. Ve bunu da itiraf etti!
Yeri gelince mangalda kül bırakmaz, Amerikan, İngiliz medyasından bahseder... Ama belli ki bu ülkelerde gazetecileri nasıl bir katı kurallar zinciri arasında bu mesleği yapmak zorunda olduklarını, bu kurallardan birinin de haber kaynaklarından hediye kabul etmemek olduğunu bilmez...
Ya da teoride bilir de... Pratikte uygulayamadığını ise hepimiz gördük.
Şimdi merak ediyorum bakalım, artık hangi yüzle öğrencilerinin karşısına çıkacak ve onlara nasıl gazetecilik anlatmaya yüzü tutacak? Etikten, meslek ilkelerinden nasıl bahsedecek? Ders yılında konu geldiğinde ’Gazeteci ve örtülü rüşvet’ başlığını nasıl işleyecek?
Olmadı Ferhat Boratav...
Belki özrünü hediye kaleminle yazarsın...
Not: Pensilvanya’ya giden gazetecilere yönelik soruma hala yanıt bekliyorum. Bu gezinin masrafları kimin tarafından karşılandı? Uçak biletini, New Jersey’deki motel parasını kim ödedi? Bu sorunun iki yanıtı var: ’Cebimizden ödedik, kurumlarımız karşıladı’ demek ya da ’Cemaat’in ’hanut’ gezisiydi, her şey dahil bizi ağırladılar’ diye yanıt vermek. Sessiz kalmak, hangi yanıtı güçlendiriyor? Ayrıca bu geziyi gündemde tuttuğu, her açıdan tartışmaya açtığı için AKŞAM’a kızıyorlar. Günümüzde pek çok kurumda olduğu gibi medyada da kol kırılıp yen içinde kalmıyor; elbette her şey tartışılacak, konuşulacak, masaya yatırılacak. Unutmuş olabilirsiniz ama gazetecilik budur.
Oray EĞİN / AKŞAM
- Fıkra anlatmak... ’Kıssadan hisse’ye başvurmak, ’anlayana mesaj’ vermek...
- Çok gezdim, çok gördüm’ yazıları... Gündelik eklerde yazan isimlerin abartılı restoran ve otel övgüleri...
- Pazar günleri aşk yazısı yazmak... Türkiye öyle politize oldu, kutuplar öyle belirginleşti ki okurun bir gün bile ’kırmızıyı seçip aşkı mavinin altında bulan’ köşe yazarı prototipine veya ’Sevgili’ye mektuplar’a tahammülü kalmadı...
- Arkadaşlarını köşe yazısı karakterleri haline getirmek, onların maceralarından, aranızda dönen özlü sözlerden bahsedip okurun da bu isimlerin kim olduğunu merak etmesini beklemek...
- İsim vermemek, muhatabı çeşitli özellikleriyle ve sıfatlarla tarif etmek...
- Hıncal Uluç’la polemiği girildiği zaman gizliden gizliye zevk alırken köşe yazısında bundan hoşlanmıyormuş gibi hava vermek...
- Sinan Çetin’le arkadaş olmak...
- Bir ev davetinden abartılı üslupla bahsetmek... Kendini bir kulübe aitmiş, bir işadamıyla çok yakın arkadaşmış gibi göstermek...
- Her ne sebeple olursa olsun köşe yazısının bir bölümünde ’Bugün de sizinle sevdiğim bir şiiri paylaşıyorum’ demek...
- Kendinden ’biz’ diye söz etmek...
- Türkçe’yle oynamak, yeni kelime türetmeye çalışmak, kendince kelime oyunları yapmak ve bunun çok yaratıcı buluşlar olduğunu düşünmek...
- Hem ’romantik’ hem ’isyankar’ olmak...
- Allah vergisi bir yeteneğin olmadığı halde ısrarla Bekir Coşkun-Yılmaz Özdil gibi yazmaya çalışmak...
- Tek parça köşe yazmak...
- Koca köşeyi bir başkasının yazdığı mektupla, bir kitaptan alıntıya ya da en fenası bir başka köşe yazarının köşe yazısıyla doldurmak ve günü kurtarmak...
- Yazıya ’Telefon gece yarısı çaldı, arayan Başbakan’dı’ diye başlamak...
- İki ay ya da 49 yıl önce fark etmez... Süresi ne olursa olsun eski yazıyı yeniden yayımlamak...
- Entelektüelik numaraları yapmak, araya kavram sıkıştırmak, akademik dil kullanmak, dipnot vermek, parantezlere başvurmak, kendinin ne kadar sofistike ve bilgili olduğunu dışarıya gösterme arzusu...
- Dikkat çekmek ve Ayşe Arman olmaya çabalamak uğruna seks yazısı yazmaya çalışmak...
Bir mekan sosyolojisi
Hanutçu köşe yazarları sırf oralarda bedava yiyip içiyorlar diye amma övgü düzmüştü Public adlı mekana geçen sene açıldığında. Böylesi bir kampanyanın hiçbir mekan için yapıldığını hatırlamıyorum; basında o kadar dostu olan İzzet Çapa’ya bile bu kadar yağ çekilmedi.
Peki sonunda ne oldu?
Aynı hanutçu lifestyle yazarlarından öğreniyorum ki Public kapanmış... Kısacası ’Olacağı buydu’ diyorum kendi kendime...
Açtıkları pastanede kolay paranın tadını alan, bu yüzden de hırslanan hanımlar Şişhane’den geldikleri gibi gitmişler. Doğrusu zaten bu semte geldiklerine ne bölgenin ruhunu anlamışlardı ne de o kadar övgünün altını dolduracak bir mekan açmışlardı.
Siyah takım elbiseli bodyguard’larla, valet’lerle, kapıdaki rezervasyon listesiyle Etiler kültürünü Şişhane’de yaşatabileceklerini düşündüler...
Buradan çıkarılacak bir ders var: İş medya gazıyla olmuyor bir kere...
İkincisi de, siz ne kadar snob olursanız olun, ne kadar ’Ben bilirim, ben yaparım, ben iddialıyım’ havalarında gezinirseniz gezinin ruhu oturmuş mahallelerde kimse sizi takmıyor...
Bu hoca sınıfta kalır
Adının önünde CNN gibi dünya markası olan bir kanalın yayın danışmanı... Aynı zamanda üniversitede ders veriyor, gençlere gazetecilik anlatıyor... Televizyonlara çıkıyor yeni medya, çağdaş gazetecilik gibi konularda ahkam kesiyor... Kanal çalışanlarına e-mail’ler yolluyor, yayın ilkelerinden bahsediyor, İnternet’ten bulduğu makaleleri yolluyor, kendisini Batılı gazeteciliğini en iyi bilen insan olarak takdim ediyor...
En Batılı, en ilkeli, en BBC’ci, en iyi İngilizce bilen gazetecimiz o güya...
Ama bu Batılı arkadaş hayatında ilk kez sahaya çıkıp, ilk kez bir görüşme yapmaya kalkınca nasıl koca bir balon olduğunu (vallahi ima yok) hepimize kanıtladı...
Ne yaptı biliyor musunuz?
Önce ’gizlice’ Fethullah Gülen’le görüştü... Sonra bu işin ’gizli’ kalmayacağı anlaşılınca televizyona çıkıp görüşmeyi anlattı... Ama daha da önemlisi görüştüğü kişiden yani haber kaynağından hediye aldı. Evet, açık açık hediye aldı. Ve bunu da itiraf etti!
Yeri gelince mangalda kül bırakmaz, Amerikan, İngiliz medyasından bahseder... Ama belli ki bu ülkelerde gazetecileri nasıl bir katı kurallar zinciri arasında bu mesleği yapmak zorunda olduklarını, bu kurallardan birinin de haber kaynaklarından hediye kabul etmemek olduğunu bilmez...
Ya da teoride bilir de... Pratikte uygulayamadığını ise hepimiz gördük.
Şimdi merak ediyorum bakalım, artık hangi yüzle öğrencilerinin karşısına çıkacak ve onlara nasıl gazetecilik anlatmaya yüzü tutacak? Etikten, meslek ilkelerinden nasıl bahsedecek? Ders yılında konu geldiğinde ’Gazeteci ve örtülü rüşvet’ başlığını nasıl işleyecek?
Olmadı Ferhat Boratav...
Belki özrünü hediye kaleminle yazarsın...
Not: Pensilvanya’ya giden gazetecilere yönelik soruma hala yanıt bekliyorum. Bu gezinin masrafları kimin tarafından karşılandı? Uçak biletini, New Jersey’deki motel parasını kim ödedi? Bu sorunun iki yanıtı var: ’Cebimizden ödedik, kurumlarımız karşıladı’ demek ya da ’Cemaat’in ’hanut’ gezisiydi, her şey dahil bizi ağırladılar’ diye yanıt vermek. Sessiz kalmak, hangi yanıtı güçlendiriyor? Ayrıca bu geziyi gündemde tuttuğu, her açıdan tartışmaya açtığı için AKŞAM’a kızıyorlar. Günümüzde pek çok kurumda olduğu gibi medyada da kol kırılıp yen içinde kalmıyor; elbette her şey tartışılacak, konuşulacak, masaya yatırılacak. Unutmuş olabilirsiniz ama gazetecilik budur.
Oray EĞİN / AKŞAM