"KÖŞE YAZARI, YAZMADIĞI ZAMANLARDA BİLE 'YERYÜZÜ TANRISI'DIR!" HAKAN AKSAY'DAN İRONİK BİR MOLA!

Birgün gazetesi yazarı Hakan Aksay, köşe yazılarına ara verdiğini ironik bir yazıyla duyurdu

Köşe yazarlarının yazılarına ara verdiğinde kullanılan “Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından dolayı köşe yazılarına bir süre ara vermiştir.” veya "Yazarımız şehir dışında (veya yurtdışında) olduğundan dolayı yazısını yayımlayamıyoruz." türü duyuruları mizahi bir tarzda yorumlayan Aksay, köşe yazarlarının gazetelerde yazmadıkları dönemlerde bile gündemde kalmak isteyen birer "yeryüzü Tanrısı"na dönüştüğü fikrini savundu.
Yeni Radikal Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can'ın köşe yazarlarıyla ilgili yaklaşımını da ele alan Aksay, yazısının sonunu şöyle getirdi:
"Şu sıralarda her şeyden, bu arada siyasetten ve medyadan, dahası köşe yazarlığı muhabbetinden, hatta kendi yazılarımdan bile sıkıldığım için, bir süre bu köşede yazmayacağım. Beni unutmak veya arkamdan konuşmak serbesttir."


Köşe yazarı, yazmadığı zamanlarda bile ‘yeryüzü Tanrısı’dır



Eğer ben biraz daha mütevazı biri olsaydım, bugün bu köşede sadece bir cümle okuyacaktınız:
“Yazarımız yıllık iznini kullandığından dolayı bugün köşe yazısını yazmamıştır.”
* * *
Bazı köşe yazarları her an yeni bir tatile çıkma hakkını saklı tutmak için genellikle şöyle derler:
“Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından dolayı bugün köşe yazısını yazmamıştır.”
Aslında yine olmadı; çünkü “… bugün köşe yazısını yazmamıştır” anlatımı da köşe yazarının hoşuna gitmez. Çünkü her an suçlamaya dönüşebilecek bir ifadedir bu. Onun yerine şöyle demek daha uygun olabilir:
“Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından dolayı köşe yazılarına bir süre ara vermiştir.”
Buradaki “bir süre” anlatımı hem esrarengiz bir hava, hem tatilin gidişine göre kıvrak davranabilme şansı verir.
Birçok köşe yazarı kendini öylesine “Tanrısal büyüklükte” hisseder ki, şu ya da bu nedenle yazmadığı zaman bile, köşe yazarı olarak “gündemde kalmak” ister.
Köşe yazma gününde olup da yazısı yayımlanmayan pek çok yazar, gazeteye sıkı sıkıya tembih eder:
- Fotoğrafımla köşe başlığım mutlaka çıksın. Altında da neden yazmadığımın açıklaması olsun.
Öyle ya! O öylesine büyük bir köşe yazarıdır ki, yazmadığı anda “o sanki hiç yaşamıyormuş” gibi davranılmaz. Onun köşe sınırları dahilinde sıradan bir haber veya yazı destursuz kullanılmaz. Önce onun köşesini hatırlatan bir şeyler, en başta da her zamanki akıllı bakışlı fotoğrafı kullanılmalı, okur onu unutmamalıdır. (Köşe yazarlarının, köşeleri için kullandığı, sağa sola bakan, uzaklara dalan, trajik yazılarda bile gülen veya “pek seçilmeyen” fotoğraflar da ayrı bir yazı konusudur, ama neyse…)
* * *
Köşe yazarının neden yazmadığı açıklaması ise bazen tam bir komedidir:
- Yazarımız şehir dışında (veya yurtdışında) olduğundan dolayı yazısını yayımlayamıyoruz.
Nasıl yani? Şehrin veya yurdun dışında internet diye bir şey yok mu? Yazarınız dağa mı çıktı?
Veya yazı işlerinin sinirli tepkisini gizleyen şu satırlar:
- Yazarımızın yazısı elimize geçmediği için yayımlayamıyoruz.
Harika! Yani gazete, yazarını kaybetmiş; adam bir yerlere gitmiş; ne gazetenin telefonlarına bakıyor, ne kendisi arıyor...
* * *
Sahi, ne oldu da “köşe yazarı” kavramı bu kadar şişti, kabardı, köşelerini kaybederek “yuvarlandı”?
Bugünlerde köşe yazarı nedir, ne değildir konusu tekrar tartışılmaya başladı.

Medyanın zor bir dönemden geçtiği şu günlerde yeni bir gazete yaratmanın büyük heyecanı dışında, galiba yoğun baskısını da hisseden Eyüp Can, birçok konuyu olduğu gibi “köşe yazarı” konseptini de yeniden ele almak, böylelikle yeni gazetesini, biraz da köşe yazarlarının yol açtığı eskime ve yıpranma riskinden korumak istiyor.
Evet, Eyüp Can’ın dediği gibi, “Türkiye’de köşe yazarlığı hâlâ büyük ölçüde ucuz polemik ve masa başından ahkâm kesmeye dayalı.”

Evet, “insanlar, masa başından ya da Tanrı katından değil hayatın içinden konuşan yazarları okuyor.”
Ama diğer yanıyla, Haluk Şahin’in de dediği gibi, “iyi köşe yazarına, yani dürüst, bilgili, kalemi işlek, duyarlı yorumcuya ihtiyaç her zamankinden daha fazla. (…) Artık haberi iletmek sorun değil, almak da sorun değil. Ama anlamak, anlamlandırmak her zamankinden daha büyük bir sorun.”
* * *
Türk medyasında, merkezi gazetelerde sayısı herhalde bin civarına ulaşan köşe yazarları ordusu içinde bir sürü “gereksiz kalem” olduğu ortada.

Bunların çoğu gazetecilik dışı kulvarlardan gelip pekâlâ “konuk uzman” veya “forum” sayfalarında da yazabilecek kişiler. “Bozuk plak gibi” aynı şeyleri tekrarladığı için çoktan emekliye ayrılması gerekenler az değil. Çok sayıda “yazar” da meseleyi, “birilerine çakma” veya köşeleri ”birbirleriyle oynaşma aracı” olarak görüyor.

Türkçeyi iyi kullanamayan, ağır ve tumturaklı anlatımlarla yarım yamalak bir fikre 8-10 satırlık dev cümleler ayıran, ciddiyet adına sıkıcı kalıplara tutkun olan birçok insan var. Edebiyatla ve edebi üslupla araları açık. Mizah ve ironi yok denecek kadar az; bir avuç “mizahi yazar”ın da çoğu “kendisi için ya da yüksek elit için” kalem oynatır havalarda.
Daha, dürüstlük, cesaret, akıl, her türlü iktidarla arasına mesafe koyma sorumluluğu gibi temel kriterlere girmeden bile bu kadar fire veriyoruz.
* * *
Bu şartlarda köşe yazarlığı, ne yazık ki, içi kof bir heybet, arkası boş bir kibir ve ortalıkta “yeryüzü Tanrısı” gibi dolaşma fırsatından fazla bir şey değil.
O “yeryüzü Tanrısı” ki, siyasetten ekonomiye, sanattan spora, bilimden cinsel sorunlara kadar her şeyden anlar. Ne uzmanlık konusu vardır, ne yazma yeteneği. Ama her şeyi bilir…
Ve burnundan kıl aldırmaz.
Köşe yazmadığı günlerde bile gündemden düşmek ve köşesini kaptırmak istemez ve gazetenin “her daim onun anısıyla yaşaması gereken bölümünde” yazı işleri, “Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından dolayı köşe yazılarına bir süre ara vermiştir.” notunu koymazsa bozuk atar.
* * *
Velhasıl, diyeceğim o ki, şu sıralarda her şeyden, bu arada siyasetten ve medyadan, dahası köşe yazarlığı muhabbetinden, hatta kendi yazılarımdan bile sıkıldığım için, bir süre bu köşede yazmayacağım.
Beni unutmak veya arkamdan konuşmak serbesttir.

(Birgün Gazetesi, )