Sözcükleri seçerek kullanırım: Medyada bugün kullanılan yönetim tarzının tek bir adı var:
Zulüm.
Zulmü yapana zalim denir…
Ne yazık ki anlı şanlı gazetelerimiz, televizyonlarımız en yandaşından en muhalifine kadar “zalim patronlarla” dolu…
***
Türkiye’de ortalama ücretin en düşük olduğu sektör, medya sektörü. On binlerce medya emekçisi, ya asgari ücret, ya da onun bir tık üzerindeki komik bir para karşılığı çalışıyor.
İğneden ipliğe her şeye zam gelirken, gazetelerin fiyatları bile geçen yıla göre yüzde 100 artmışken, bir tek medya çalışanlarının o komik maaşlarına zam yapılmıyor.
Çünkü gazeteciler, televizyoncular, güçsüz, sahipsiz, çaresiz…
O yüzden de diğer toplum kesimlerinin nasıl sömürüldüklerini saatlerce anlatırken, kendileri iliklerine kadar sömürülüyorlar.
Bırakın “medyaya özel çalışma yasası”nı, normal çalışma yasasının hükümleri bile bizim sektörde uygulanmıyor. Örneğin neredeyse tüm çalışanlar günde 10 saat, haftada 60 saatten fazla çalıştırıldıkları halde tek kuruş fazla mesai ücreti alamıyor.
Bir çok gazete, televizyon, internet sitesi ve radyo patronu bayram ve hafta sonu tatili gibi günlerde bile fazla mesai ödemiyor.
Bir çok kurumda çalışanların SGK primleri ödenmediği için, gazeteciler sağlık ve emeklilik işlemlerinde büyük sıkıntı yaşıyor…
Sitedaşım Keskin Kalem’in yazılarını okuyor olmalısınız: Medya çalışanlarından gelen isyan mektuplarını yayınlıyor Keskin Bey…
Son yazısında Halk TV ve Demirören Medya çalışanlarının isyanını sütunlarına taşımış.
İnsanlar aç, insanlar çocuklarına ekmek götüremez vaziyette… Seslerini çıkaramıyorlar çünkü çıkardıkları anda kapının önüne konuluyorlar.
Konulduklarında da yüzlerine bakan kimse olmuyor! En yakın arkadaşları bile kendi başlarına da aynı şeyin gelmemesi için selamı sabahı kesiyor.
***
Sorarım size bunun adı zulüm değilse nedir?
Bunu yapanlara zalim denmezse ne denir?
Her zulüm dendiğinde aklıma Şarkışlalı Aşık Serdari’nin şiiri gelir… Sivas’ın Şarkışla ilçesinde 1834’te doğup 1918’de (kimi kaynaklara göre 1921 ya da 22’de) yaşamdan ayrılan Serdari, zulüm ve zalimler karşısındaki duygularını bakın nasıl dile getiriyor:
Nesini söyleyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim (…)
Serdari halimiz böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akıbet dağılır ilimiz bizim
***
Ne yalan söyleyeyim medya çalışanları bugün Aşık Serdari kadar bile “umutlu” değiller… Kimse kısa çöplerin uzundan hakkını alabileceğine artık ihtimal bile vermiyor.
Çünkü uzun çöpler çok güçlü.
Uzun çöpler, yasa, hukuk, ayıp falan tanımıyor; devlet de hep ama hep onları koruyor!
***
Bu gidişe son vermenin tek yolu var:
Örgütlenmek!
Halktv-atv, KRT-NTV, CNN Türk-Tele-1, Flash TV-TRT ayırımı yapmadan…
Tüm basın yayın emekçileri tıpkı 1980 darbesinden önce olduğu gibi tek çatı altında toplanarak haklarını savunmaya başlamalı…
Grevli, lokavtlı günleri hatırlamalı ve patronlara hatırlatmalı.
Biliyorum; Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın bugünkü yüzde 2’lik örgütlenme oranıyla bu kesinlikle mümkün değil.
Ama olmalı…
***
Yıllar önce, ilk olarak Milliyet’ten, sonra da Hürriyet’ten sendikayı atarak basın emekçilerini bugünkü sefilliğe mahkum eden Aydın Doğan’a soruyorum:
Mutlu musun?
Başın göğe erdi mi?
Bugünkü zulümden kendini biraz olsun sorumlu hissediyor musun?
***
Basın ve yayın emekçisi kardeşlerim, değerli gazeteci dostlar:
Keskin Bey’e ağlamanız, dert yanmanız sizi kurtarmaz!
O zalim patronlar bundan etkilenmez, tırsmaz, korkmaz…
Korkacakları tek şey var: Örgütlenmeniz…
Siyaset ya da yayın farkı gözetmeden el ele vermeniz…
Grev davullarının tokmaklarını o kalın enselere güm güm diye yeniden vurmanız!
Aksi taktirde bu düzen böyle gider, pireler filleri yutar…
Yedi nüfuslu haneye de… Tek “tayın” düşer!
Hadi güzel ülkemin çilekeş gazetecileri…
Korkunun ecele faydası yok:
Birleşin, örgütlenin ve kazanın!