KONDA: Toplumun yüzde 58'i 'Gezi, Türkiye'ye karşı provokasyon' diyor!
KONDA Araştırma, 1. yılında A'dan Z'ye Gezi sürecini masaya yatırdı ve araştırma sonuçlarını paylaştı
Türkiye'nin güvenilir kamuoyu araştırma şirketlerinden KONDA, 1. yıldönümünde Gezi Parkı olaylarıyla ilgili kapsamlı bir rapor yayınladı.
Farklı tarihlerde yapılan kamuoyu yoklamalarını içeren rapora göre, "Gezi Parkı olaylarıyla ilgili görüşünüzü en iyi hangisi açıklıyor?” sorusuna eylemlerin azalarak sürdüğü Temmuz 2013’te yüzde 43 oranında “Eylemciler demokratik bir şekilde hak ve özgürlük talebinde bulundular” cevabı verilirken, ankete katılanların yüzde 57’si “Bütün bu olaylar Türkiye’ye karşı bir oyundur, eylemciler provokasyona geldi” yanıtını verdi.
Raporda, aynı soruya Eylül 2013’te verilen cevaplarda, toplum algısının yüzde 38’e karşılık yüzde 62’lik oranla eylemcilerin ve protestoların aleyhine döndüğü gözlendi.
Raporda, 17 Aralık operasyonu ve yolsuzluk iddialarının gündemi kapladığı bir dönemden sonra gerçekleştirilen Ocak’14 Barometresi’nde Temmuz’daki oranlara geri dönüldüğü görüldü. Ocak ayında yapılan araştırmada, Gezi Parkı gösterilerini “demokratik bir hak ve özgürlük talebi” olarak nitelendirenlerin oranı yüzde 42, “provokasyon” olarak nitelendirenlerin oranı ise yüzde 58 oldu.
‘Camide içki içildi’ iddiası inandırıcı gelmedi’
Gezi Parkı olayları sırasında gündeme gelen iddialar arasında “camide içki içilmesi” en az ikna olunan, “eylemlerde dış mihrakların parmağının olduğu” ise en çok inanılan iddialar olarak göze çarpıyor.
Yönetim Kurulu Başkanlığını Tarhan Erdem’in, Genel Müdürlüğünü Bekir Ağırdır’ın yaptığı KONDA’nın raporuna göre, Başbakan’ın sıkça söz ettiği “dış mihraklar” sözünün ne demek olduğunu halkın üçte biri bilmiyor. Bir tanımlama yapanlar ise birbirinden farklı cevaplar veriyor ve net, hemfikir olunan bir “dış mihrak” tanımından bahsedilemiyor.
‘Parktakiler sosyal medyadan,
toplum televizyondan öğrendi’
Parktaki eylemlere katılanların yüzde 69’luk ezici çoğunluğu gelişmeleri ilk olarak sosyal medyadan aldığını belirtirken, eylemciler arasından ilk haberi televizyondan alanların oranı yüzde 7’de kalıyor. Türkiye geneline bakıldığındaysa toplumun yüzde 71’i ilk haberi televizyondan aldığını belirtiyor.
‘Eylemlerin uzamasından rahatsız oldular’
Rapora göre, olayların seyrini eylemlerin başka şehirlere sıçramasının değiştirdiğini söyleyenlerin yarısı, eylemlerin bir noktada bitmesi gerektiğini, yani çatışma ortamının toplumun geneline yayılmasından duydukları rahatsızlıklarını dile getirdi.
Raporda dikkat çeken diğer bir veri ise üniversite mezunu oranı Türkiye genelinde yüzde 10 iken, bu oran Gezi Parkı’ndaki eylemlere katılanlar arasında yüzde 50.
‘Hangi ilçeden ne kadar gösterici katıldı?’
Raporda İstanbul’daki Gezi Parkı eylemlerine katılımın ilçelere göre dağılımına da yer verildi. Buna göre, eylemlere katılanların yüzde 13,4’ü Kadıköy’den parka gelirken, Şişli 11,4 ile ikinci, Beşiktaş yüzde 7,3 ile üçüncü, Üsküdar yüzde 5,8 ile dördüncü ve Fatih yüzde 5,4 ile beşinci sırada yer aldı. Gezi Parkı’nın bulunduğu Beyoğlu ilçesinden katılım ise yüzde 5,1 oldu.
Değerlendirmeler
Raporun değerlendirmeler kısmında ise şu ifadelere yer verildi:
Parktaki eylemlere katılanların yüzde 69’luk ezici çoğunluğu gelişmeleri ilk olarak sosyal medyadan aldığını belirtmiş. Eylemciler arasından ilk haberi televizyondan alanların oranı ise yüzde 7’de kalmış. Hâlbuki Türkiye geneline baktığımız zaman toplumun yüzde 71 gibi önemli bir kısmı ilk haberi televizyondan aldığını belirtmiş. Buradaki sözkonusu farklılığı analiz etmek pek çok açıdan gerek eylemcilerin gerekse toplumunun genelinin Türkiye’nin toplumsal dokusu üzerine algılarını anlamakta bize yardımcı olacaktır.
“Güvensizlik” duygusunun cinsiyet, yaş ve etnik, kültürel ve sınıfsal köken farklıkları gözetmeden Türkiye’de toplumun geneline hâkim olduğu varsayımından hareketle toplumsal farklılıkların güvensizlik duygusunun ifade edilme şekillerine etkisi üzerine kafa yoralım. Acaba toplumun farklı katmanları tarafından hissedilen “birbirine ve başkasına güvenmeme duygusu” genel bir duruma işaret ederken, aynı anda bu toplumsal farklılıklar bu güvensizlik duygularının ifade edilişini nasıl şekillendirmektedir? Burada, hem Gezi Parkı’ndaki eylemcilerin hem de Türkiye genelinde toplumun sosyal medya ve geleneksel medya kullanımına dair veriler zihnimizi açabilir.
Kişiselleşmiş ağların önemi
İşte bu yüzden burada hemen internet kaynakları-televizyon karşılaştırmasına gitmek yerine alternatif bir karşılaştırma üzerine kafa yormamız gerekiyor. Burada sosyal medyanın genel anlamda – en azından başlangıçta – bireylerin arkadaş/tanıdık ağları üzerinden şekillendiğini hatırlamakta fayda var. Başka bir deyişle haber iletişimi öncelikle bu – kişisel değil ama - “kişiselleşmiş” ağlar (yani arkadaş ve tanıdıkların ağları) üzerinden genişlemektedir. Bu yüzden de, belki de sosyal medya kullanımını, haberleri ailesinden ve arkadaşlarından “doğrudan” alanlarla yanyana düşünmekte ve değerlendirmekte fayda bulunmaktadır.
Bundan hareketle de kişisel arkadaş/tanıdık ağları (kısacası sosyal medya) - geleneksel medya (televizyon kanalları, gazeteler ve internet siteleri) karşılaştırmasına göz atmakta fayda var. Park eylemleri sırasında pek çok eylemcinin en genel tanımıyla gazetecilere ve geleneksel medyadan edindikleri haberlere kuşkuyla yaklaştığını varsayabiliriz. İşte bu yüzden eylemcilerin kendi “kişiselleşmiş” haber ağları üzerinden iletişime geçmeleri açıklanabilir hale gelmektedir. Hatta yüzde 69’luk sosyal medya üzerinden haberleşme oranını, haberi ilk arkadaş ve ailelerinden alanların oluşturduğu yüzde 15 ile birlikte düşünürsek, esasında eylemcilerin yüzde 84’ünün kanıksadığımız medya kanalları dışında iletişim ağlarına – kendi kişiselleşmiş iletişim ağlarına – sahip olduklarını göreceğiz.
Haberleri internet haber sitelerinden ve televizyondan alan eylemcilerin sayısı da bu olasılığı güçlendirmektedir. Haberleri, parktaki eylemcilerin sadece yüzde 8,6’sı internet haber sitelerinden ve yüzde 7’si televizyondan almış. Hâlbuki yukarıda da belirtildiği gibi, Türkiye genelinde halkın yüzde 71 gibi önemli bir çoğunluğu ilk haberi televizyondan aldığını söylüyor.
Bu sayı neredeyse parktaki eylemci oranının tam tersi bir sayıya işaret ediyor. Buradaki fark – ya da ayrım da diyebiliriz – bireylerin birinci şahıslar (ya da birinci şahısların birinci şahısları ve onların birinci şahısları ve böylece uzayıp giden bir insan silsilesi; örneğin arkadaşların arkadaşları ve birbiriyle esasında tanışmayan arkadaşların arkadaşlarının arkadaşları) üzerinden mi yoksa üçüncü şahıslar üzerinden mi haber edindiklerine işaret ediyor olabilir.
Bu nedenle de Türkiye genelinde medya kullanımında ortaya çıkan “birincil” fark kendisini modern ve muhafazakâr olarak nitelendirenlerin sosyal medya kullanıp kullanmaması değil; çünkü daha temelde bir farklılık bireylerin Gezi Parkı eylemlerini –ve bundan yola çıkarak başka pek çok toplumsal olayı – birinci şahısların kişisel ağları üzerinden öğrenip öğrenmemesi üzerinden büyük kentsel merkezler ve kırsal kesim arasında ortaya çıkıyor. Örneğin, eylemleri bir arkadaşından veya tanıdığından duyanların yüzde 70’inin zaten metropollerde yaşadığını hatırlatmakta fayda var.
Bunu da eylemlerin Türkiye’nin genelindeki belli başlı kentsel bölgelere yayılmasıyla açıklayabiliriz. Büyük kentlerde yaşayan pek çok kişi eylemler “uzakta” bir yerlerde olmaktan ziyade, hemen yanıbaşlarında ve kendi gündelik hayatlarını etkileyen bir hal almış olmasıyla açıklanabilir.
Sokaklardaki eylemler ve polis şiddeti Türkiye’nin pek çok kentsel bölgesinde yaşayan pek çok kişinin eve, işe ya da okula gidiş gelişlerini etkilemiştir. Bu yüzden birinci ağızdan bilginin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Buradaki başka bir çarpıcı bulgu ise bu hipotezi destekler niteliktedir; kırsal kesimlerde yaşayanların çoğunluğu (yüzde 82,5) haberi televizyondan almıştır, sosyal medya ve arkadaşlar üzerinden haberleşmek kentsel merkezlere göre oldukça sınırlı olarak gerçekleşmiştir.
İşte bu yüzden burada hem fiziki anlamda, hem de ideolojik olarak uzaklık-yakınlık meselelerine değinmek istiyoruz. Bu durumu belki de Ocak 2013 Barometresi kapsamında incelenen ‘Bilime inanç ve komplo teorileri’ raporundaki bir bulguyla açıklamakta fayda var. Bu rapora göre “Türkiye toplumu, kendi hayatı çerçevesinde rasyonel bir bakış açısı çizerken, ülke hayatı konusunda daha ‘her söylenene inanır’ bir tavır sergilemektedir”. Demek ki Türkiye toplumu kendisinin doğrudan gözlemleyebildiği olaylarda kuşkucu ve eleştirel bir tavır geliştirmektedir. Ancak doğrudan gözlemlemediği olaylarda eleştirel bir yaklaşım sergilememektedir.
İşte bu noktada iletişim ve haberleşme kanallarındaki ayrışmanın Türkiye’nin yeni toplumsal dinamiklerini anlamada önemli göstergeler olması olasılığı üzerinde durmakta fayda vardır. Türkiye’de “biz ve onlar”, “iç ve dış” ve “yakın (intimate) ve uzak (distant)” hiç durmaksızın yeni şekiller almakta ve bu kategoriler arasındaki sınırlar gün be gün yeniden tesis edilmektedir. Hatırlatmak gerekirse bu türden gündelik kavramsallaştırmalar aynı anda farklı seviyedeki toplumsal ilişkilere etki edebilmektedir: bir taraftan bireylerin kendi yakın ve uzaklarına, yani tanıdıkları ve tanımadıkları arasındaki ayrımlara ve başka bir taraftan bireylerin kimi kendi hayat tarzına tehdit olarak görüp görmediğine işaret etmektedir.
Burada sosyal medya kullanımının hangi şekillerde yeni toplumsal ilişkiler ürettiğine dair herhangi bir nihai sonuca varmak – en azından şu an için – imkânsız görünüyor.
Ancak yine de Türkiye’deki sosyal medya kullanımdaki artış ve özellikle Gezi Parkı eylemleri sırasında eylemcilerin ezici çoğunluğunun bu kanalla iletişime geçmesi akıllara yeni haberleşme kanallarının yukarıda sözü edilen “biz ve onlar” “iç ve dış” ve “yakın ve uzak” kavramsallaştırmalarına etkisini araştırmayı önemli bir soru olarak karşımıza çıkarıyor: sosyal medya kullanımı en geniş anlamıyla “biz”i ne şekillerde yeniden tesis ediyor? Fakat buradaki karşıtlık yukarıda da değinmeye çalıştığımız gibi hayat tarzları farklı olan – bu tarzları farklı algılayan – bireyler arasında değildir, çünkü her iki kategori de kendi içerisinde homojen değildir, farklı bileşenler barındırmaktadırlar. İşte bu yüzden Türkiye genelinde neredeyse her beş kişiden birinin, olaylarda önemli rol oynayan sosyal medyadan veya internet haber sitelerinden ilk haberi almış olması önemli bir bulgu olarak ortaya çıkıyor.
Buradaki karşıtlık, sosyal medya üzerinden kurulan yakınlıkla televizyon üzerinden kurulan “biz” arasında ortaya çıkıyor olabilir. Yine burada tekrar etmek gerekiyor ki bu karşıtlık hayat tarzını modern olarak tanımlayanlar ve muhafazakâr olarak tanımlayanlar arasındaki ayrışmayla örtüşmüyor. Buradaki temel fark öyle görünüyor ki kişiselleşmiş –birinci kişiler üzerinden - bilgiye ihtiyaç duyanlar ve duymayanlar arasındadır; ve bu fark Türkiye’deki 30 yaş altı nüfus-30 yaş üstü nüfus (yani illa ki üniversite düzeyi eğitim değil), metropollerde yaşayanlar ve yaşamayanlar ve güvensizlik duygusu eşliğinde pekişen kendini mağdur/tehdit altında görenler ve görmeyenler arasındaki farklılıklarla paralellik göstermektedir.
Temmuz 2013 Barometresi’nde de dile getirildiği gibi Gezi eylemleriyle ilgili ilk haberin hangi kaynaktan alındığı ilk bakışta hayat tarzındaki farklılıklara işaret eder gibi dursa da, haber kaynağının sağladığı içeriğe göre olaylara bakış ciddi biçimde değişmesi de yine bu varsayımı destekler görünmektedir.
İşte bu nedenle komplo teorileri aracılığıyla dışa vurulan Türkiye’deki genel güvensizlik ortamı iletişimin kişiselleşmesine yol açmış olabilir. Gezi eylemi süresince ortaya çıkan medyaya genel güvensizlik de bu yönelimi perçinlemiş olabilir. İşte bu yüzden Gezi Parkı eylemleri sırasında gözlemlediğimiz bu olgular aslında Türkiye’de hâlihazırda ivme kazanmış eğilimleri sadece gün yüzüne çıkarmış olabilir. Ancak kişiselleşmiş iletişim ağlarının yukarıda sözü edilen yakınlık-uzaklık kurgusunu bir taraftan yeni şekillerde üretirken, bir taraftan da alt üst etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bu yüzden bilgi kişiselleşirken, bir taraftan yeni ağlar ve yeni “bizler” ve yeni “yakınlar” kurgulanıyor, ancak bir taraftan da doğrudan gözlem imkânsızlığı/bilginin teyidinin imkânsızlığı komplo teorilerini capcanlı tutuyor olabilir.
Farklı tarihlerde yapılan kamuoyu yoklamalarını içeren rapora göre, "Gezi Parkı olaylarıyla ilgili görüşünüzü en iyi hangisi açıklıyor?” sorusuna eylemlerin azalarak sürdüğü Temmuz 2013’te yüzde 43 oranında “Eylemciler demokratik bir şekilde hak ve özgürlük talebinde bulundular” cevabı verilirken, ankete katılanların yüzde 57’si “Bütün bu olaylar Türkiye’ye karşı bir oyundur, eylemciler provokasyona geldi” yanıtını verdi.
Raporda, aynı soruya Eylül 2013’te verilen cevaplarda, toplum algısının yüzde 38’e karşılık yüzde 62’lik oranla eylemcilerin ve protestoların aleyhine döndüğü gözlendi.
Raporda, 17 Aralık operasyonu ve yolsuzluk iddialarının gündemi kapladığı bir dönemden sonra gerçekleştirilen Ocak’14 Barometresi’nde Temmuz’daki oranlara geri dönüldüğü görüldü. Ocak ayında yapılan araştırmada, Gezi Parkı gösterilerini “demokratik bir hak ve özgürlük talebi” olarak nitelendirenlerin oranı yüzde 42, “provokasyon” olarak nitelendirenlerin oranı ise yüzde 58 oldu.
‘Camide içki içildi’ iddiası inandırıcı gelmedi’
Gezi Parkı olayları sırasında gündeme gelen iddialar arasında “camide içki içilmesi” en az ikna olunan, “eylemlerde dış mihrakların parmağının olduğu” ise en çok inanılan iddialar olarak göze çarpıyor.
Yönetim Kurulu Başkanlığını Tarhan Erdem’in, Genel Müdürlüğünü Bekir Ağırdır’ın yaptığı KONDA’nın raporuna göre, Başbakan’ın sıkça söz ettiği “dış mihraklar” sözünün ne demek olduğunu halkın üçte biri bilmiyor. Bir tanımlama yapanlar ise birbirinden farklı cevaplar veriyor ve net, hemfikir olunan bir “dış mihrak” tanımından bahsedilemiyor.
‘Parktakiler sosyal medyadan,
toplum televizyondan öğrendi’
Parktaki eylemlere katılanların yüzde 69’luk ezici çoğunluğu gelişmeleri ilk olarak sosyal medyadan aldığını belirtirken, eylemciler arasından ilk haberi televizyondan alanların oranı yüzde 7’de kalıyor. Türkiye geneline bakıldığındaysa toplumun yüzde 71’i ilk haberi televizyondan aldığını belirtiyor.
‘Eylemlerin uzamasından rahatsız oldular’
Rapora göre, olayların seyrini eylemlerin başka şehirlere sıçramasının değiştirdiğini söyleyenlerin yarısı, eylemlerin bir noktada bitmesi gerektiğini, yani çatışma ortamının toplumun geneline yayılmasından duydukları rahatsızlıklarını dile getirdi.
Raporda dikkat çeken diğer bir veri ise üniversite mezunu oranı Türkiye genelinde yüzde 10 iken, bu oran Gezi Parkı’ndaki eylemlere katılanlar arasında yüzde 50.
‘Hangi ilçeden ne kadar gösterici katıldı?’
Raporda İstanbul’daki Gezi Parkı eylemlerine katılımın ilçelere göre dağılımına da yer verildi. Buna göre, eylemlere katılanların yüzde 13,4’ü Kadıköy’den parka gelirken, Şişli 11,4 ile ikinci, Beşiktaş yüzde 7,3 ile üçüncü, Üsküdar yüzde 5,8 ile dördüncü ve Fatih yüzde 5,4 ile beşinci sırada yer aldı. Gezi Parkı’nın bulunduğu Beyoğlu ilçesinden katılım ise yüzde 5,1 oldu.
Değerlendirmeler
Raporun değerlendirmeler kısmında ise şu ifadelere yer verildi:
Parktaki eylemlere katılanların yüzde 69’luk ezici çoğunluğu gelişmeleri ilk olarak sosyal medyadan aldığını belirtmiş. Eylemciler arasından ilk haberi televizyondan alanların oranı ise yüzde 7’de kalmış. Hâlbuki Türkiye geneline baktığımız zaman toplumun yüzde 71 gibi önemli bir kısmı ilk haberi televizyondan aldığını belirtmiş. Buradaki sözkonusu farklılığı analiz etmek pek çok açıdan gerek eylemcilerin gerekse toplumunun genelinin Türkiye’nin toplumsal dokusu üzerine algılarını anlamakta bize yardımcı olacaktır.
“Güvensizlik” duygusunun cinsiyet, yaş ve etnik, kültürel ve sınıfsal köken farklıkları gözetmeden Türkiye’de toplumun geneline hâkim olduğu varsayımından hareketle toplumsal farklılıkların güvensizlik duygusunun ifade edilme şekillerine etkisi üzerine kafa yoralım. Acaba toplumun farklı katmanları tarafından hissedilen “birbirine ve başkasına güvenmeme duygusu” genel bir duruma işaret ederken, aynı anda bu toplumsal farklılıklar bu güvensizlik duygularının ifade edilişini nasıl şekillendirmektedir? Burada, hem Gezi Parkı’ndaki eylemcilerin hem de Türkiye genelinde toplumun sosyal medya ve geleneksel medya kullanımına dair veriler zihnimizi açabilir.
Kişiselleşmiş ağların önemi
İşte bu yüzden burada hemen internet kaynakları-televizyon karşılaştırmasına gitmek yerine alternatif bir karşılaştırma üzerine kafa yormamız gerekiyor. Burada sosyal medyanın genel anlamda – en azından başlangıçta – bireylerin arkadaş/tanıdık ağları üzerinden şekillendiğini hatırlamakta fayda var. Başka bir deyişle haber iletişimi öncelikle bu – kişisel değil ama - “kişiselleşmiş” ağlar (yani arkadaş ve tanıdıkların ağları) üzerinden genişlemektedir. Bu yüzden de, belki de sosyal medya kullanımını, haberleri ailesinden ve arkadaşlarından “doğrudan” alanlarla yanyana düşünmekte ve değerlendirmekte fayda bulunmaktadır.
Bundan hareketle de kişisel arkadaş/tanıdık ağları (kısacası sosyal medya) - geleneksel medya (televizyon kanalları, gazeteler ve internet siteleri) karşılaştırmasına göz atmakta fayda var. Park eylemleri sırasında pek çok eylemcinin en genel tanımıyla gazetecilere ve geleneksel medyadan edindikleri haberlere kuşkuyla yaklaştığını varsayabiliriz. İşte bu yüzden eylemcilerin kendi “kişiselleşmiş” haber ağları üzerinden iletişime geçmeleri açıklanabilir hale gelmektedir. Hatta yüzde 69’luk sosyal medya üzerinden haberleşme oranını, haberi ilk arkadaş ve ailelerinden alanların oluşturduğu yüzde 15 ile birlikte düşünürsek, esasında eylemcilerin yüzde 84’ünün kanıksadığımız medya kanalları dışında iletişim ağlarına – kendi kişiselleşmiş iletişim ağlarına – sahip olduklarını göreceğiz.
Haberleri internet haber sitelerinden ve televizyondan alan eylemcilerin sayısı da bu olasılığı güçlendirmektedir. Haberleri, parktaki eylemcilerin sadece yüzde 8,6’sı internet haber sitelerinden ve yüzde 7’si televizyondan almış. Hâlbuki yukarıda da belirtildiği gibi, Türkiye genelinde halkın yüzde 71 gibi önemli bir çoğunluğu ilk haberi televizyondan aldığını söylüyor.
Bu sayı neredeyse parktaki eylemci oranının tam tersi bir sayıya işaret ediyor. Buradaki fark – ya da ayrım da diyebiliriz – bireylerin birinci şahıslar (ya da birinci şahısların birinci şahısları ve onların birinci şahısları ve böylece uzayıp giden bir insan silsilesi; örneğin arkadaşların arkadaşları ve birbiriyle esasında tanışmayan arkadaşların arkadaşlarının arkadaşları) üzerinden mi yoksa üçüncü şahıslar üzerinden mi haber edindiklerine işaret ediyor olabilir.
Bu nedenle de Türkiye genelinde medya kullanımında ortaya çıkan “birincil” fark kendisini modern ve muhafazakâr olarak nitelendirenlerin sosyal medya kullanıp kullanmaması değil; çünkü daha temelde bir farklılık bireylerin Gezi Parkı eylemlerini –ve bundan yola çıkarak başka pek çok toplumsal olayı – birinci şahısların kişisel ağları üzerinden öğrenip öğrenmemesi üzerinden büyük kentsel merkezler ve kırsal kesim arasında ortaya çıkıyor. Örneğin, eylemleri bir arkadaşından veya tanıdığından duyanların yüzde 70’inin zaten metropollerde yaşadığını hatırlatmakta fayda var.
Bunu da eylemlerin Türkiye’nin genelindeki belli başlı kentsel bölgelere yayılmasıyla açıklayabiliriz. Büyük kentlerde yaşayan pek çok kişi eylemler “uzakta” bir yerlerde olmaktan ziyade, hemen yanıbaşlarında ve kendi gündelik hayatlarını etkileyen bir hal almış olmasıyla açıklanabilir.
Sokaklardaki eylemler ve polis şiddeti Türkiye’nin pek çok kentsel bölgesinde yaşayan pek çok kişinin eve, işe ya da okula gidiş gelişlerini etkilemiştir. Bu yüzden birinci ağızdan bilginin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Buradaki başka bir çarpıcı bulgu ise bu hipotezi destekler niteliktedir; kırsal kesimlerde yaşayanların çoğunluğu (yüzde 82,5) haberi televizyondan almıştır, sosyal medya ve arkadaşlar üzerinden haberleşmek kentsel merkezlere göre oldukça sınırlı olarak gerçekleşmiştir.
İşte bu yüzden burada hem fiziki anlamda, hem de ideolojik olarak uzaklık-yakınlık meselelerine değinmek istiyoruz. Bu durumu belki de Ocak 2013 Barometresi kapsamında incelenen ‘Bilime inanç ve komplo teorileri’ raporundaki bir bulguyla açıklamakta fayda var. Bu rapora göre “Türkiye toplumu, kendi hayatı çerçevesinde rasyonel bir bakış açısı çizerken, ülke hayatı konusunda daha ‘her söylenene inanır’ bir tavır sergilemektedir”. Demek ki Türkiye toplumu kendisinin doğrudan gözlemleyebildiği olaylarda kuşkucu ve eleştirel bir tavır geliştirmektedir. Ancak doğrudan gözlemlemediği olaylarda eleştirel bir yaklaşım sergilememektedir.
İşte bu noktada iletişim ve haberleşme kanallarındaki ayrışmanın Türkiye’nin yeni toplumsal dinamiklerini anlamada önemli göstergeler olması olasılığı üzerinde durmakta fayda vardır. Türkiye’de “biz ve onlar”, “iç ve dış” ve “yakın (intimate) ve uzak (distant)” hiç durmaksızın yeni şekiller almakta ve bu kategoriler arasındaki sınırlar gün be gün yeniden tesis edilmektedir. Hatırlatmak gerekirse bu türden gündelik kavramsallaştırmalar aynı anda farklı seviyedeki toplumsal ilişkilere etki edebilmektedir: bir taraftan bireylerin kendi yakın ve uzaklarına, yani tanıdıkları ve tanımadıkları arasındaki ayrımlara ve başka bir taraftan bireylerin kimi kendi hayat tarzına tehdit olarak görüp görmediğine işaret etmektedir.
Burada sosyal medya kullanımının hangi şekillerde yeni toplumsal ilişkiler ürettiğine dair herhangi bir nihai sonuca varmak – en azından şu an için – imkânsız görünüyor.
Ancak yine de Türkiye’deki sosyal medya kullanımdaki artış ve özellikle Gezi Parkı eylemleri sırasında eylemcilerin ezici çoğunluğunun bu kanalla iletişime geçmesi akıllara yeni haberleşme kanallarının yukarıda sözü edilen “biz ve onlar” “iç ve dış” ve “yakın ve uzak” kavramsallaştırmalarına etkisini araştırmayı önemli bir soru olarak karşımıza çıkarıyor: sosyal medya kullanımı en geniş anlamıyla “biz”i ne şekillerde yeniden tesis ediyor? Fakat buradaki karşıtlık yukarıda da değinmeye çalıştığımız gibi hayat tarzları farklı olan – bu tarzları farklı algılayan – bireyler arasında değildir, çünkü her iki kategori de kendi içerisinde homojen değildir, farklı bileşenler barındırmaktadırlar. İşte bu yüzden Türkiye genelinde neredeyse her beş kişiden birinin, olaylarda önemli rol oynayan sosyal medyadan veya internet haber sitelerinden ilk haberi almış olması önemli bir bulgu olarak ortaya çıkıyor.
Buradaki karşıtlık, sosyal medya üzerinden kurulan yakınlıkla televizyon üzerinden kurulan “biz” arasında ortaya çıkıyor olabilir. Yine burada tekrar etmek gerekiyor ki bu karşıtlık hayat tarzını modern olarak tanımlayanlar ve muhafazakâr olarak tanımlayanlar arasındaki ayrışmayla örtüşmüyor. Buradaki temel fark öyle görünüyor ki kişiselleşmiş –birinci kişiler üzerinden - bilgiye ihtiyaç duyanlar ve duymayanlar arasındadır; ve bu fark Türkiye’deki 30 yaş altı nüfus-30 yaş üstü nüfus (yani illa ki üniversite düzeyi eğitim değil), metropollerde yaşayanlar ve yaşamayanlar ve güvensizlik duygusu eşliğinde pekişen kendini mağdur/tehdit altında görenler ve görmeyenler arasındaki farklılıklarla paralellik göstermektedir.
Temmuz 2013 Barometresi’nde de dile getirildiği gibi Gezi eylemleriyle ilgili ilk haberin hangi kaynaktan alındığı ilk bakışta hayat tarzındaki farklılıklara işaret eder gibi dursa da, haber kaynağının sağladığı içeriğe göre olaylara bakış ciddi biçimde değişmesi de yine bu varsayımı destekler görünmektedir.
İşte bu nedenle komplo teorileri aracılığıyla dışa vurulan Türkiye’deki genel güvensizlik ortamı iletişimin kişiselleşmesine yol açmış olabilir. Gezi eylemi süresince ortaya çıkan medyaya genel güvensizlik de bu yönelimi perçinlemiş olabilir. İşte bu yüzden Gezi Parkı eylemleri sırasında gözlemlediğimiz bu olgular aslında Türkiye’de hâlihazırda ivme kazanmış eğilimleri sadece gün yüzüne çıkarmış olabilir. Ancak kişiselleşmiş iletişim ağlarının yukarıda sözü edilen yakınlık-uzaklık kurgusunu bir taraftan yeni şekillerde üretirken, bir taraftan da alt üst etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bu yüzden bilgi kişiselleşirken, bir taraftan yeni ağlar ve yeni “bizler” ve yeni “yakınlar” kurgulanıyor, ancak bir taraftan da doğrudan gözlem imkânsızlığı/bilginin teyidinin imkânsızlığı komplo teorilerini capcanlı tutuyor olabilir.