KOMPLONUN DA NİTELİKLİSİNİ SEVERİM; BU SEFER KOLONYAYI FAZLA KAÇIRMIŞ FEHMİ!
Oray Eğin, Fehmi Koru'nun Taha Kıvanç müstear ismiyle dün yazdığı yazıya zehir zemberek yanıt verdi!
Fehmi, biz neler yapmadık
- Cuma günleri Nişantaşı’nda birkaç gazeteci buluşmaya başladık. Çıkış noktası Hıncal Uluç’un kendi etrafında örülen efsanelerle biraz dalga geçmekti. ’Hıncal’ın Pazar sofrası’ ya da ’Salı Toplantıları’na alternatif olacak, ’Bizim ne eksiğimiz var’ dedirtecek buluşmalar... İlk hafta bir araya geldik, baktık ki hepimizde bir zorlama, hepimizde bir disiplinsizlik ’Gidip biat edelim’ diye düşündük. Kime mi? Hıncal Abi’ye tabii ki... ’Gel bizi kurtar, ağabeylik yap’ dedik... O da gelmeyi kabul etti... Bir hafta Hıncal’lı buluşuruz, sonra bu iş de biter diye düşünüyorduk... Hıncal Abi bizi her hafta buluşmaya ikna etti.
- Cuma Toplantıları’nda belli kurallar baştan kondu: Ciddi konular konuşulmayacak, siyasete girilmeyecek, anı anlatılmayacak. Geyik muhabbetinin dışına çıkılmamasına özen gösterildi.
- Ne zaman ki kendimizden sıkıldık yeni isimler çağırdık; merak edenlere, gelmek isteyenlere kapımız sonuna kadar açıktı. Bir hafta Uğur Dündar ricamızı kırmadı geldi. Bize gazetecilik tarihinden çok güzel hikayeler anlattı... Melih Aşık hiç katılmadı. Ayşenur Arslan bir kere buluştuğumuz cafe’den program yaptı...
- Sekizinci sınıf, gazeteci bile olmayan bir zavallının hiçbir şeyden habersiz, yan masadan konuşmalarımızı dinleyerek bunu ’haber’ yapmasına çok güldük. Bu dedikoduları referans alarak kendince bir ’komplo’ çıkarmaya çalışan Fehmi Koru’nun birkaç gömlek daha üstün olduğunu düşünürdüm. Meğerse o da artık sekizinci sınıf bir dedikodu yazarına dönüşmüş...
- Bazı haftalar menemen, bazı haftalar kuru fasulye, bazı haftalarsa köfte yedik. Baktık ki yoklamada problemler yaşamaya başladık, ’Yağmur yağdı’ ya da ’Elektrikler kesikti’ gibi mazeretler bildirmeye başladık, kimimiz seyahatler kimimiz işler yüzünden aksatmaya başladık, masada birkaç kişi kaldık... O zaman ’En iyisi düzenli buluşmayalım, özel günlerde bir araya gelir hasret gideririz’ dedik... Cuma Toplantıları’nın yerini başkalarının evinde yapılan twitter yemekleri aldı bir anlamda.
- Biz Cuma Toplantıları’nda patronları davet edip iş bağlamaya kalkmadık... Medya patronlarını çağırıp gövde gösterisi yapmaya çalışmadık... Bakanları, bürokratları, milletvekillerini ağırlayarak devlet katında kabul görmeye çalışmadık... Bu toplantıları kendimize iş (köşe bulma) aracı olarak kullanmadık... Dışarıya ’Ne kadar güçlüyüz’ mesajı vermeye kalkışmadık... Kendi kendimizle dalga geçtik hatta... Bizim burada büyük bir ittifak içinde olduğumuzu düşünüp sosyete kebapçılarında alternatif toplantı düzenleyenlere acıdık sadece...
- Devletin parasıyla kız tavlamaya kalkışmadık, Tanzanya’ya ’hanut’ geziye çıkıp orada kendimize eş bulmadık, başkalarının parasıyla, sponsorluğuyla vur patlasın çal oynasın eğlenmedik. Arkadaşlarımızla buluşmalarımızı bir ’network’ çalışmasına dönüştürmedik, kimseyi davet ederken ya da kimseyle aynı masada otururken de bir hesap, bir denge gözetmedik. Fasıllarda nasıl oluyor bilmiyorum tabii bu işler. Yönetim kurulu başkanları, arabulucular, ihalelere girenler, lobiciler falan bizim ortamlarda olmadığı için bilemem tabii.
- Her şey bir yana: İnsanın arkadaşlarıyla buluşması suç mu? Ne hale getirildi Türkiye? Telefonda konuşamayacağız, sosyalleşemeyeceğiz, bir araya gelemeyeceğiz öyle mi? Neymiş yarın öbür gün bunlar karşımıza ’komplo’ olarak çıkabilir diye... Komplonun da niteliklisini severim; bu sefer kolonyayı fazla kaçırmış Fehmi.
Oray EĞİN / www.aksam.com.tr
- Cuma günleri Nişantaşı’nda birkaç gazeteci buluşmaya başladık. Çıkış noktası Hıncal Uluç’un kendi etrafında örülen efsanelerle biraz dalga geçmekti. ’Hıncal’ın Pazar sofrası’ ya da ’Salı Toplantıları’na alternatif olacak, ’Bizim ne eksiğimiz var’ dedirtecek buluşmalar... İlk hafta bir araya geldik, baktık ki hepimizde bir zorlama, hepimizde bir disiplinsizlik ’Gidip biat edelim’ diye düşündük. Kime mi? Hıncal Abi’ye tabii ki... ’Gel bizi kurtar, ağabeylik yap’ dedik... O da gelmeyi kabul etti... Bir hafta Hıncal’lı buluşuruz, sonra bu iş de biter diye düşünüyorduk... Hıncal Abi bizi her hafta buluşmaya ikna etti.
- Cuma Toplantıları’nda belli kurallar baştan kondu: Ciddi konular konuşulmayacak, siyasete girilmeyecek, anı anlatılmayacak. Geyik muhabbetinin dışına çıkılmamasına özen gösterildi.
- Ne zaman ki kendimizden sıkıldık yeni isimler çağırdık; merak edenlere, gelmek isteyenlere kapımız sonuna kadar açıktı. Bir hafta Uğur Dündar ricamızı kırmadı geldi. Bize gazetecilik tarihinden çok güzel hikayeler anlattı... Melih Aşık hiç katılmadı. Ayşenur Arslan bir kere buluştuğumuz cafe’den program yaptı...
- Sekizinci sınıf, gazeteci bile olmayan bir zavallının hiçbir şeyden habersiz, yan masadan konuşmalarımızı dinleyerek bunu ’haber’ yapmasına çok güldük. Bu dedikoduları referans alarak kendince bir ’komplo’ çıkarmaya çalışan Fehmi Koru’nun birkaç gömlek daha üstün olduğunu düşünürdüm. Meğerse o da artık sekizinci sınıf bir dedikodu yazarına dönüşmüş...
- Bazı haftalar menemen, bazı haftalar kuru fasulye, bazı haftalarsa köfte yedik. Baktık ki yoklamada problemler yaşamaya başladık, ’Yağmur yağdı’ ya da ’Elektrikler kesikti’ gibi mazeretler bildirmeye başladık, kimimiz seyahatler kimimiz işler yüzünden aksatmaya başladık, masada birkaç kişi kaldık... O zaman ’En iyisi düzenli buluşmayalım, özel günlerde bir araya gelir hasret gideririz’ dedik... Cuma Toplantıları’nın yerini başkalarının evinde yapılan twitter yemekleri aldı bir anlamda.
- Biz Cuma Toplantıları’nda patronları davet edip iş bağlamaya kalkmadık... Medya patronlarını çağırıp gövde gösterisi yapmaya çalışmadık... Bakanları, bürokratları, milletvekillerini ağırlayarak devlet katında kabul görmeye çalışmadık... Bu toplantıları kendimize iş (köşe bulma) aracı olarak kullanmadık... Dışarıya ’Ne kadar güçlüyüz’ mesajı vermeye kalkışmadık... Kendi kendimizle dalga geçtik hatta... Bizim burada büyük bir ittifak içinde olduğumuzu düşünüp sosyete kebapçılarında alternatif toplantı düzenleyenlere acıdık sadece...
- Devletin parasıyla kız tavlamaya kalkışmadık, Tanzanya’ya ’hanut’ geziye çıkıp orada kendimize eş bulmadık, başkalarının parasıyla, sponsorluğuyla vur patlasın çal oynasın eğlenmedik. Arkadaşlarımızla buluşmalarımızı bir ’network’ çalışmasına dönüştürmedik, kimseyi davet ederken ya da kimseyle aynı masada otururken de bir hesap, bir denge gözetmedik. Fasıllarda nasıl oluyor bilmiyorum tabii bu işler. Yönetim kurulu başkanları, arabulucular, ihalelere girenler, lobiciler falan bizim ortamlarda olmadığı için bilemem tabii.
- Her şey bir yana: İnsanın arkadaşlarıyla buluşması suç mu? Ne hale getirildi Türkiye? Telefonda konuşamayacağız, sosyalleşemeyeceğiz, bir araya gelemeyeceğiz öyle mi? Neymiş yarın öbür gün bunlar karşımıza ’komplo’ olarak çıkabilir diye... Komplonun da niteliklisini severim; bu sefer kolonyayı fazla kaçırmış Fehmi.
Oray EĞİN / www.aksam.com.tr