Kobani’yi “Çocuk parkı” zannedenler de “Sorumlu” değil mi?
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar Suruç’ta katledilen gençler üzerine bazı sorularını ve şüphelerini paylaştı…
Bu yazıyı yazıp yazmamayı çok düşündüm. Düşündüm çünkü hem acılar çok taze hem de -tüm taraflar olarak-serinkanlı bir değerlendirme yapma ikliminden çoktan uzaklaşmıştık. Bize aklımız, mantığımız değil en negatifinden duygularımız yön vermeye başlamıştı. Birbirimize karşı tahripkar, hoyrat, sevgisiz, yaralayıcı düşünmeye ve davranmaya çok alıştırılmıştık. Asıl “tehlikeli” olan da buydu zaten. Bazı durumlarda doğal olarak bu eğilim artar herkes birbirini temelli-temelsiz suçlama yarışına girer. Ortalığı gözü dönmüş bir “hırs bulutu” kaplar!
Dahası çok yanlış anlaşılabilir, hatta türlü ithamlara maruz kalabilirdim. Aslında “yanlış anlaşılma” diye bir şey yok. Bu gibiler pekâla bal gibi yazıları “doğru” anlıyor ama işine geldiği ya da yorumlamak istediği gibi yorumluyor. Yahut yazıların bütünde ne demek istediğine değil bir cümleye hatta bir kelimeye takıyor. O derece fanatik olmuşlar yani. Herkes öfkesini en barajsız şekilde, düşünmeden kusmaya hazır. Daha kötü niyetlileri saymıyorum bile!
“Olsun” dedim kendi kendime. Ben bir “aydın”ım ve düşündüğümü şimdi ve istediğim şekilde söyleyemeyeceksem bu neye yarar? Bu ülkede herkes “düşünceye özgürlük” ister ama kendi gibi düşünmeyene hep etiketleyerek, damgalayarak, susturarak zulmetmeye, fiilen yasaklamaya, baskılamaya çalışır. Bu konuda avamla aydınlar arasında zerre kadar fark yoktur. Biri alenen küfreder öteki entelektüel ya da sloganik kelimelerle sarmalar. Üstelik kimse bundan muaf değildir!
Neyse; gene vicdanımla mantığım arasına sıkışmıştım. Her zaman olduğu gibi vicdanımda karar kıldım. “Vicdanım neyi emrediyorsa onu yazarım” düsturuna sığındım. Kim neden gocunursa gocunsun. Ben samimi duygularımı yazdım. Tüm “mahalleler”in canı cehenneme!
Önümdeki gazete sayfasına bakıyorum. Suruç’ta ölen insanların fotoğraflı kısa öyküleri var. Bir, ikisi hariç hemen hepsi genç. Hatta çok genç. Hayat dolular ve çoğu gülerek resim çektirmiş. Temiz insanlar, temiz yürekleriyle –doğru veya yanlış- bir harekete katılmışlar. Güzel kardeşlerim benim. Hepsi saf, iyi niyetli. Bunun bedeli feci bir katliama uğramak olmuş. Pırıl pırıllar. Hepsinin hayatları lanet bir patlama ile birkaç saniye içinde sönmüş. Yürekler acısı. Allah ailelerine sabır versin. Kolay değil!
Bu konuda iki toplumsal eğilim çıkmış ortaya. Biri “Oh olsun, ne işleri vardı orada?” modunda. Utanması sıfırlanmış, kemaliyetle alâkası kalmamış bir nefret tavrı içinde. Giden candır oysa. İnsanlıktan nasibini almamış küflenmiş kalplere ait ilkel bir duyarsızlık. Hadi daha sertini söyleyeyim; tam anlamıyla yavşakça!
Diğerleri buradan yeni “Şehitler” yeni “Kahramanlar” yaratma uğraşında. Bir tür manevi-ideolojik rant çıkarma ya da bazı “acaba”ları örtbas peşinde. Bu yaklaşım da tersinden aynı oysa. Burada da “insan” olarak o gençlere yer yok. İsimleri ancak pratik ve politik bir yararı olduğu ölçüde anlamlı. Tekrar “Kanınız yerde kalmayacak” sarmalına girer gibiyiz. Gene kin dolu sloganlar, çatışmacı bir iklime çekmek istiyorlar bizi. Türkiye bu halet-i ruhiyeden çok çekti. “Artık bağışıklık kazanmışızdır” diye düşünüyordum, yanılmışım!
Oysa burada pis ve uluslar arası bir oyunun ortasında kalmış, “küresel terör” ağına takılmış, acımasızca katledilmiş gençler var sadece. Onların parçalanmış cesetleri üzerinden bir oyun sahneye konmuş. Küresel akbabaların gözünde aslında hepimiz hedefiz. Bu şerefsiz katillerin alayına lanet olsun!
Bu arada hemen ve tekrar hatırlatayım. Bu gençlerin orada bulunmak dışında olayda hiçbir suçları, dahilleri yok. Onlar kendi kendilerini öldürmediler. Bu nokta asla unutulmamalı. Onlar olayın en berbat şekilde mağdurudurlar. Asıl sorumlu onları katletme emrini veren bilmem hangi servisin uzantısı lanet “Operatörler” ve onların kuklası lanet ve iğrenç taşeronlardır .(Bu çocuklarımız birilerine “koridor” açılsın diye IŞİD denen canavar eliyle bu güçlere “kurban” mı verildiler?) Yoksa gençler için “ne işleri vardı orada” demek en kolay iştir.
“Nereden biliyorsun?” derseniz kendi gençliğimden biliyorum. O duygular, o radikal etkiler altında nerelere gitmeye, neler yapmaya hazırdım bilemezsiniz. Ölen gençlerden birinin arkadaşıyla “Facebook yazışmaları”nı okuyorum. "Ölmezsek iyidir, ölürsek de artık bizi unutmazsın" demiş. İçim cız ediyor. Tam “genççe” yani. Ah benim ismi gibi “Mert” canım kardeşim. Sana anlatabilmek isterdim; ölüm “çocuk oyuncağı” bir şey değil ki!..
Birden zaman tünelinde geriye gidiyorum. 1978 yılında bir okul duvarının üstünde buluyorum kendimi. Hançeremi yırtarcasına, sıkılı yumruklarımla Che Guevara’dan “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ölüm hoş geldi sefa geldi”yi söylüyorum. Bunları hatırlarken hafiften gözlerim buğulanıyor, burnumda lanet bir sızı. Kimileri moruklayınca bunları unutuyor, sanki hep şu anki “deneyim” seviyesinde imiş gibi konuşuyor!
O yüzden “Kandırıldılar” gibi basit bir söyleme giremem. O psikolojiyi iyi biliyorum. Ama bir şekilde yanlış yönlendirildikleri, hatta belki de “mide bulandırıcı” bir yan olduğu bile söylenebilir. Bu gençler pikniğe gitmiyorlardı. Çok riskli bir konjonktürde üstelik habire alarm veren çok riskli bir bölgeye gidiyorlardı. Bu noktada “çocuklara oyuncak götürme” belki çok “ulvi” bir gerekçe gibi görünüyor ama çok sakil kaçıyor. Bir tür “perdeleme” yapılıyor sanki!
Kaba bir bakışla bile -en azından- onları oraya çekenlerin bazı ihtimalleri, sonuçları hesap etmedikleri söylenebilir. Tabii bu en “iyi niyetli” bakışla böyle. Bir de söylemeye dilim varmıyor ama “Ya hesap edenler olmuşsa, sızmışsa?”diye de sormadan edemiyorum. Bilemiyorum; bunun cevabını herkes kendi bulsun…
BİR TÜR “MAVİ MARMARA” OLAYI GİBİ!
Bende bir başka açıdan kimseyi damgalamak istemem. Ama bu “seyahat”in ya da “etkinliğin” organizatörleri kimse hangi coğrafyada, hangi zeminde olduklarını pek bilmiyorlarmış demektir. En basitinden “veballi” bir durum. Hangi adımı attığınızı, hangi taşları oynattığınızı bileceksiniz. İçinizde, dışınızda, sağınızda solunuzda, ülkede bölgede, sizin “masum” gördüğünüz hareketlerinizi izleyen, o hareketleriniz üzerinden planlar yapan hiç de “masum olmayan”, pusuya yatmış kişiler, odaklar olduğunu hesap edeceksiniz. Tabii gene bunlar en “iyi niyetli” düşünüşle böyle. Gerisini getirmek bile istemiyorum…
Belki şeklen tam öyle sayılmaz ve birebir paralellik kurmak istemem ama bu olay da bir tür “Mavi Marmara” olayını çağrıştırıyor sanki .Malum; AKP’liler de onca insanı “Gazze’ye insani yardım” adı altında gemiye (Devlet desteğiyle!) bindirip, Siyonist İsrail tehdidi aleni olduğu halde o sulara göndermişlerdi. (Bazı AKP’liler son anda o gemiye binmekten neden vazgeçmişlerdi acaba? İşe önayak olanlar neden ortalardan kaybolmuşlardı? ) Sonunda o insanları İsrail komandolarının acımasız terörüne maruz bıraktılar. Onca insan öldü. Sanki böyle olsun istemişlerdi. İsrail’e “One Minute” çekenler bir dakikada insanların harcanmasına göz yummuşlardı. Sonrası timsah gözyaşları!
AKP’nin bu çapsız ve fırsatçı politikaları sonunda ülkeyi “Ortadoğu bataklığı”na çekmiştir. Ülkemizi–zaten süren- kimi güçlerin bölgesel savaş planlarının oyun alanına çevirmiştir. Bu koşullarda “uyanıklık” ayrıca bir değer olarak öne çıkıyor. Herkes attığı adıma dikkat edecek ve “sorumlu davranmasını” bilecek. “Uyanıklık” tabirini burada olumlu manada kullanıyorum. Bir de olumsuz manada “uyanıklar” veya kendini “uyanık” zannedenler var ki onlar başka!
Her neyse –niyetler nasıl olursa olsun- belki asıl sorumlular başka ama o gençleri oraya yığanlar, bir tür sonu belirsiz “macera”ya sürükleyenler, Kobani’yi “Çocuk parkı” veya “Anaokulu” zannederek, lanse edenler de bir şekilde “sorumlu” değil mi? Bunlar kimlerle, hangi güçlerle aşık attıklarının farkında değiller mi? Gençleri hangi cephenin hattına sürdüklerini bilmiyorlar mı? Bunu “Turistik” bir seyahat, folklorik bir etkinlik mi zannediyorlardı? Şimdi o gençlerin hesabı nasıl verilecek? “Ne yapalım olur böyle vakalar” denilebilir mi?
İsteyen bu soru ve şüphelerime kızabilir; ama sormadan edemedim. Fakat bu ülkede sağlı-sollu, irili ufaklı politika yapanların “aymazlığı” (Gene en hafif tabirle) ve düşüncesizliği çileden çıkartıyor beni. Onların bir kısmı da şimdi şiddetli provokasyon kokan ortamda bu sefer de kitleleri sözüm ona “protesto” adı altında eyleme çağırmıyorlar mı pes doğrusu!..
Hiçbiri umurumda değil, ölen gençler ve ülkenin giderek sürüklenmekte olduğu durum dışında!..
23.07.2015.
atillaakar@gmail.com
Dahası çok yanlış anlaşılabilir, hatta türlü ithamlara maruz kalabilirdim. Aslında “yanlış anlaşılma” diye bir şey yok. Bu gibiler pekâla bal gibi yazıları “doğru” anlıyor ama işine geldiği ya da yorumlamak istediği gibi yorumluyor. Yahut yazıların bütünde ne demek istediğine değil bir cümleye hatta bir kelimeye takıyor. O derece fanatik olmuşlar yani. Herkes öfkesini en barajsız şekilde, düşünmeden kusmaya hazır. Daha kötü niyetlileri saymıyorum bile!
“Olsun” dedim kendi kendime. Ben bir “aydın”ım ve düşündüğümü şimdi ve istediğim şekilde söyleyemeyeceksem bu neye yarar? Bu ülkede herkes “düşünceye özgürlük” ister ama kendi gibi düşünmeyene hep etiketleyerek, damgalayarak, susturarak zulmetmeye, fiilen yasaklamaya, baskılamaya çalışır. Bu konuda avamla aydınlar arasında zerre kadar fark yoktur. Biri alenen küfreder öteki entelektüel ya da sloganik kelimelerle sarmalar. Üstelik kimse bundan muaf değildir!
Neyse; gene vicdanımla mantığım arasına sıkışmıştım. Her zaman olduğu gibi vicdanımda karar kıldım. “Vicdanım neyi emrediyorsa onu yazarım” düsturuna sığındım. Kim neden gocunursa gocunsun. Ben samimi duygularımı yazdım. Tüm “mahalleler”in canı cehenneme!
Önümdeki gazete sayfasına bakıyorum. Suruç’ta ölen insanların fotoğraflı kısa öyküleri var. Bir, ikisi hariç hemen hepsi genç. Hatta çok genç. Hayat dolular ve çoğu gülerek resim çektirmiş. Temiz insanlar, temiz yürekleriyle –doğru veya yanlış- bir harekete katılmışlar. Güzel kardeşlerim benim. Hepsi saf, iyi niyetli. Bunun bedeli feci bir katliama uğramak olmuş. Pırıl pırıllar. Hepsinin hayatları lanet bir patlama ile birkaç saniye içinde sönmüş. Yürekler acısı. Allah ailelerine sabır versin. Kolay değil!
Bu konuda iki toplumsal eğilim çıkmış ortaya. Biri “Oh olsun, ne işleri vardı orada?” modunda. Utanması sıfırlanmış, kemaliyetle alâkası kalmamış bir nefret tavrı içinde. Giden candır oysa. İnsanlıktan nasibini almamış küflenmiş kalplere ait ilkel bir duyarsızlık. Hadi daha sertini söyleyeyim; tam anlamıyla yavşakça!
Diğerleri buradan yeni “Şehitler” yeni “Kahramanlar” yaratma uğraşında. Bir tür manevi-ideolojik rant çıkarma ya da bazı “acaba”ları örtbas peşinde. Bu yaklaşım da tersinden aynı oysa. Burada da “insan” olarak o gençlere yer yok. İsimleri ancak pratik ve politik bir yararı olduğu ölçüde anlamlı. Tekrar “Kanınız yerde kalmayacak” sarmalına girer gibiyiz. Gene kin dolu sloganlar, çatışmacı bir iklime çekmek istiyorlar bizi. Türkiye bu halet-i ruhiyeden çok çekti. “Artık bağışıklık kazanmışızdır” diye düşünüyordum, yanılmışım!
Oysa burada pis ve uluslar arası bir oyunun ortasında kalmış, “küresel terör” ağına takılmış, acımasızca katledilmiş gençler var sadece. Onların parçalanmış cesetleri üzerinden bir oyun sahneye konmuş. Küresel akbabaların gözünde aslında hepimiz hedefiz. Bu şerefsiz katillerin alayına lanet olsun!
Bu arada hemen ve tekrar hatırlatayım. Bu gençlerin orada bulunmak dışında olayda hiçbir suçları, dahilleri yok. Onlar kendi kendilerini öldürmediler. Bu nokta asla unutulmamalı. Onlar olayın en berbat şekilde mağdurudurlar. Asıl sorumlu onları katletme emrini veren bilmem hangi servisin uzantısı lanet “Operatörler” ve onların kuklası lanet ve iğrenç taşeronlardır .(Bu çocuklarımız birilerine “koridor” açılsın diye IŞİD denen canavar eliyle bu güçlere “kurban” mı verildiler?) Yoksa gençler için “ne işleri vardı orada” demek en kolay iştir.
“Nereden biliyorsun?” derseniz kendi gençliğimden biliyorum. O duygular, o radikal etkiler altında nerelere gitmeye, neler yapmaya hazırdım bilemezsiniz. Ölen gençlerden birinin arkadaşıyla “Facebook yazışmaları”nı okuyorum. "Ölmezsek iyidir, ölürsek de artık bizi unutmazsın" demiş. İçim cız ediyor. Tam “genççe” yani. Ah benim ismi gibi “Mert” canım kardeşim. Sana anlatabilmek isterdim; ölüm “çocuk oyuncağı” bir şey değil ki!..
Birden zaman tünelinde geriye gidiyorum. 1978 yılında bir okul duvarının üstünde buluyorum kendimi. Hançeremi yırtarcasına, sıkılı yumruklarımla Che Guevara’dan “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ölüm hoş geldi sefa geldi”yi söylüyorum. Bunları hatırlarken hafiften gözlerim buğulanıyor, burnumda lanet bir sızı. Kimileri moruklayınca bunları unutuyor, sanki hep şu anki “deneyim” seviyesinde imiş gibi konuşuyor!
O yüzden “Kandırıldılar” gibi basit bir söyleme giremem. O psikolojiyi iyi biliyorum. Ama bir şekilde yanlış yönlendirildikleri, hatta belki de “mide bulandırıcı” bir yan olduğu bile söylenebilir. Bu gençler pikniğe gitmiyorlardı. Çok riskli bir konjonktürde üstelik habire alarm veren çok riskli bir bölgeye gidiyorlardı. Bu noktada “çocuklara oyuncak götürme” belki çok “ulvi” bir gerekçe gibi görünüyor ama çok sakil kaçıyor. Bir tür “perdeleme” yapılıyor sanki!
Kaba bir bakışla bile -en azından- onları oraya çekenlerin bazı ihtimalleri, sonuçları hesap etmedikleri söylenebilir. Tabii bu en “iyi niyetli” bakışla böyle. Bir de söylemeye dilim varmıyor ama “Ya hesap edenler olmuşsa, sızmışsa?”diye de sormadan edemiyorum. Bilemiyorum; bunun cevabını herkes kendi bulsun…
BİR TÜR “MAVİ MARMARA” OLAYI GİBİ!
Bende bir başka açıdan kimseyi damgalamak istemem. Ama bu “seyahat”in ya da “etkinliğin” organizatörleri kimse hangi coğrafyada, hangi zeminde olduklarını pek bilmiyorlarmış demektir. En basitinden “veballi” bir durum. Hangi adımı attığınızı, hangi taşları oynattığınızı bileceksiniz. İçinizde, dışınızda, sağınızda solunuzda, ülkede bölgede, sizin “masum” gördüğünüz hareketlerinizi izleyen, o hareketleriniz üzerinden planlar yapan hiç de “masum olmayan”, pusuya yatmış kişiler, odaklar olduğunu hesap edeceksiniz. Tabii gene bunlar en “iyi niyetli” düşünüşle böyle. Gerisini getirmek bile istemiyorum…
Belki şeklen tam öyle sayılmaz ve birebir paralellik kurmak istemem ama bu olay da bir tür “Mavi Marmara” olayını çağrıştırıyor sanki .Malum; AKP’liler de onca insanı “Gazze’ye insani yardım” adı altında gemiye (Devlet desteğiyle!) bindirip, Siyonist İsrail tehdidi aleni olduğu halde o sulara göndermişlerdi. (Bazı AKP’liler son anda o gemiye binmekten neden vazgeçmişlerdi acaba? İşe önayak olanlar neden ortalardan kaybolmuşlardı? ) Sonunda o insanları İsrail komandolarının acımasız terörüne maruz bıraktılar. Onca insan öldü. Sanki böyle olsun istemişlerdi. İsrail’e “One Minute” çekenler bir dakikada insanların harcanmasına göz yummuşlardı. Sonrası timsah gözyaşları!
AKP’nin bu çapsız ve fırsatçı politikaları sonunda ülkeyi “Ortadoğu bataklığı”na çekmiştir. Ülkemizi–zaten süren- kimi güçlerin bölgesel savaş planlarının oyun alanına çevirmiştir. Bu koşullarda “uyanıklık” ayrıca bir değer olarak öne çıkıyor. Herkes attığı adıma dikkat edecek ve “sorumlu davranmasını” bilecek. “Uyanıklık” tabirini burada olumlu manada kullanıyorum. Bir de olumsuz manada “uyanıklar” veya kendini “uyanık” zannedenler var ki onlar başka!
Her neyse –niyetler nasıl olursa olsun- belki asıl sorumlular başka ama o gençleri oraya yığanlar, bir tür sonu belirsiz “macera”ya sürükleyenler, Kobani’yi “Çocuk parkı” veya “Anaokulu” zannederek, lanse edenler de bir şekilde “sorumlu” değil mi? Bunlar kimlerle, hangi güçlerle aşık attıklarının farkında değiller mi? Gençleri hangi cephenin hattına sürdüklerini bilmiyorlar mı? Bunu “Turistik” bir seyahat, folklorik bir etkinlik mi zannediyorlardı? Şimdi o gençlerin hesabı nasıl verilecek? “Ne yapalım olur böyle vakalar” denilebilir mi?
İsteyen bu soru ve şüphelerime kızabilir; ama sormadan edemedim. Fakat bu ülkede sağlı-sollu, irili ufaklı politika yapanların “aymazlığı” (Gene en hafif tabirle) ve düşüncesizliği çileden çıkartıyor beni. Onların bir kısmı da şimdi şiddetli provokasyon kokan ortamda bu sefer de kitleleri sözüm ona “protesto” adı altında eyleme çağırmıyorlar mı pes doğrusu!..
Hiçbiri umurumda değil, ölen gençler ve ülkenin giderek sürüklenmekte olduğu durum dışında!..
23.07.2015.
atillaakar@gmail.com