Kitap Okuyanı Severim ama Okumayanı Seçerim!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Başbakan Davutoğlu ile CHP lideri Kılıçdaroğlu arasındaki “kitap okuma” polemiğine farklı bir açıdan yaklaştı. Türk toplumunun kitap okuyan liderlere pek de iyi gözle bakmadığını ileri süren Akar, bunun siyasal süreçlere yansımalarını tartıştı.
Neredeyse kendimi bildim bileli kitaplarla aram hep “iyi” oldu. Okumayı söktüğümden beri önce çocuk klasikleri ile başlayan okuma serüvenim daha sonra Türk ve dünya klasiklerini okumakla devam etti. Ardından araştırma kitapları geldi. Bugüne dek kaç bin kitap okudum bilemem ama bu merakım her daim kesintisiz sürdü. En sıkıntılı olduğum anda da en mutlu olduğum zamanda da zihnimi hep kitaplarla tedavi ve terbiye ettim.
Bu anlamda kitaplar her daim yaşantımın “vazgeçilmezleri” arasında oldular. O kadar ki önce midemi düşünmem gereken bir anda bile cebimdeki son parayla kitap almışlığım vardır. Elbette bu hiç akıl kârı değil ve o yüzden –müsaadenizle- “avam”la aramda o kadarcık bir fark olsun yani!
Biliyorum; burada konu benim şahsi kitap okuma alışkanlıklarım değil. Ancak şu kadarını söyleyeyim ben bir siyasi lider olsaydım –sanırım- bu toplum beni desteklemezdi. Diğerlerinden çok daha zeki, bilgili, ahlaklı, öngörülü, kısaca “Allame-i Cihan” olsam da kitap okumam bir “handikap”ım olabilirdi. En fazla “İyi adam ama bundan bize ekmek çıkmaz” diye düşünüp, beni yüzüstü bırakırlardı herhalde!
Yanlış anlaşılmasın; bizim toplumumuz aslında “okuyan”a saygı duyar. “Eğitimsiz” birinin de kendini yönetmesini istemez. (O yüzden çocuğunu okutmak için dişinden tırnağından arttırır, her tür fedakârlığı yapar, ona ders kitaplarını alır ama bu ucunda yaşamsal bir yarar gördüğü içindir. Keyfi için kitap okumayı ise “fuzuli masraf” görür. Yani bu konuda son derece pragmatisttir!) Ancak ayrıca entelektüel faaliyet olarak okuyana güvenmez, onu çok “kitabi” bulur. “Kitap okuyanı severim ama okumayanı seçerim” diye düşünürler. Kitap okuyanların “hayattan kopuk” olduklarına dair önyargıları mevcuttur.
Onlar her daim “refleksleriyle” hareket eden, “iş bitirici” ,kendisine pratik yararlar sağlayan “liderleri” tercih ederler. O yüzden de hep “sağcı” liderleri öne çıkarmış, sol liderler fazla (“Onlar konuşur biz yaparız” esprisi sadece AKP’ye özgü bir slogan değil yani!) “lafazan” gelmiştir. O bakımdan içlerinde en “kitabi” sayılabilecek liderlerden sadece Ecevit’e bir vakitler sahip çıkar gibi olmuş ise o da bu imajından uzaklaşabildiği (Kasketli-Halkçı Eco!) içindir!
Eskiden iyi-kötü solcular epey kitap okurlardı. O yüzden devletimizin kıymetli polisleri ev baskınlarında önce kütüphanelere dalarlar ve gözlerine “Tehlikeli yayın” olarak çarpan ne varsa çuvalla toplarlardı. Sağcıların pek esamesi okunmazdı bu alanda. Tabii bu denge de değişti şimdilerde. Tercihler farklı olabilir sadece…
Bilemiyorum; böyle bir araştırma yapılmış mıdır acaba? İnsanlara “Liderleri destekleme nedenleriniz” diye bir soru sorulsa arasında “kitap okuma” olur mu, olursa kaçıncı sırada olur? Ben bunun pek ön ve “belirleyici” sıralarda yer alacağını zannetmiyorum. Halk beyninden çok midesi ve cebiyle düşünür. Hemen beraberinde “Kitap karın doyurmaz” kendiliğinden felsefesine sahiptir. O yüzden bizde maddi kalkınma rakamları artsa da “insani gelişmişlik” oranları hep düşük çıkar.
Neyse; peki ben bu konuya neden adeta balıklamasına daldım? Durup dururken değil muhakkak. Malum; bir süre önce Başbakan Ahmet Davutoğlu ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında “Merkez ülke” kavramı dolayısıyla kısa bir “atışma” olmuştu.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun "Doğrusu Davutoğlu'nun kitabını okuyamadım. Onun için bilmiyorum 'merkez ülke'yi o mu kullanmış" sözü üzerine Davutoğlu da (Bahçeli’yi de kapsar şekilde) partisinin Kocaeli mitinginde şunları söyleyecekti; " Okuyamaz. Çünkü okuma özürlü. Kitap okumayı bilmez. Sayın Bahçeli’ye de sormuşlar ’kitap okuyor musunuz?’ diye. Doğrusu bir akademisyen olarak üzüldüm. ’Kitap okumuyorum, arada sırada rapor okuyorum’ diyor. Ben kitap olmayan bir odada, şu ana kadar hiç uyumadım. İki koku var ki cennet kokusu gibidir. Bir çocuk kokusu, bir kitap kokusu. Hele hele Kelam-i Kadim, Kuran-ı Kerim başta olmak üzere kitap kokusu almayandan bereket olur mu?”
Bilemiyorum; Sayın Davutoğlu Sayın Kılıçdaroğlu’na “Fırsat bu fırsat değineyim bari” demiş ama bazı açılardan duruma pek uymamış sanki. Bildiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu “Kitap okumayan” biri değil. Ancak Davutoğlu’nun kitabını okumadığı anlaşılıyor. O da bunu hiç affetmemiş!
İkincisi Davutoğlu’nun “Kitap kokusu” benzetmesi hoş olmuş ama dini kitapları, hele de Kuran-ı Kerim’i işin içine karıştırması ise kıyaslama açısından pek isabetli olmamış. (Maalesef bu argüman son zamanlarda miting meydanlarında çok kullanılır oldu.) Çünkü tartışma Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında geçen bir kavram üzerine başlamış ve Kılıçdaroğlu o kitabı okumadığı için “Okuma özürlü” ilan edilmişti. “Statejik Derinlik” ise adı üstünde dini bir kitap değil!
Fakat en mühimi acaba Kılıçdaroğlu’nu şikâyet ettiği kitlenin ne kadar “okuduğu” ve başbakanın o kitabından haberdar olup olmadığı. Önyargılı davranmak istemem ama bu konuda ciddi şüphelerim mevcut. Ayrıca belli ve geniş bir kitlenin gözünde “kitap okuma”nın artı değil eksi çağrışımları var. Davutoğlu gündeme getirmese kimsenin ne Davutoğlu’nun ne de Kılıçdaroğlu’nun ne okuyup ne okumadığının pek umurunda olacağını sanmıyorum.
Elbette yoğun siyasi gündem ve çalışmalar nedeniyle oradan oraya koşturan liderlerden sular seller gibi kitap okumalarını bekleyemeyiz. Kaldı ki gerçekte kitap okuma ya da okumama kendi başına bir lideri diğeri karşısında ne daha “iyi” ne daha “kötü” yapar. Sadece dünyayı, olayları, meseleleri kavrayışta daha geniş ufuklar açar.
RAKAMLAR HERŞEYİ GÖSTERİYOR ASLINDA!
Fakat “kitap okuma”ya geniş kitlenin gözünden baktığımızda bir ”avantaj” değil de “dezavantaj” olarak değerlendirmek gerekecektir belki de. Bunu söylerken –maalesef- bazı somut verileri baz alıyoruz. Kitap Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri arasında 235. sıradadır. Dünyanın birçok ülkesinde düzenli kitap okuma yüzdeli rakamlarla ifade edilirken bizde 10.000’de 1 olarak ifade ediliyor. Nüfusu çok düşük ülkelerde bile kitaplar birinci baskılarını en az 100.000 yaparken bizde –istisnalar hariç- birkaç binle sınırlı kalıyor. Dünya ülkelerinde kitap okumaya ayrılan zaman Türkiye’ye oranla 3 kat fazla. Birçok ülkede kitaba 40-140 dolar arası para ayrılırken Türkiye’de kişi başı yılda 0.45 dolar harcanıyor. Dünyada birçok ülkede yılda 27-72 bin farklı adet kitap basılırken bizde 7 bin adet basılıyor. Dünyada çocuklara kitap hediye edilen ülke sıralamasında Türkiye 140. sırada görünüyor. Türkiye’de 570 bin kahvehane varken kütüphane sayısı 1412. Her 49 bin kişiye 1 kütüphane düşerken her 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir. Japonya’nın yüzde 14’ü düzenli kitap okurken Türkiye’de bu oran yüzde 0.01’dir. Türk halkının kitap okumaya ayırdığı zaman süresi yılda 6 saattir ki bu rakam çoğu Afrika ülkesinden bile geridir. Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4’ü kitap okuyor.
Bilemiyorum benim bulabildiğim rakamlar bunlar. Sırf bu rakamlar bile kitap okumayan liderlerin kitap okuyanlara oranla “daha şanslı” ve daha benimsenir olduğunu gösteriyor sanırım. (Daha önce de Erdoğan’ın bu yönde bir beyanı olmuştu) Buradan o liderlerin “mantalite” olarak söz konusu kitle ile daha iyi ve kolay iletişim kurduğunu, onların seviye ve beklentilerine daha kolay adapte olduklarını ve kolay erişilebilir semboller kullandıkları sonucunu çıkartabiliriz.
Eğer liderle bir “özdeşleşme” ilişkisi söz konusu ise kitap okumayan kitle kitap okumayan liderle daha kolay özdeşleşiyor sanırım. Dolayısıyla kitap okumayan bir liderin kitap okuyana oranla siyasi şansı daha yüksek görünüyor. Bize tuhaf ve çelişik gelse de siyasetin kendine özgü garip sosyolojisine bir de kitap okuma gibi parametreleri karıştırdığımızda –mantıken tersi olması gerekirken- kitap okumama bir avantaj olarak öne çıkabiliyor.
Ne dersiniz Kılıçdaroğlu’nun Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi “Kitap okumaması” ya da “Özürlüsü” olması kendisine bir oy patlaması getirir (Ya da tersi Davutoğlu’nu düşürür mü?) ve CHP’yi tarihinde geniş halk kitleleriyle yeniden buluşturur mu acaba?...
Şaka bir yana, kitap okumamanın bir “siyasi avantaj”a çevrildiği tek ülke Türkiye olabilir galiba.
26.05.2015.
atillaakar@gmail.com
Bu anlamda kitaplar her daim yaşantımın “vazgeçilmezleri” arasında oldular. O kadar ki önce midemi düşünmem gereken bir anda bile cebimdeki son parayla kitap almışlığım vardır. Elbette bu hiç akıl kârı değil ve o yüzden –müsaadenizle- “avam”la aramda o kadarcık bir fark olsun yani!
Biliyorum; burada konu benim şahsi kitap okuma alışkanlıklarım değil. Ancak şu kadarını söyleyeyim ben bir siyasi lider olsaydım –sanırım- bu toplum beni desteklemezdi. Diğerlerinden çok daha zeki, bilgili, ahlaklı, öngörülü, kısaca “Allame-i Cihan” olsam da kitap okumam bir “handikap”ım olabilirdi. En fazla “İyi adam ama bundan bize ekmek çıkmaz” diye düşünüp, beni yüzüstü bırakırlardı herhalde!
Yanlış anlaşılmasın; bizim toplumumuz aslında “okuyan”a saygı duyar. “Eğitimsiz” birinin de kendini yönetmesini istemez. (O yüzden çocuğunu okutmak için dişinden tırnağından arttırır, her tür fedakârlığı yapar, ona ders kitaplarını alır ama bu ucunda yaşamsal bir yarar gördüğü içindir. Keyfi için kitap okumayı ise “fuzuli masraf” görür. Yani bu konuda son derece pragmatisttir!) Ancak ayrıca entelektüel faaliyet olarak okuyana güvenmez, onu çok “kitabi” bulur. “Kitap okuyanı severim ama okumayanı seçerim” diye düşünürler. Kitap okuyanların “hayattan kopuk” olduklarına dair önyargıları mevcuttur.
Onlar her daim “refleksleriyle” hareket eden, “iş bitirici” ,kendisine pratik yararlar sağlayan “liderleri” tercih ederler. O yüzden de hep “sağcı” liderleri öne çıkarmış, sol liderler fazla (“Onlar konuşur biz yaparız” esprisi sadece AKP’ye özgü bir slogan değil yani!) “lafazan” gelmiştir. O bakımdan içlerinde en “kitabi” sayılabilecek liderlerden sadece Ecevit’e bir vakitler sahip çıkar gibi olmuş ise o da bu imajından uzaklaşabildiği (Kasketli-Halkçı Eco!) içindir!
Eskiden iyi-kötü solcular epey kitap okurlardı. O yüzden devletimizin kıymetli polisleri ev baskınlarında önce kütüphanelere dalarlar ve gözlerine “Tehlikeli yayın” olarak çarpan ne varsa çuvalla toplarlardı. Sağcıların pek esamesi okunmazdı bu alanda. Tabii bu denge de değişti şimdilerde. Tercihler farklı olabilir sadece…
Bilemiyorum; böyle bir araştırma yapılmış mıdır acaba? İnsanlara “Liderleri destekleme nedenleriniz” diye bir soru sorulsa arasında “kitap okuma” olur mu, olursa kaçıncı sırada olur? Ben bunun pek ön ve “belirleyici” sıralarda yer alacağını zannetmiyorum. Halk beyninden çok midesi ve cebiyle düşünür. Hemen beraberinde “Kitap karın doyurmaz” kendiliğinden felsefesine sahiptir. O yüzden bizde maddi kalkınma rakamları artsa da “insani gelişmişlik” oranları hep düşük çıkar.
Neyse; peki ben bu konuya neden adeta balıklamasına daldım? Durup dururken değil muhakkak. Malum; bir süre önce Başbakan Ahmet Davutoğlu ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında “Merkez ülke” kavramı dolayısıyla kısa bir “atışma” olmuştu.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun "Doğrusu Davutoğlu'nun kitabını okuyamadım. Onun için bilmiyorum 'merkez ülke'yi o mu kullanmış" sözü üzerine Davutoğlu da (Bahçeli’yi de kapsar şekilde) partisinin Kocaeli mitinginde şunları söyleyecekti; " Okuyamaz. Çünkü okuma özürlü. Kitap okumayı bilmez. Sayın Bahçeli’ye de sormuşlar ’kitap okuyor musunuz?’ diye. Doğrusu bir akademisyen olarak üzüldüm. ’Kitap okumuyorum, arada sırada rapor okuyorum’ diyor. Ben kitap olmayan bir odada, şu ana kadar hiç uyumadım. İki koku var ki cennet kokusu gibidir. Bir çocuk kokusu, bir kitap kokusu. Hele hele Kelam-i Kadim, Kuran-ı Kerim başta olmak üzere kitap kokusu almayandan bereket olur mu?”
Bilemiyorum; Sayın Davutoğlu Sayın Kılıçdaroğlu’na “Fırsat bu fırsat değineyim bari” demiş ama bazı açılardan duruma pek uymamış sanki. Bildiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu “Kitap okumayan” biri değil. Ancak Davutoğlu’nun kitabını okumadığı anlaşılıyor. O da bunu hiç affetmemiş!
İkincisi Davutoğlu’nun “Kitap kokusu” benzetmesi hoş olmuş ama dini kitapları, hele de Kuran-ı Kerim’i işin içine karıştırması ise kıyaslama açısından pek isabetli olmamış. (Maalesef bu argüman son zamanlarda miting meydanlarında çok kullanılır oldu.) Çünkü tartışma Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında geçen bir kavram üzerine başlamış ve Kılıçdaroğlu o kitabı okumadığı için “Okuma özürlü” ilan edilmişti. “Statejik Derinlik” ise adı üstünde dini bir kitap değil!
Fakat en mühimi acaba Kılıçdaroğlu’nu şikâyet ettiği kitlenin ne kadar “okuduğu” ve başbakanın o kitabından haberdar olup olmadığı. Önyargılı davranmak istemem ama bu konuda ciddi şüphelerim mevcut. Ayrıca belli ve geniş bir kitlenin gözünde “kitap okuma”nın artı değil eksi çağrışımları var. Davutoğlu gündeme getirmese kimsenin ne Davutoğlu’nun ne de Kılıçdaroğlu’nun ne okuyup ne okumadığının pek umurunda olacağını sanmıyorum.
Elbette yoğun siyasi gündem ve çalışmalar nedeniyle oradan oraya koşturan liderlerden sular seller gibi kitap okumalarını bekleyemeyiz. Kaldı ki gerçekte kitap okuma ya da okumama kendi başına bir lideri diğeri karşısında ne daha “iyi” ne daha “kötü” yapar. Sadece dünyayı, olayları, meseleleri kavrayışta daha geniş ufuklar açar.
RAKAMLAR HERŞEYİ GÖSTERİYOR ASLINDA!
Fakat “kitap okuma”ya geniş kitlenin gözünden baktığımızda bir ”avantaj” değil de “dezavantaj” olarak değerlendirmek gerekecektir belki de. Bunu söylerken –maalesef- bazı somut verileri baz alıyoruz. Kitap Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri arasında 235. sıradadır. Dünyanın birçok ülkesinde düzenli kitap okuma yüzdeli rakamlarla ifade edilirken bizde 10.000’de 1 olarak ifade ediliyor. Nüfusu çok düşük ülkelerde bile kitaplar birinci baskılarını en az 100.000 yaparken bizde –istisnalar hariç- birkaç binle sınırlı kalıyor. Dünya ülkelerinde kitap okumaya ayrılan zaman Türkiye’ye oranla 3 kat fazla. Birçok ülkede kitaba 40-140 dolar arası para ayrılırken Türkiye’de kişi başı yılda 0.45 dolar harcanıyor. Dünyada birçok ülkede yılda 27-72 bin farklı adet kitap basılırken bizde 7 bin adet basılıyor. Dünyada çocuklara kitap hediye edilen ülke sıralamasında Türkiye 140. sırada görünüyor. Türkiye’de 570 bin kahvehane varken kütüphane sayısı 1412. Her 49 bin kişiye 1 kütüphane düşerken her 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir. Japonya’nın yüzde 14’ü düzenli kitap okurken Türkiye’de bu oran yüzde 0.01’dir. Türk halkının kitap okumaya ayırdığı zaman süresi yılda 6 saattir ki bu rakam çoğu Afrika ülkesinden bile geridir. Türkiye’de her 100 kişiden sadece 4’ü kitap okuyor.
Bilemiyorum benim bulabildiğim rakamlar bunlar. Sırf bu rakamlar bile kitap okumayan liderlerin kitap okuyanlara oranla “daha şanslı” ve daha benimsenir olduğunu gösteriyor sanırım. (Daha önce de Erdoğan’ın bu yönde bir beyanı olmuştu) Buradan o liderlerin “mantalite” olarak söz konusu kitle ile daha iyi ve kolay iletişim kurduğunu, onların seviye ve beklentilerine daha kolay adapte olduklarını ve kolay erişilebilir semboller kullandıkları sonucunu çıkartabiliriz.
Eğer liderle bir “özdeşleşme” ilişkisi söz konusu ise kitap okumayan kitle kitap okumayan liderle daha kolay özdeşleşiyor sanırım. Dolayısıyla kitap okumayan bir liderin kitap okuyana oranla siyasi şansı daha yüksek görünüyor. Bize tuhaf ve çelişik gelse de siyasetin kendine özgü garip sosyolojisine bir de kitap okuma gibi parametreleri karıştırdığımızda –mantıken tersi olması gerekirken- kitap okumama bir avantaj olarak öne çıkabiliyor.
Ne dersiniz Kılıçdaroğlu’nun Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi “Kitap okumaması” ya da “Özürlüsü” olması kendisine bir oy patlaması getirir (Ya da tersi Davutoğlu’nu düşürür mü?) ve CHP’yi tarihinde geniş halk kitleleriyle yeniden buluşturur mu acaba?...
Şaka bir yana, kitap okumamanın bir “siyasi avantaj”a çevrildiği tek ülke Türkiye olabilir galiba.
26.05.2015.
atillaakar@gmail.com