"KİMİ BENİ YARGIYLA SİNDİRMEK İSTİYOR KİMİ PATRONA ŞİKAYET EDİYOR"!.. POLEMİK YAŞADIĞI İNSANLARDAN DERT YANAN ÜNLÜ YAZAR KİM?..
Genellikle kendilerine sorulan sorulara verecek cevabı olmayanlar sıkıştıkları noktada dava açmayı tercih ediyorlar.Zannediyorlar ki bu sayede cevap vermekten kurtulurlar.Halbuki Türkiye de,Türk Basını da geçmiş yıllardaki kadar teslimiyetçi değil...
ELEŞTİRİLERE DAVALI YANIT
Magazinde, popüler kültürde eleştiriye karşı tahammülsüzlüğün boyutlarını düşündüğümüzde Türkiye´nin Başbakan´ını, ana muhalefet liderlerinin sabrını takdir etmek gerekiyor. Her gün haklarında neler söyleniyor, neler yazılıyor ve belki de Cumhuriyet tarihinin en tahammülsüz Başbakan´ı bile bunların çok azına müdahale ediyor. Müdahale derken; yargıya başvuruyor, bazı davaları kazanıyor, bazılarını kaybediyor. Ama eleştiriye ve soruya pek çok kişiden daha tahammüllü.
Pek çok kişinin tahammülsüzlüğü anlaşılır bir şey ama özellikle hayatını basından kazanan, yazı yazan kişilerde kendilerine yönelik eleştirileri kabullenmeme çok tuhaf sonuçlar veriyor. Yıllarca belli bir iktidar grubuna dayanarak hayatlarını sürdürmüş, kendilerini dokunulmaz sanan kimi insanlara bir-iki laf söylediğinizde cevap vermek yerine belaltı vuruşlara başvuruyorlar. Patrona şikayet etmek ilk başvurdukları yöntem. En çok da ömürlerini demokrasi, özgürlük çığlıkları atarak geçirenlerin tercihidir bu. Bu konuda Zülfü Livaneli´nin yeri ayrıdır. Geçmişte başka gazetecileri de şikayet etmiştir mutlaka, benim için de birkaç telefon ettiğini biliyorum. "Güzel Zeynep" olarak bilinen Zeynep Oral´ın da tahammülsüzlüğünü, patrona şikayetlerini unutmadım. Ulusalcıların sesi olmaya soyunan, bir başbakan gibi davranan Tuncay Özkan´a ne demeli? Onun kazara iktidara geldiği bir Türkiye´yi düşünmek bile istemiyorum.
Zülfü Livaneli, kendisine yönelik eleştirilerimi engellemek için yargıya da başvurmuştu. Kendisine hakaret etmemiştim tabii ki, sadece yazdığı bir yazıdaki mantık açığını yakalamıştım. Ve böyle yakalanmak "dokunulmazlık" sahibi milletvekilini epey rahatsız etmiş. Ancak Türk adaleti onun şikayetlerini haklı bulmadı, dava düştü.
Benzer şekillerde tazminat talep eden başka isimlerin de cebine tek kuruş tazminat girmedi.
Zaten bu davaları açanların da niyeti benden tazminat alıp zengin olmak değil. Yazı yazan kişiyi davayla korkutmak için uğraşıyorlar. Susturup sindirmek istiyorlar. Bu yüzden haklarında olumsuz haber çıkmasını istemeyen pek çok kişi mahkemeleri kullanarak basını susturmaya çalışıyor. Ben susmayanlardan, susmayacaklardanım. (Burhan Ayeri´nin de hakkını teslim etmem gerekiyor burada.)
Bu gibi yazılarda çok ince bir ayrım var: Ağır eleştiriyle hakareti ayırt etmek gerekiyor. Dava açanlar ağır eleştiriler karşısında kendilerine hakaret edildiğini zannediyorlar, ancak sağduyulu hakimler basın özgürlüğünü engellememek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Davaları kaybedenler ders alıyor mu, bilinmez. Ama bütün bu adımlar aslında Türkiye´de eleştiri kültürünün oturması yönünde atılan adımlar. Onlar dava açacak, bizler yazmaya devam edeceğiz.
Dikkat ediyorum, genellikle kendilerine sorulan sorulara verecek cevabı olmayanlar sıkıştıkları noktada dava açmayı tercih ediyorlar. Zannediyorlar ki bu sayede cevap vermekten kurtulurlar. Halbuki Türkiye de, Türk Basını da alıştıkları geçmiş yıllardaki kadar teslimiyetçi değil. Soru sorma ve ifade kanalları daha açık, daha fazla. Bir yeri sustururlar ama başka yerden bu sorular onlara sorulur.
Dün, gazetemizin hukuk servisi İbrahim Tatlıses´in Urfa´dan milletvekili adayı olmasının tehlikeleri üzerine yazdığım yazı için savcılığa ifade vermem gerektiğini bildirdi bana. İbrahim Tatlıses beni savcılığa şikayet etsin.
Gidip ifademi vereceğim elbette. Ama bu şikayeti, her türl
Magazinde, popüler kültürde eleştiriye karşı tahammülsüzlüğün boyutlarını düşündüğümüzde Türkiye´nin Başbakan´ını, ana muhalefet liderlerinin sabrını takdir etmek gerekiyor. Her gün haklarında neler söyleniyor, neler yazılıyor ve belki de Cumhuriyet tarihinin en tahammülsüz Başbakan´ı bile bunların çok azına müdahale ediyor. Müdahale derken; yargıya başvuruyor, bazı davaları kazanıyor, bazılarını kaybediyor. Ama eleştiriye ve soruya pek çok kişiden daha tahammüllü.
Pek çok kişinin tahammülsüzlüğü anlaşılır bir şey ama özellikle hayatını basından kazanan, yazı yazan kişilerde kendilerine yönelik eleştirileri kabullenmeme çok tuhaf sonuçlar veriyor. Yıllarca belli bir iktidar grubuna dayanarak hayatlarını sürdürmüş, kendilerini dokunulmaz sanan kimi insanlara bir-iki laf söylediğinizde cevap vermek yerine belaltı vuruşlara başvuruyorlar. Patrona şikayet etmek ilk başvurdukları yöntem. En çok da ömürlerini demokrasi, özgürlük çığlıkları atarak geçirenlerin tercihidir bu. Bu konuda Zülfü Livaneli´nin yeri ayrıdır. Geçmişte başka gazetecileri de şikayet etmiştir mutlaka, benim için de birkaç telefon ettiğini biliyorum. "Güzel Zeynep" olarak bilinen Zeynep Oral´ın da tahammülsüzlüğünü, patrona şikayetlerini unutmadım. Ulusalcıların sesi olmaya soyunan, bir başbakan gibi davranan Tuncay Özkan´a ne demeli? Onun kazara iktidara geldiği bir Türkiye´yi düşünmek bile istemiyorum.
Zülfü Livaneli, kendisine yönelik eleştirilerimi engellemek için yargıya da başvurmuştu. Kendisine hakaret etmemiştim tabii ki, sadece yazdığı bir yazıdaki mantık açığını yakalamıştım. Ve böyle yakalanmak "dokunulmazlık" sahibi milletvekilini epey rahatsız etmiş. Ancak Türk adaleti onun şikayetlerini haklı bulmadı, dava düştü.
Benzer şekillerde tazminat talep eden başka isimlerin de cebine tek kuruş tazminat girmedi.
Zaten bu davaları açanların da niyeti benden tazminat alıp zengin olmak değil. Yazı yazan kişiyi davayla korkutmak için uğraşıyorlar. Susturup sindirmek istiyorlar. Bu yüzden haklarında olumsuz haber çıkmasını istemeyen pek çok kişi mahkemeleri kullanarak basını susturmaya çalışıyor. Ben susmayanlardan, susmayacaklardanım. (Burhan Ayeri´nin de hakkını teslim etmem gerekiyor burada.)
Bu gibi yazılarda çok ince bir ayrım var: Ağır eleştiriyle hakareti ayırt etmek gerekiyor. Dava açanlar ağır eleştiriler karşısında kendilerine hakaret edildiğini zannediyorlar, ancak sağduyulu hakimler basın özgürlüğünü engellememek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Davaları kaybedenler ders alıyor mu, bilinmez. Ama bütün bu adımlar aslında Türkiye´de eleştiri kültürünün oturması yönünde atılan adımlar. Onlar dava açacak, bizler yazmaya devam edeceğiz.
Dikkat ediyorum, genellikle kendilerine sorulan sorulara verecek cevabı olmayanlar sıkıştıkları noktada dava açmayı tercih ediyorlar. Zannediyorlar ki bu sayede cevap vermekten kurtulurlar. Halbuki Türkiye de, Türk Basını da alıştıkları geçmiş yıllardaki kadar teslimiyetçi değil. Soru sorma ve ifade kanalları daha açık, daha fazla. Bir yeri sustururlar ama başka yerden bu sorular onlara sorulur.
Dün, gazetemizin hukuk servisi İbrahim Tatlıses´in Urfa´dan milletvekili adayı olmasının tehlikeleri üzerine yazdığım yazı için savcılığa ifade vermem gerektiğini bildirdi bana. İbrahim Tatlıses beni savcılığa şikayet etsin.
Gidip ifademi vereceğim elbette. Ama bu şikayeti, her türl