KILIÇDAROĞLU, ERDOĞAN KADAR CESUR DAVRANABİLİR Mİ?

Ahmet Altan, AKP'nin kitle partisi olarak sürdürdüğü misyonun sonuna geldiğini öne sürdü.

CHP ve Blair

Ben CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun danışmanı olsaydım Andrew Finkel'ın önceki günkü yazısını hemen keser, parti başkanının önüne koyardım.

Finkel, Britanya'nın eski Başbakanı Tony Blair'in başarı hikâyesini anlatarak aslında "becerebilecek" olana, iktidara giden yolun haritasını çiziyordu.

İktidarlar yaklaşık on yıllık bir süreçten sonra yoruluyorlar.

Margaret Thatcher buna iyi bir örnek.

"Demir Leydi" siyasi başarılarıyla partisinde "tek kadın" durumuna geldikten sonra neredeyse bütün partiyi isyan ettirecek inatçılıklarla kendi düşüşünü hazırladı.

Blair'in başında bulunduğu İşçi Partisi ise çok uzun zamandan beri iktidara gelemiyordu.

İşçi Partisi'nin "eskimiş" yaklaşımları Britanyalılara pek güven vermiyordu.

Finkel, Blair'in Başbakan Thatcher'ın "yaptıklarını" ondan daha iyi yapacağını söyleyerek iktidara gelişini anlatıyordu.

Türkiye neredeyse çok benzer bir süreçten geçiyor.

AKP'nin ilk sekiz yılda yaptıklarını düşünün.

Ve, son bir yılda yaptıklarıyla kıyaslayın.

Avrupa Birliği kriterlerini kendisine örnek alan, "ezilen" herkes için demokrasi ve özgürlük isteyen, "açılımlar" yapan, barışı kovalayan, askerî vesayetle dövüşen, devletin şeffaflığını savunan, yeni bir anayasa talep eden, devlete karşı vatandaşı savunan, "devletin hiç kimsenin hayatına müdahale edemeyeceğini" söyleyen bir partiydi AKP.

Şimdi ise tamamen başka bir partiye dönüştü.

Devletleşiyor, ezilenlerin haklarını inkâr ediyor, insanların hayatlarına müdahalede bulunuyor, kendisine tanıdığı hakları başkasına tanımıyor, Sünni Kemalist bir anlayışla insanları "tek tipleştirmek" istiyor, yasakçılığa sarılıyor, dış politikada fiyaskolar yaşıyor, Uludere katliamında sorumluları saklıyor, TOKİ faciasında denetimsizlikten yana çıkıyor, generallere ve bürokratlara ayrıcalıklar tanıyor.

AKP, özgürlükçü ve demokrat yaklaşımıyla 12 Eylül referandumunda olağanüstü bir başarıya ulaşarak yüzde elli sekiz destek buldu.

Son seçimden sonra birdenbire kimlik değiştirdi.

O kimlik değiştirince, onun yıllarca başarıyla temsil ettiği "özgürlükçü, barışçı, demokrat" anlayışa sahip çıkan bir kitle partisi kalmadı ortada.

AKP'nin terk ettiği alan bomboş duruyor şimdi.

O alana girenin "kazandığını" AKP tecrübesi açıkça gösteriyor.

AKP ise bir daha oraya dönmeyecekmiş gibi gözüküyor.

Şimdi bütün enerjisini iki yıl sonra Erdoğan'ı "başkan" seçtirmek için harcıyor, başka işe mecali kalmıyor.

İki yıl çok uzun bir zaman.

Türkiye'nin iki yıl boyunca bunca baskıyı, yasağı, gerginliği, fiyaskoyu taşımaya tahammül edebilmesi zor.

Muhafazakâr kesimin önemli bir bölümü de dahil olmak üzere herkeste ortak bir huzursuzluk, "ne oluyor" endişesi var.

Finkel'ın çok net bir şekilde anlattığı Blair örneğinde de görüldüğü gibi "başarılı" iktidarın artık başaramadıklarını yapmaya talip olan iktidara yürür.

Tabii bu söylendiği kadar kolay bir iş değil.

Bugün üç çeşit Kemalizmin birbiriyle mücadelesine şahit oluyoruz, "modernist" Kemalistler, Sünni Kemalistler, Kürt Kemalistleri.

Hepsi de "model benim, bana benzeyeceksiniz" diyor.

Sadece "modelleri" farklı ama yönetme anlayışları aynı.

Eğer bundan sonra bir süre Türkiye siyaseti, "Kemalizm çeşitleri" arasındaki bir yarış olarak geçecekse, Sünni Kemalistler diğerlerinden daha şanslı, çünkü onlar daha kalabalık.

Ama bu üç hareketten biri Kemalizm'den vazgeçerse, "yönetenlerin" vatandaşlara "model belirleme" hakkı olduğu iddiasını bir kenara bırakırsa, herkes için özgürlük ve eşitlik isterse, hukukun evrensel ilkelerini ve demokrasiyi benimserse, diğerlerinin arasından sıyrılır.

AKP, bu "sıyrılmanın" getireceği başarının canlı örneği. Kemalizm'den ayrıldığı anda oylarını patlattı.

Bu ülke, herkesin devlet tarafından ezildiği bir ülke, yüzlerce yıldır bu ezilmişliği yaşıyor ve nefes almak istiyor.

"Herkesin hakkı var" diyen "herkesi" çevresine toplar.

AKP bunu yaptı ve büyük çoğunluğu çevresine topladı.

Şimdi CHP "herkes" diyebilirse, herkesin hakkına sahip çıkabilirse, devletin değil de vatandaşın partisi olursa, barış sözü verirse, bütün ezilenleri koruyacak bir anayasa ortaya koyabilirse, devletin "suç örgütü" olan Ergenekon'dan vazgeçebilirse, Kürdü, Türkü, Aleviyi, Sünniyi birbirinden ayırt etmeden savunabilirse, "kimsenin tek başına özgür olamayacağını" anlayıp herkes için özgürlüğü savunabilirse iktidarın yolunu açabilir.

Bunu yapabilir mi?

AKP yöneticilerinin Erbakan çizgisinden ayrılıp Avrupa Birliği çizgisine gelirken gösterdikleri büyük cesareti göstermesi, büyük bir riski göze alabilmesi lazım.

AKP'nin Erdoğan gibi vizyon sahibi karizmatik bir lideri ve cesur bir ekibi vardı.

Kılıçdaroğlu, Erdoğan kadar cesur davranabilir mi?

Çevresi AKP yöneticileri kadar kararlılıkla yürüyebilir mi?

Yürüyebilirlerse iktidara giderler, yürüyemezlerse "yürümeyi" becerenleri seyrederek ağır ağır kenara çekilirler.

Ahmet Altan / Taraf