"KEŞKE YAŞANMASAYDI!.." ERTUĞRUL ÖZKÖK TÜRKİYE'DE YAŞANAN HANGİ OLAYLAR İÇİN BU SÖZÜ SÖYLEDİ?
Hürriyet gazetesi Genel Yayın Eski Yönetmeni Ertuğrul Özkök Türkiye'de hangi olaylar için "keşke yaşanmasaydı" dedi?
1996 yılının soğuk bir akşamı, Türk Silahlı Kuvvetleri´nin İstanbul´da görevli bir yetkilisi saat 21 sularında bir telefon aldı.
Telefondaki ses, "Yarın sabah Ankara´da kuvvet karargâhında bulunun" diyordu.
Askeri yetkili "Mesele nedir" diye sorunca, karşıdaki kişi "Telefonda söyleyemem" dedi.
İstanbul´daki askeri yetkili, muhafazakâr dünya görüşü ile bilinen bir kişiydi.
Bu saatte böyle bir davetin, "askerlikle ilişkisinin kesileceği" anlamına geldiğini biliyordu.
28 Şubat döneminin keskin günleriydi.
İşine son verileceği duygusuyla Mavi Tren´e bindi ve Ankara´ya hareket etti.
Evden çıkarken eşine, "Yarın sabah saat 9´a kadar telefon etmezsem, çocukları al ve lojmandan ayrıl" dedi.
Ankara´da kendisini bir amiralin odasına götürdüler.
Amiral, "Seni Kuvvet Komutanımız Güven Erkaya´nın emriyle buraya çağırdık" dedi.
O dönemde Güven Erkaya adı her şeyi anlatmaya yeterdi.
Silahlı Kuvvetler´in laiklik konusundaki en sert ve tepki veren komutanıydı.
Başbakanlık konutunda kendisine içki servisi yasağını "Bana bir kadeh rakı getir oğlum" diyerek delen komutandı.
Ancak Amiral, beklediğinin aksine sıcak bir sesle konuşmaya devam etti:
"Sen belki bu gelişi kötüye yormuşsundur, istersen önce aileni telefonla ara, sonra konuşalım".
İstanbul´dan gelen yetkili, "Teşekkür ederim komutanım ama önce konuyu öğrenmek istiyorum" dedi.
Konu çok gizli bir devlet meselesidir.
"Sen eski yazıyı biliyor ve tarihi araştırmalar yapıyorsun. Ege Denizi´nde bir şilebimiz Kardak isimli bir adaya oturmuş. Yunan hücumbotları da müdahalede bulunmuşlar. Adanın kara sularımızda bulunup bulunmadığını ve mülkiyetinin kime ait olduğunu araştırman için seni buraya çağırdık. İşte mesele budur."
İstanbul´dan gelen ve eski yazı bilen bu askeri yetkili, Ankara´ya ilk ayak bastığında, Kardak olayı henüz basında patlamış değildir.
Olay basına iki gün sonra yansıyacaktır.
Askeri yetkili rahatlar, dışarı çıkıp bir sigara içip, eşini arar ve rahatlatır.
Sonra Genelkurmay´ın eski yazılı bütün belgeleri bu yetkiliye açılır ve Kardak´ın uluslararası statüsü ile ilgili derin bir çalışmaya başlar.
Bulunan bilgi ve belgeler bazen gece yarısı bile Güven Erkaya´ya iletilir.
Daha sonra İstanbul´da Osmanlı arşivlerine girer.
Bu belgeleri incelerken, "Üç hilal" damgalı son derece gizli belgelere de ulaşır.
O belgelerde gördüğü şeylerin, o güne kadar bildiği şeylerden çok farklı olduğunu fark eder.
Ama "Bunları unutması gerektiğine" inanır.
Kardak´la ilgili bulduğu her şey, özel kuryelerle Ankara´ya gönderilir.
Bütün bu incelemeleri yapan askeri yetkili, not defterine şunu düşecekti:
"Güven Erkaya´nın Kardak konusundaki milliyetçi tutumuna hayran kaldım".
Bu olayı yaşayan askeri yetkili, İskender Pala´ydı.
İskender Pala, iyi bir bilim insanıydı ve askeri okulda ders veriyordu.
Bu olaydan 11 ay sonra, 11 Aralık 1996 günü YAŞ kararı ile ordudan ihraç edildi.
İskender Pala o günlere ait hatıralarını bir kitap haline getirdi ve bu kitap bu hafta başında yayınlandı.
Nehrin başında oturan insanlar bazen ilginç tesadüflerle karşılaşır.
Hatta bunlara ilginç değil, "İlahi tesadüfler" bile denilebilir.
Önceki akşam, Hürriyet´in taşra baskısı geldiğinde, elimde yukardaki kitap vardı.
Hürriyet´in manşeti, "Keşke yaşanmasaydı..." diyordu.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Başbakan´ın eşinin GATA´ya alınmaması ile ilgili duygusunu bu cümleyle dile getiriyordu.
Kitabın kapağını açtım, girişindeki ilk cümle şuydu:
"Keşke yaşanmasaydı..."
28 Şubat döneminde ordudan uzaklaştırılan bir asker ile onu uzaklaştıran ordunun şimdi başında olan komutan, aşağı yukarı aynı gün, "Keşke yaşanmasaydı" diyordu.
Bugün olup bitenlere, Ergenekon davası adı altında bazı kişilere yapılan haksızlıklara baktığımda, ilerde bazı insanların ağzından, bu cümleyi daha epey işiteceğimizi hissediyorum.
Ama bir ülkede, bir dönemin mağduru ile bir dönemin mağruru, "Keşke yaşanmasaydı" cümlesini aynı gün telaffuz ediyorsa, bu cümle umut verici bir slogana dönüşebilir.
Yaşadığımız son yıllar bize şunu gösterdi.
"Mağrurluk" ve "mağdurluk"; "mezalim" ile "zulüm" bazen 5-6 yıl içinde yer değiştirebiliyor.
Her ikisinin de olmaması için böyle kitapları okumak lazım.
İskender Pala; "İki Darbe Arasında", Kapı Yayınları, 2010 (İlginç not: İskender Pala´nın ordudan atılmasındaki YAŞ kararında imzası bulunan Oramiral Güven Erkaya, emekli olduktan sonra Boğaz´daki uyarı sistemlerinin kurulmasıyla görevlendirilmişti. O sırada İskender Pala´ya iş teklif etmiş. Ama o kabul etmemiş.)
Ertuğrul Özkök/Hürriyet