"KENDİ İŞİMDE SERVET YAPARDIM!.." SÜREYYA CİLİV'DEN ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR!..

Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, "Beni heyecanlandıran üç tane T var: Türkiye, teknoloji ve Turkcell," diyor.

Bundan üç ay önce randevulaştık Ciliv'le ancak geçen hafta konuşmak mümkün oldu. Bir Amerika'da, bir İzmir'de, bir bakıyorsunuz Türkiye'nin bambaşka bir köşesinde. Arı gibi çalışıyor, yakalamak ne mümkün. Sonunda geçen hafta karşı karşıya geldik. İlginç biri; Türkçe'yi tane tane, yavaş konuşuyor. Önce o beni sorguya çekiyor; nereden geldim nereye gidiyorum, hangi okullarda okudum, nereliyim, hayatımdaki en büyük dönüm noktam nedir... Bir bir soruyor, anlatıyorum. Rahatlıyor, bu kez de o sorularıma cevap vermeye başlıyor. Çocuklarını anlatırken gözleri parlıyor ancak engelli kızı hakkında konuşmaktan kaçınıyor, aile fotoğrafını ısrarla istesem de sadece 'çok samimi arkadaşız' dediği oğluyla fotoğrafını veriyor. Ciliv'in başarılarla dolu hayat hikâyesi çok çok ilginç. Hırsı, iddiası, vizyonu, inancı ve özellikle baba figürü kesinlikle okumaya değer. İyi pazarlar...

- Hikâyeniz nerede, ne zaman başlıyor?
- Doğumdan başlayayım... 1958 Zonguldak doğumluyum. Babam inşaat mühendisiydi. Zonguldak'a yakın, Çatalağzı santralında çalışıyordu o sıralar. Çok gezdim ben, ilkokulu yedi ayrı okulda okudum. İlkokul üçüncü sınıftayken annem ve babam ayrıldı. Benden iki yaş küçük bir erkek, bir de kız kardeşim var. Babaanne ve halamızla büyüdük Ankara'da.

- Baba ve anneden uzakta mıydınız hep?
- Evet, yatılı okudum ben. Ankara Koleji'ni de kazanmıştım ama babam Kadıköy Maarif Koleji'ne gitmemi istedi. Annem de İstanbul'da olduğu için işime geldi.

- Size neler kattı yatılı okumak?
- Hazırlık sınıfından lise sona kadar çocuklar var etrafınızda; siz onların arasında, ezilmeden yaşamayı, problemlerinizi kendi başınıza çözmeyi öğreniyorsunuz.

- Nasıl bir öğrenciydiniz siz?
- Hatırlıyorum, ortaokul 1'de matematikten 10 üstünden 6 almıştım. Biliyordum bu not babamı memnun etmeyecek! Sorduğunda "Birinci sınıfın en yüksek ikinci notunu aldım," dedim. Babam cingöz ve çok takipçi biri olduğu için tekrar sordu kaç aldığımı, duyunca da "Utanmıyor musun, bir de övünüyorsun," diye çok kızdı. O önemli bir andı benim için; o günden sonra matematiğe çok önem verdim, hafta sonları verilen ödevleri daha dikkatli yaptım ve ortaokul 3'te TÜBİTAK'ta Türkiye üçüncüsü oldum matematik dalında.

- Baba ve anne figüründen hangisi etkiliydi üzerinizde?
- İkisinin de güçlü tarafları vardı. Annem iyilik dolu, hiçbir materyalist tarafı olmayan, çok duygusal, çok dürüst biriydi.

- Baba daha mı katı?
- O çok hesap yapan, işini sağlama alan, çalışmaya düşkün biriydi. İkisinden de değişik yönler aldım.

- Anne-baba ayrı olunca ve yatılı okuyunca, daha mı katılaşıyor insan?
- Burada genelleme yapmak ne kadar mümkün bilmiyorum ama ben çok duygusaldım ve anneden uzakta olmanın özlemini çok çektim, annemi hep çok özledim.

- Neden annenizin yanında kalamadınız?
- Mahkeme öyle karar verdi, bizim seçimimiz değildi. Hafta sonları hep annemin yanına çıkıyordum.

- Peki anneye ve babaya karşı öfke duydunuz mu boşandıkları için?
- İnanın çok küçüktük, öfke falan duymadık ama çok üzülüyorduk. Bir yerde de şanslıydık; halam profesör doktordu, bize çok destek oldu, yetiştirdi bizi. Bardağın dolu tarafından bakmak, eksik tarafa fazla odaklanmamak lazım.

- Babanız eğitim odaklı, ısrarcı biri anladığım kadarıyla. Bütün seçimlerinizi o mu yaptı?
- Kadıköy Maarif Koleji'nden sonra Ankara Fen Lisesi'ni kazandım. Açıkçası babamın ısrarlarıyla gittim oraya da. Büyük direnç gösterdim çünkü keyfim yerindeydi, basket takımındaydım, çok iyi arkadaşlarım vardı, anneme yakınım... Ve o zamanlar bana göre 'inek' öğrencilerin gittiği bir okula gitmek istememiştim. Babamı ikna etmek için de her şeyi denedim. Ancak inisiyatifi bana vermedi, zorla götürdü beni ve çok da iyi yaptı!

- Affınıza sığınarak soracağım, inek bir öğrenci miydiniz?
- O kadar yıllık öğrencilik hayatımda kimse bana inek demedi açıkçası! (gülüyor) Çünkü benim düşük not aldığım dersler de vardı, hiç kafayı takmazdım. Fakat önemli gördüğüm derslerde de en iyisini yapmak için kendimle yarışırdım. Spora ve arkadaşlığa çok önem verdim.

- Üniversite seçimini nasıl yaptınız?
- İlk tercihim ODTÜ elektronikti, kazandım. Tabii okul çok karışıktı, sağcılık solculuk kavgaları bir türlü bitmeyince, en son okul sekiz ay kapatılınca yurtdışına gitmeye karar verdim. Burs imtihanlarına girdim, kazandım ve Amerika'da okumaya hak kazandım.

- Ve Amerika günleri...
- Amerika'daki bursum endüstri ve işletme mühendisliğiydi. Fakat kafamda hep 'elektronik' vardı. Teknoloji, bilgisayarlar dünyaya hakim olacaktı, görüyordum. O yüzden Michigan Üniversitesi'nde 3 buçuk senede iki diploma aldım. Okulun kafeteryasında çalıştım, zengin çocuklarının 'onu getir, bunu götür' demesi ağırıma gidiyordu açıkçası, itiraf etmeliyim ki...

- Hikâyenize baktığımda çok hırslı biri duruyor karşımda, doğru mu?
- Evet, hırslıyım. Yani daha iyisini yapmak için, en iyisini yapmak için içimde bir ateş, arzu var. Ama bu her konuda böyle değil. Kendi seçtiğim konular için böyle.

OkUL DEĞİL ÖĞRENMEYE HEVES VAR MI O ÖNEMLİ!
- Harvard'da okumayan, Amerika'da eğitim görmeyen insanların CEO olması imkansız mı?
- İşin gerçeği, ben Harvard'da okuduğum şeyleri 25 sene geride bıraktım. Sen öğrenmeye hevesli misin, o önemli. Bu çalışma azmi, vizyon, bir konu hakkında derin bilgi sahibi olma, insan ilişkileri, yani sağlam bir temelin olmasıyla ilgili. Bill Gates'in de diploması yok.



Sabah/ŞİRİN SEVER