''KALEM SAHİPLERİ DE SORGULANACAKTIR!'' MEDYA POLEMİKLERİNE AYETLİ YORUM!

Hürriyet gazetesinde Cuma günleri yazan ekranların en çok izlenen ilahiyatçısı Nihat Hatipoğlu bugün medya dünyasındaki üslubu yazdı.

‘Medyadaki üslup’ üzerine


MEDYADA zaman zaman bazı kişilere yönelik sert ve karalayıcı yazılar çıkıyor.

Kalem sahipleri de sorgulanacaktır

Bazen bu yazılar karşılıklı yazışmalara dönüyor ve insanların onur ve hassasiyetlerini zedeleyecek noktalara kadar uzanabiliyor. Bazen de bu yazılar cevap verebilme -veya eşit şekilde cevap verebilme- imkânı olmayan kişilere yönelik de olabilmektedir. Bazen bu tür yazıları yazanların kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Bazen de hakikaten onurlu kalemlerin yazdıkları onurlu ve ölçülü tenkitlere şahit oluyoruz.

Peki tenkit etmenin, aleyhte yazmanın, kınamanın, eleştirmenin bir ölçüsü var mı? İslam’ın buna dair söylediği şeyler var mı? Bunun bir sınırının olması gerekiyor mu? Yoksa herkesin söylediği ve yazdığı yanında kâr mı kalmalı. Çamur at, tutmasa da izi kalır mantığının uhrevi yönü var mı? Bu yazımızda bu konuyu ele alalım istedim. Böylece bu konuyu ele almamı isteyen birçok okuyucumun da isteğini yerine getirmiş oluyorum.

* * *

Zaman olur birilerini eleştiririz. Eleştirirken kendimizi haklı göstermek için de muhatabımızın varsa kötü yönlerini gösteririz. Varsa zafiyetlerini deşifre ederiz. Yoksa kendi kendimize icat ederiz. Çünkü hedefimiz bu insanı istiskal edip -hafife alıp- devreden çıkarmaktır. Peki muhatabımız ne yapmaktadır. Muhatabımız için genellikle iki seçenek vardır. Ya cevap vermeye çabalayarak bizim seviyemize iner veya çıkar veya suskun kalarak bizi kendi halimizle baş başa bırakır. Yani muhatap olmaz. İki durumda da kişilikler zedelenir ve dedikodu, haset, gıybet ve iftiraya kadar uzanacak bir koridorun yolu açılır.

Kuran-ı Kerim; “Onlarla en güzel şekilde tartış” (Nahl, 125) ayetiyle bu gibi hallerde takip edilecek üslubun zarafetine işaret eder. Bu ayet adım atacak olanların takip edeceği yönteme dair bir ipucu taşır.

* * *

Fakat diğer bir açıdan da Hz. Adem’in çocuklarından mazlum olanının tavrına dikkati çeker. Bildiğiniz gibi Hz. Adem’in iki oğlundan birinin Yüce Allah’a sunduğu kurban kabul edilmemiş, ötekinin ise kabul edilmiştir. Kurbanı kabul edilmeyen Kabil kardeşini tehdit ederek şöyle demişti: “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim.” Habil ise saldırgan kardeşine şöyle cevap verdi: “Andolsun sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın.” (Maide, 27-28)

Kuran-ı Kerim bu yolu da meşru bir yol olarak sunmuştur. Yani saldırgan olan, sana iftira atan, sana sataşana Hz. Adem’in oğlu gibi tavır alabilirsin. Onu kendi ateşiyle ve nefretiyle baş başa bırakabilirsin. Çünkü eğer bu saldırı ve eleştiri haset duygusundan kaynaklanmışsa zaten hasetçinin ateşi kendi kendini tüketecektir.
Dünyevi bir ikbal -beklenti- niyetiyle size saldırıyorsa sonuç alması zaten mümkün olmayacaktır. Çünkü sonuç alması Sünnetullah’a -Allah’ın genel kurallarına- aykırı olacaktır. Yok eleştirilerinde haklı ise -sövgü, hakaret, izzete ve iffete hakaret hariç- zaten siz susmak ve ders almak zorundasınız. Muhatabınız iftira atıyorsa, o iftiralar ona döner.

Diğer açıdan Kuran-ı Kerim her organın, sözün, dilin, kalbin hatta kalem tutan elin bile sorumlu olduğunu deklare ediyor. “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 36)

Mahşer âleminin kodlarını veren ayetler, kişinin başkasının değil, herkesin kendi hatalarına bakmasını emreder. Art arda gelen ayetler ‘tenkit ve karalama hastalarının’ kendilerine dönmelerini ister. Kuran söyler ki dinlensin. Kuran konuşur ki ibret alınsın. Tabii ibret alacak veya dinleyebilecek organlarını henüz yitirmemiş olanlaradır Kitabın bu çağrısı.

“Bugün her can kazandığıyla karşılık görür.

Bugün asla zulüm yoktur.”(Mü’min, 17)

“Sen yalnız kendinden sorumlusun.” (Nisa, 84)

“Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.” (En’am, 164)

Peki herkes kendinden sorumludur da “Emr-i bil maruf, nehy-i ani’l münker -iyiliğe teşvik, kötülükten sakındırmak-” görevi yapılmayacak mı? Elbette yapılacak, yapılacak da bugün medyada onlarca örneğini gördüğümüz yazılar, saldırılar, karalamalar, bu mantıkla mı yapılıyor? Yoksa; düşmanımı(!), rakibimi, sevmediğimi nasıl yaralayabilirsem öyle yaralayayım. Hiçbir ahlaki ilke önemli değil, önemli olan rakibimin, düşmanımın, sevmediğimin piyasadan silinmesidir. Eleştiriler ve saldırılar bu mantıkla mı yapılmaktadır. Maalesef büyük çoğunluğu bu mantıkla yapılmaktadır.

* * *

Kuran-ı Kerim ‘söz’den bahseder. İyi ve çirkin sözden. İyiyi söyleyen iyilik sahibidir, kötüyü söyleyen de kötülük sahibidir. Belki söz, sahibinin adresini de beraberinde taşır. Onun için söz söylendiği gün orada kalmaz, ahrete doğru yürümeye devam eder. Kuran sözü şöyle sınıflandırıyor:

“Kavlun Ma’ruf; Güzel söz.” (47/21) “Kavlen Sedid: Dosdoğru söz.” (4/9)

“Kavlu’l Ahsen: En güzel söz.” (17/53) “Ahsenül hadis: Sözün en güzeli.” (31/6)

“Kavlu’-Sabit: Oturaklı, tutarlı söz.” (14/27) “Kalven meysur: Hoş, tatlı, güzel olan söz.” (17/28)

“Kalven Beliğ: Tesirli, etkili söz.” (14/63) “Kavle’l-İsm: Günaha düşüren söz.” (5/63)

“Lehve’l hadis: Laf eğlencesi.” (31/6)

Dikkat ederseniz, Kuran’ın sergilediği bu tanımlamalarda iyi söz, kötü söz kavramından çok daha fazla yer alıyor. Kuran söz sahiplerine böyle diyor: Güzel söz varken, çirkin söz sizin neyinize!

* * *

İslam tarihi İbni Hacer ve Ayni (iki hadis âlimi) arasındaki tartışmaları, Ebu Zür’a’nın Buhariye eleştirilerini, Hatib Bağdadi’nin muarızlarıyla yazışmalarını (vs.) bizlere haber veriyor. Tarih bunların binlerce örneğiyle doludur. Son derece edep dolu, iffet dolu, ilim dolu, haysiyet dolu, nezaket dolu, zarafet dolu tenkitler. Muarızını yok etmeye, lekelemeye, çabalayan değil, haset ve art niyetten arınmış tertemiz tartışmalar. En azından ilim adamından ilim adamına tenkitler. Kalemini oynatırken günün birinde Allah bana bunu sorar diyen zarif insanların tenkitleri. Sözünde iman, takva, onur olan tenkitler. Haset, gıybet ve basitlikten arınmış tenkitler...

* * *

Dilerim medyamızda, siyaset dünyamızda, spor dünyamızda, ilim erbabı arasında, sanat çevresinde, yazarlarımız arasında, vatandaşlarımız arasında böyle güzel, seviyeli, ölçülü, zedelemeyen, utandırmayan, onur kırmayan tartışma anlayışı kendine zemin bulabilir. Dilerim tenkit etme, eleştirme ile sövme ve hakaret arasındaki belirgin çizgiyi kaybetmeyiz.

SORALIM - ÖĞRENELİM

- Düğünde takılan takılar kimlere kalır? / AYSEL HAKYEMEZ / URFA
Bunu genellikle örf belirler. Daha çok şöyle de hesap ediliyor: Nişan ve düğünde gelen takılar kadına mehir olsun deniliyor. Bu böyle konuşulunca da gelen bütün takılar kadına kalmış olur. Ama böyle bir konuşma yoksa kadının evine gelen kadına, erkeğin evine gelen de erkeğe kalmış olabilir. Dediğim gibi, burada örf, gelenek ve nikâh öncesindeki karşılıklı konuşmalar belirleyici olur.

- Eşler babalarının maaşını almak için formaliteden boşanıyorlar. Bu boşanma geçerli midir? Alınan paranın durumu nedir? / MELİH TOK / TRABZON
Bu boşanma dinen geçerli olur. Bu iş devleti kandırmaktır ve alınan para haramdır.

Nihat Hatipoğlu/Hürriyet