KADIN ADLİYE MUHABİRLERİ İÇLERİNİ İCLAL AYDIN'A DÖKTÜ!
Kadın adliye muhabirİ olmak ‘Adliye 5'te kapanıyor bizim ise saatimiz yok'
Türk basınının bugünkü gidişini belirleyen önemli yayın yönetmenlerinin bir kısmı adliye muhabirliğinden yetişmiştir. Adliye muhabirliği sadece iyi gazeteci değil iyi edebiyatçı ve dayanıklı insan çıkarır diye düşünüyorum. Sultanahmet Adliyesi’nin muhabirleri işlerinin zorluğunun tersine beklenmedik güzellikte, gencecik hanımlar...
Arkadaşlarım adliyede olduğumu duyunca hayırdır diyerek geldiler yanıma. ‘Hadi bir çay içelim’ derken sohbetimiz röportaja dönüştü. İzinlerini aldım, sizinle de paylaşmak istedim. Yaşları 23 ila 32 arasında bu üç genç kadın, bakın neler anlattılar...
* Burada nasıl çalışıyorsunuz?
Adliyede bir basın odamız var, tüm gazetecilerin kullanabildiği. Burası bizim haber kaynağımız. Her sabah geldiğimizde eşyalarımızı koyuyoruz ve dağılıyoruz. Hâkiminden, savcısından, memurundan yani her yerden haber bulmaya çalışıyoruz. Genelde 3. sayfa haberi olarak görülüyor ama bizim yaptığımız haber manşete de giriyor, ekonomiye de giriyor, bazen magazine de giriyor. Mahkeme salonlarındaki kapılarda listeler asılı. Tek tek o listeleri geziyoruz. Mahkemenin konusu ne? Davacı, davalılar veya tanıklar kimler diye... Bazen mahkemelere de giriyoruz. Tek tek notlar alıyoruz. Başlıklarını atıyoruz.
* Gazeteyi hiç görmüyorsunuz yani?
Haftanın bir günü cumartesi veya pazar günü dönüşümlü olarak gidiyoruz tabii. Yine orada yazacaklarımızı yazıyoruz veya başka işlere gönderiliyoruz.
* Mesela kaçta biter işiniz burada?
Aslında adliye saat 5’te kapanıyor ama bizim işimiz o saatte bitmiyor tabii ki. Bazen gece geç saatlere kadar çalışıyoruz.
* Haber atlatma gibi bir şey var mı?
Burası savaş alanı gibi bir yer aslında... Rekabet var ama tatlı bir rekabet var... Hepimiz birbirimizi seviyor sayıyoruz ama işimiz gereği yapmamız gereken şeyler de var tabii ki.
* Özel haberi nasıl yakalarsınız?
Haber kaynaklarımız vardır. Sadece bana söyler veya ben bir işi takip ediyorumdur, diğer arkadaşlarım takip etmiyordur ben yazarım o özel haber olur. Bu herkesten olabilir... Haber kaynağına bağlı.
* Moraliniz bozulmuyor mu?
Bazı olaylarda çok üzüldüğümüz oluyor ama olayın içine girmemeye çalışıyoruz. Empati kurduğunuzda olmuyor maalesef. Gazeteci olduğumuzu sürekli kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Ortada ne kadar duygusallık olursa olsun, mümkün olduğunca soğuk kalıp olayı ne olduysa öyle yansıtmaya çalışıyoruz. Günlerce etkisinden kurtulamadığımız şeyler de oluyor tabii.
* Psikolojik yardım veya terapi desteği alıyor musunuz?
Terapi veya psikolojik bir destek almıyoruz. Kendi aramızda değerlendiriyoruz konuları genellikle, bir nevi kendi terapimizi kendimiz yapıyoruz...
* Adliye muhabirliği için gazeteciliğin asıl yeri derler değil mi?
Yaşar Kemal, Sait Faik gibi edebiyatın en önemli isimleri buralardan geçmiş isimler. Gazetecilerin de buradan geçmesi, çalışmaları vizyonları için oldukça artı bir değer. Hayatın çok farklı alanlarını görüyorsunuz burada. Birbirini öldürmekle iş bitmiyor. Hiç yaşamadığınız veya ailenizde hiç görmediğiniz yaklaşımları burada görüyorsunuz. Hayata daha gerçekçi bakıyorsunuz. Başka bir yerde yazı da yazabiliriz aslında veya başka işlerde de görev alabiliriz ama burası hayatın gerçeği... Belki kötü gerçeği ama yine de ta kendisi... Karanlık yüzü diyelim en doğrusu.
* Geleceğe dair planınız ne?
Terfi olarak ne olur bilmiyorum ama, merkeze geçer yine haber kaynaklarınızdan haber almaya devam edersiniz, hukuksal konuları size danışırlar. Avrupa’da bu böyle olmuyor tabii. İyi muhabir olmak çok önemli. Biz de biraz hazırcılık var sanıyorum ki. Ben iki döneme de şahit oldum. Daktilo ile yazılan ve faksla merkeze iletilen gazeteciklikten dizüstü bilgisayarlarla yapılan gazeteciliğe kadar hepsine şahit oldum. Eskilerde daha fazla emek ve araştırma vardı. Şimdilerde biraz kopyacılık var diye düşünüyorum. Sabit olarak 6 kişiyiz ama önemli davalara göre sayımız artıyor. 3 erkek muhabir arkadaşımız daha var.
Garipoğlu’nu izlerken gözlerim doldu, dondum!
DHA adliye muhabiri Serpil Kırkesen: Bazen mahkemelere de giriyoruz. Sanık anlatırken film izliyor gibi oluyoruz. Sanığa hakaretler, saldırma olayları vs. de oluyor. Mesela Cem Garipoğlu davasında çok kötü hissettim kendimi. Sanki o an orada değilim de film izliyor gibiydim. Olayı idrak edemedim. Dondum kaldım. Polisler, jandarmalar Cem Garipoğlu’nu çıkarırlarken, gazeteci olduğumu unuttum, gözlerim doldu, dondum kaldım... Daha sonra yanımdaki arkadaşlar konuşmaya başlayınca ben şu an duruşmadayım diyip kendime geldim. Bir televizyondan izlemek var, bir de yakından, o anlatırken tanık olmak var. Çocuğa bakıyorsunuz bunları nasıl yaptı diye soruyorsunuz kendinize. Öyle bir anlatıyor ki bu çocuk bu cinayeti işlememiştir diyorsunuz...
İclal AYDIN / VATAN