Efendim, Türkiye provokasyonlar açısından hayli “Mümbit” bir topraktır. Öncesi de var ama bilhassa Cumhuriyet döneminin 50’li yıllarından itibaren bu alışkanlık ivme kazanmıştır. Dahası bir siyaseti ve kamuoyunu yönlendirme aracı olarak kurumlaşmış, hemen her dönem cari bir yöntem olarak yürürlükte kalmıştır. Acı ama gerçek budur. Kimin ne planlar yaptığı ise meçhuldür!..
Bu konuda “Türkiye Komplolar ve Provokasyonlar Tarihi” başlıklı bir de kitabı olan, konuyu etraflıca incelemiş bir yazar olarak söyleyebilirim ki, hemen her dönem ama en çok da tarihsel kırılma anlarında, kriz veya olağanüstü durumlarda, toplumsal kutuplaşmanın zirve yaptığı, siyasetin dizayn edilmek istendiği, toplumun yönlendirilmeye çalışıldığı anlarda gündeme getirilmişlerdir. Maalesef derinde veya satıhta birtakım odaklar provokasyonları “işlevsel” bulmuşlar ve adeta bir “huy” haline getirmişlerdir. Bugünde benzeri bir dönemden geçmekteyiz.
Provokasyon Süreci İçin Düğmeye mi Basıldı?..
İşte tam bu noktada İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı’nın kurşunlanması vakası tam da böylesi kritik bir sürecin üzerine geldi. Ülkede tam seçim kararı alınmış, taraflar kesin bir şekilde ikiye ayrılmış (“Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” şeklinde) , kesimler arasındaki negatif düşünce ve tanımlar tavan yapmıştır. Dolayısıyla karşılıklı güvensizliğin had safhaya ulaştığı bir ortamda söz konusu olay kaçınılmaz olarak birtakım iddiaları da beraberinde getirmiştir.
Lakin söz konusu olaya dair belli ölçülerde kuşku duymak da normaldi. Normaldi çünkü her tür provokasyonun ya da algısının “psikolojik zemini” zaten hazırdı ve taraflar bu noktada “aşırı hassas” haldeydiler. İlaveten Türkiye’de bu tür odaklar her zaman olmuştu ve çok sarsıcı hadiselere imza atmışlardı. Üstelik sürecin karakteri buna çok uygundu. Bu anlamda “Birileri acaba provokasyon düğmesine mi bastı?” sorusu çok da acayip kaçmıyordu.
Olay ister provokasyon olsun ister sıradan bir olay ortam itibarıyla zaten böyle algılanmaya açıktı.(Uzun tartışmasına girmeyeceğim ama maalesef bu kelime çok sık ve gelişigüzel kullanılır oldu.) Terimin dar yani “kışkırtma” anlamıyla insanlar şu veya bu yönde kışkırtılmaya çok müsait haldeydiler. O yüzden bazı şeyleri köpürtecek beyanlardan uzak durmak gerek!..
Gerilim Dili Zan Altında Bırakır!..
Ancak iş bu kadarla kalsa gene iyiydi. Son günlerde gerilen siyasetin dili oldukça sertleşmiş, karşılıklı suçlama ve ithamlar ağırlaşmıştı. Bu olay üzerinde ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Meral Akşener arasında ilaveten bir atışma yaşanmaktaydı. Bu anlamda siyasetin dili zaten kendiliğinden provokasyonlara ortam hazırlamaktadır. O kadar ki “İtidal” çağrıları boşunaydı!
Son olayda ise sınırlar iyice aşılmışa benziyordu. Erdoğan ile Akşener arasında Hatay’ın Defne ilçesindeki temel atma töreni nedeni ile başlayan tartışma buralara kadar gelecekti. Akşener'in, “Boş araziye beton döküp, ‘Hastane temeli atıyoruz’ diye Türkiye’ye yutturmaya kalktılar” demesi üzerine Erdoğan’da “Biz bir şeye yapıyoruz dersek biz bunu yaparız Meral Hanım. Bizim adımıza dikkat et. Benim adım Tayyip, soyadım da Erdoğan. Konuşurken buna göre konuş. Beni kendinle uğraştırma” yanıtını verecekti.
Erdoğan’ın bu sözlerine ise Akşener, Adıyaman’dan cevap vererek “Sayın Erdoğan da beni iyi tanır ki ben bugüne kadar hiçbir tehdide pabuç bırakmadım. Demirden korksak trene binmezdik. Dolayısıyla ben buradayım, adresim belli, evimi bastınız, partimin adresi belli. Çantam elimde, benim için Silivri soğuk değil, buyurun Recep Bey. Ama bu sinire gerek yok. Ben sana tavsiye edeyim, papatya çayına devam.”
Burada garip olan şuydu ki siyasetçiler birbirine karşı kullandığı dille provokasyonlara zemin hazırlamaktaydı. Son derece sorumlu ve dikkatli davranması gereken makam ve kişiler negatif beyanatlarıyla ölçüyü kaçırabilmekteydiler. Unutulmamalı ki mevcut gerilim dili siyasetçilerin kendilerini de zora sokup, zan altında bırakabilecek bir özelliğe sahiptir. Fakat ne fayda!..
Gerçekten Basit bir “Hırsızlık” mı?
Bu sözler ortamı hepten gererken ve Akşener tarafından “tehdit” olarak algılanırken kurşunlama olayına gelindi. İl Binası’na adeta koşarak gelen Akşener ise doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’ı suçlayacak ve “Recep Bey! Tehditlerini vazife bilerek üzerimize gelen kurşunları çek; eğer geleceksen, sen gel… Beni korkutacak adam anasının karnından doğmadı” diye meydan okuyacaktı.
Olayın ardından İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada olayın basit bir “hırsızlık olayı” olduğu açıklanacaktı. Buna göre inşaattaki Bekçi M.E. kaçan hırsızların arkasından ateş etmiş ve kurşunlar yanlışlıkla il binasına isabet etmişti.
Herkesin Provokasyonu Kendine!..
Ancak öyle anlaşılıyor ki kimse yapılan resmi açıklamalarla tatmin olmayacak, kuşkular ve soru işaretleri artacaktı. Bir kesimde zaten uzunca bir süredir böylesi bir halet-i ruhiye hakimdi. Seçim kararı öncesi “Seçime gitmeyecekler” şeklinde seyreden bu duygu şimdilerde ise “Seçim yaptırmamak için provokasyon ve benzeri hadiseleri tırmandıracaklar” şekline büründü. Son olay bu kanaati daha da pekiştirecekti.
İşin ilginci olaya dair her iki taraf da “Provokasyon” tanımı yapabilmektedir. Tabii ki kendi “cephesi”nden elbette. Diğer bir tabirle birinin ayağına diken batsa diğerinden bilmektedir. Böylesi bir ortamda bırakın “objektif” davranmayı asgari ölçüde “soğukkanlı” davranabilmenin şartları iyice daralmaktadır. Provokasyonların yorumlaması da tarafların “algısı”na yahut “işine öyle gelmesi”ne göre değişebilmektedir!
Dört İhtimalli Bir Denklem!..
Şunu biliyorum ki; siz ne derseniz deyin insanlar zaten peşinen edindikleri kanaatlerini kolay terk etmiyorlar. Bu olayda da taraflar baştan ne düşünüyorlarsa muhtemel ki devamında da aynı saplantılı şekilde düşüneceklerdir. “Klişeler” mevcut “zihinsel konfor”larına daha çok hitap ediyor…
Ve zaten toplum öyle bir hale gelmiş veya getirilmişti ki, herkes görmek istediğini görür, duymak istediğini duyar hale gelmişti. Herkes bir olayda kendini ve tarafını destekleyecek, haklı çıkartacak doneler arar ve işin tuhafı bulur olmuştu. Kendi kanaatlerini desteklemeyen her bakışa karşı kör ve sağırdılar! O yüzden her zaman yapmaya çalıştığım gibi onlara bir bakışı dayatmadan aralarında kendi seçimlerini yapabilmeleri için “İhtimalleri” sıralamaya çalışacağım:
1) Olay Provokasyondur: Hükümet ve ona bağlı güçlerce muhalefeti sindirmek, korkutmak, için tehdit amaçlı yapılmıştır. “Kaos planı”nın bir parçasıdır.
2) Olay Provokasyondur: Ancak hükümeti zor durumda bırakmak ve kendilerini de “Mağdur” durumda göstermek isteyen muhalefetin bir kurgusu, “senaryosu”dur. Hükümet zararlı çıkmış, zan altında kalmıştır.
3) Olay “Adi”dir: Olay Emniyetin açıkladığı gibi basit bir “hırsızlık” olayıdır. Yanlışlıkla veya “tesadüfen” (?) mermiler il binasına isabet etmiştir. Olayın faili bekçi M.E.’dir. (Burada halen bazı boşluklar var gibi. Umarım acilen kapatılır. Birincisi bu kişi kimdir, bağlantıları nedir? Silah kullanmayı bilmemekte midir. Eğitim almamıştır? Hırsızları veya birini vurabilirdi. Niçin havaya ateş etmemiştir? Bu olaya dair hırsızların kaçarken kamera görüntüleri var mıdır? Hırsızlar kimdir? Onların bağlantıları nedir? Yakalanacaklar mıdır? Tabii uyduruk hırsızlar da bulunabilir o başka!)
4) Siyasetçiler ve Toplum kendini provoke etmektedir: Gerilim öyle bir hale gelmiştir ki bir “Politik paranoya” iklimi oluşmuş, herkes “Öküzün altında buzağı aramakta”dır.Bu olay da “istisna” değildir!
Tabii akla gelmeyen başka ihtimaller de olabilir o başka. Ancak sonuçta olay ister herhangi bir odağın “provokasyonu” olsun ister olmasın, ister başka bir izah bulunsun olayın kendisi kötüdür ve ne hale geldiğimizin somut bir göstergesidir. Derhal bu psikoloji, söylem ve davranış kalıbından çıkılmalıdır. İlaveten bu olay dahil olması mümkün benzeri her olay en “tarafsız” şekilde derhal aydınlatılmalı, sonuçları açıkça toplumla paylaşılmalıdır.
Aksi takdirde öyle görünüyor ki sağlıklı bir seçim süreci yaşanamaz…
01.04. 2023