İşte 10 maddede Pokemon Go çılgınlığının nedenleri!
"Beyninizdeki 'primat' devreleri böyle oyunlara bayılıyor"
Artırılmış gerçeklik teknolojisi sayesinde, sanal dünyayı gerçek hayatla birleştiren yeni trend Pokémon Go, dünya genelinde bir çılgınlık haline dönüşürken, "Nintendo'nun piyasaya sunduğu oyuna insanlar neden bu kadar ilgi duyuyor" sorusu gündemde. Popüler bilim dergisi nBeyin'in yazarlarından biyoloji uzmanı Sinan Canan, "Beyninizdeki 'primat' devreleri böyle oyunlara bayılıyor" diyor. "İnsanların önemli bir kısmı 'neofilik', yani yenilikten hoşlanıyorlar" diyen Canan, "Oynadıkça daha iyi oluyoruz ve bu da beynimizin önemli ihtiyaçlarından biri" görüşünde. "Yaratıcı fikirlerin insanların hayatta kalmasını sağlayan nedenler arasında olduğunu" söyleyen Canan, bir dönemin çok konuşulan oyunlarından Flappy Bird örneğini veriyor. Oyunun artık oynanmadığını hatırlatan Canan, "Çok yakında bu Pokemon rüzgârı da geçecek ve yerini bambaşka bir bahaneye bırakacak, orası kesin…" diyerek, nedenini şöyle açıklıyor:
"Çünkü ödül devrelerimiz çok hızlı 'uyum sağlar' ve sürekli daha fazlasını, daha fazlasını ister. İnsanın zevk ihtiyacı, doyurulması en zor olan ihtiyaçtır."
Oyunun bağımlılık yaratan nedenlerini 10 maddede sıralayan Sinan Canan'ın nBeyin dergisinde "Şimdi de Pokemonlar…" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Dijital dünya, belli aralıklarla ilgimizi çeken, moda (hatta bazen salgın) haline gelen yenilikleri bizimle tanıştırmak konusunda hiç ketum değil. En son “salgın”ımız, Pokemon Go adlı “artırılmış gerçeklik” oyunu. Henüz denemediyseniz bile çok yakında sizi de etki alanına alacak gibi gözüküyor.
Nedir bu Pokemon Go?
5 Haziran 2016’da ABD’de mobil cihaz kullanıcılarının beğenisine sunulan Pokemon Go, bir artırılmış gerçeklik (AG) oyunu. Artırılmış gerçeklik (augmented reality), kameralar ve yazılım bileşenleri aracılığıyla, gördüğümüzü dış dünyaya “aslında orada olmayan” bileşen ve bilgilerin eklenmesini sağlayan yöntemin adı. Çok yakında bilgisayar-insan etkileşiminin temel yöntemlerinden birisi olacağına kesin gözüyle bakılan AG, duyularımızı dijital bilgiyle birleştirerek muhtemelen bilgisayar kullanma biçimimizi kökten değiştirebilme potansiyeline de sahip olacak. Özellikle dijital teknolojideki her yeni fikrin önce eğlence alanında kendine yer bulduğu ve ilk orada denendiği düşünüldüğünde, tabii ki bundan ilk nasiplenen sektörün oyun sektörü olması da gayet doğal.
Pokemon Go neden bu kadar gözde?
Yayımlanmasından sonraki iki hafta içinde 7.5 milyondan fazla indirilen ve kullanıcılarını ortalama günde 47 dakika meşgul ettiği hesaplanan uygulama, modern dünyada antik ayarlarla hayatta kalmaya çalışan insan psikolojisinin bazı temel ihtiyaçlarına dair de ipuçları veriyor. Pokemon avlamayı çok seviyoruz çünkü:
Yenilik duygusu veriyor: İnsanları önemli bir kısmı “neofilik”, yani yenilikten hoşlanıyorlar. Elbette herkes aynı derecede değil, fakat özellikle teknolojik yenilikleri günü gününe takip eden, yeni çıkan her şeyi herkesten önce almak için mağazaların önüne çadır kuran aşırı uçlarda insan sayısı da pek az değil. Bu insanların beyin devrelerindeki ödül kimyasalı olan dopamin en fazla “yeni ve beklenmedik bir avantaj-imkân-eğlence” keşfettiklerinde faaliyete geçiyor. Günlük hayatınızın görüntüsü üzerine adeta canlıymış gibi bindirilen “Pokemon”ları avlamak, bu tarz beyin devreleri için karşı konulmaz bir uyarıcı işlevi yapıyor.
Sosyalleşme sağlıyor: Günümüz dijital dünyasında iletişim yöntemleri sayısız olmasına rağmen insanların daha da fazla yalnızlaştığını anlamak için bilimsel çalışmalar yapmaya gerek yok. Bu tip oyunlar aynı zamanda “diğer insanlarla” ortak bir paydada buluşarak “ait olma” ihtiyacımıza farklı bir açıdan cevap veriyor (yahut beynimiz, hiç tanımadığımız binlerce insanla parkta, sokakta, banyoda Pokemon avlamak gibi garip bir faaliyeti böyle algılamayı seviyor).
Can sıkıntısına birebir: Günümüz insanının hayatı akıl almaz ölçüde hızlandı fakat can sıkıntısı da aynı oranda bizi pençesine alıyor. Zihnini meşgul edecek dışsal bir uyaran olmadan çoğu zaman faaliyet gösteremeyen, kendine ait bir “zihinsel meşguliyeti” olmayan bir sürü insan ortaya çıkıyor. Bu tip insanlar, özellikle gençler, için böyle oyunlar, her an ve her yerde yanlarında taşıyabildikleri ve istedikleri her an kendilerini kaptırıp zamanı unutabildikleri için elbette irade dışı olarak tutkuyla tercih ediliyor.
Gerçeği “ilginçleştiriyor”: Gerçek zamanlı çevresel video görüntüleri üzerinden oynan bu tip oyunlar, gözümüzle görmeye alıştığımız ve çoğumuza çok ilginç gelmeyen “sıradan” dünyamızı birden bir “oyun alanına” çevirip daha ilginç kılabiliyor. Gerçi, mesela doğada matematiksel oranlar, fraktal geometriler, kuş gözlemciliği falan gibi “lüzumsuz” işlerle uğraşmış olanlara çok komik gelecek böyle bir gerekçe, maalesef eğitimimizde bu tip konulara ayıracak zamanımız olmadığı için gençlerimizin çoğu için geçerli. Bu “sıkıcı” ve “sıradan” gördükleri “gerçekliği” renklendirmek için bazılarına göre bundan iyi yol yok…
Gerçekle sanalı ayırt edemeyince: Beynimiz, dijital teknolojinin çıkış yeri olmasına rağmen onun birçok ürününe hazır olmayan, organik ve arkaik bir yapıdır aslında. Artırılmış gerçeklik aracılığıyla karşınızdaki görüntüye bindirilen gerçek zamanlı bilgi yahut uyaranlar, kısa bir zaman sonra beynimiz tarafından “gerçekliğin parçaları” olarak algılanmaya başlıyor. Hâlâ animasyon ve gerçek görüntüyle uyum gibi teknik kısımlar çok ilkel basamaklarda olsa da beyin için bu hiç önemli değil. Zaten onun işi, dış gerçekliği bir şekilde kurgulamak… Böyle olunca, on binlerce yıldır böyle bir şey görmemiş birçok insanın beyni, yeni gerçekliğin büyüsüne kolayca kapılıp kendini unutabiliyor.
Gezerek bulmak önemli: Pokemon Go gibi oyunlar, insanın en eski “fabrika ayarlarından” birine de özel bir mesaj veriyor gibi görünüyor. İnsanlar, on binlerce yıl önce doğdukları yer olan Doğu Afrika’dan dünyanın her yerine birkaç bin yıl içinde yayılmış, çok hareketli bir tür. Gezerek keşfetmek ve bir şeyler (ödüller, yiyecekler, barınaklar) bulmak bizim doğamızda var. Bu AG temelli oyunlar da bilgisayarlarda şimdiye kadar hareketsiz bir şekilde eğlenmeye çalışan insanlara “bedenlerini kullanma” ve “gezerek keşfetme” duygusunu geri veriyor gibi. Tabii sonuçta elimize ne geçiyor dersek, bence oraya pek fazla girmeyelim…
Pavlov-vari koşullanma: Mobil cihazınızın GPS sistemini kullanan oyun, etrafınızda “Pokemon” falan varsa, ses veya titreşimle sizi uyarıyor. Bir süre sonra, (tabii siz değil, şu oyuna kaptıran gençler var ya, onlar) adeta koşullandırılmış bir denek gibi telefondan ne zaman bir uyarı gelse beyin diğer işleri hemen geri plana atıp o aralar en büyük ödül kaynağı olarak kodladığı “Pokemon avı”na kilitleniyor. Çoğu insan farkında olmadan her uyarıda elini cebine atıp etraftaki “ödülleri” toplamaya başlıyor. Bu ödüller beyin için o kadar önemli ki o dakikalarda geleceğiniz için çok önemli bir şeyler öğrenmek, hayatınızın aşkıyla tanışmak, kimsenin aklına gelmeyecek bir fikri düşünebilmek gibi şansları, kısacası “gerçek hayatı” kaçırıyor olmanız, beynin ödül devreleri için çok önemli olmuyor artık.
Ustalaşmayı seviyoruz: Oynadıkça daha iyi oluyoruz ve bu da beynimizin önemli ihtiyaçlarından biri. Mesela bisiklet sürmeyi de benzer bir nedenle severdik bir zamanlar. Eskidendi tabii o işler…
Yaratıcılık: Yaratıcı fikirleri genellikle seviyoruz zira hayatta kalmamızı destekliyor. Dijital platformdaki bu parlak fikirlere de aynı nedenlerle bayılıyoruz, fakat bu kez bir farklılık var: Aslında biyolojik ve sosyal hayatımızı çok da iyi yönde etkilemeyen parlak fikirler bunlar. Zamanla öğreniyoruz ama, bazen çok geç olabiliyor.
Hemen şimdi, hep beraber: Flappy Bird’ü hatırlar mısınız? Peki hâlâ oynayanınız var mı? Bu devirde yenilik biraz böyle bir etkiye sahip; çıktığı anda herkesi ilgilendiriyor, çok kısa bir süre sonra neredeyse hatırlayan bile kalmıyor. Çok yakında bu Pokemon rüzgârı da geçecek ve yerini bambaşka bir bahaneye bırakacak, orası kesin… Çünkü ödül devrelerimiz çok hızlı “uyum sağlar” ve sürekli daha fazlasını, daha fazlasını ister. İnsanın zevk ihtiyacı, doyurulması en zor olan ihtiyaçtır.
Biyolojik dille özetlersek, beyninizdeki “primat” devreleri böyle oyunlara bayılıyor. Fakat “insan” devreleri, bu işte bir sorun olduğunun farkında… Hangisini dinleyeceğimiz ise artık “bize” kalıyor.
"Çünkü ödül devrelerimiz çok hızlı 'uyum sağlar' ve sürekli daha fazlasını, daha fazlasını ister. İnsanın zevk ihtiyacı, doyurulması en zor olan ihtiyaçtır."
Oyunun bağımlılık yaratan nedenlerini 10 maddede sıralayan Sinan Canan'ın nBeyin dergisinde "Şimdi de Pokemonlar…" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Dijital dünya, belli aralıklarla ilgimizi çeken, moda (hatta bazen salgın) haline gelen yenilikleri bizimle tanıştırmak konusunda hiç ketum değil. En son “salgın”ımız, Pokemon Go adlı “artırılmış gerçeklik” oyunu. Henüz denemediyseniz bile çok yakında sizi de etki alanına alacak gibi gözüküyor.
Nedir bu Pokemon Go?
5 Haziran 2016’da ABD’de mobil cihaz kullanıcılarının beğenisine sunulan Pokemon Go, bir artırılmış gerçeklik (AG) oyunu. Artırılmış gerçeklik (augmented reality), kameralar ve yazılım bileşenleri aracılığıyla, gördüğümüzü dış dünyaya “aslında orada olmayan” bileşen ve bilgilerin eklenmesini sağlayan yöntemin adı. Çok yakında bilgisayar-insan etkileşiminin temel yöntemlerinden birisi olacağına kesin gözüyle bakılan AG, duyularımızı dijital bilgiyle birleştirerek muhtemelen bilgisayar kullanma biçimimizi kökten değiştirebilme potansiyeline de sahip olacak. Özellikle dijital teknolojideki her yeni fikrin önce eğlence alanında kendine yer bulduğu ve ilk orada denendiği düşünüldüğünde, tabii ki bundan ilk nasiplenen sektörün oyun sektörü olması da gayet doğal.
Pokemon Go neden bu kadar gözde?
Yayımlanmasından sonraki iki hafta içinde 7.5 milyondan fazla indirilen ve kullanıcılarını ortalama günde 47 dakika meşgul ettiği hesaplanan uygulama, modern dünyada antik ayarlarla hayatta kalmaya çalışan insan psikolojisinin bazı temel ihtiyaçlarına dair de ipuçları veriyor. Pokemon avlamayı çok seviyoruz çünkü:
Yenilik duygusu veriyor: İnsanları önemli bir kısmı “neofilik”, yani yenilikten hoşlanıyorlar. Elbette herkes aynı derecede değil, fakat özellikle teknolojik yenilikleri günü gününe takip eden, yeni çıkan her şeyi herkesten önce almak için mağazaların önüne çadır kuran aşırı uçlarda insan sayısı da pek az değil. Bu insanların beyin devrelerindeki ödül kimyasalı olan dopamin en fazla “yeni ve beklenmedik bir avantaj-imkân-eğlence” keşfettiklerinde faaliyete geçiyor. Günlük hayatınızın görüntüsü üzerine adeta canlıymış gibi bindirilen “Pokemon”ları avlamak, bu tarz beyin devreleri için karşı konulmaz bir uyarıcı işlevi yapıyor.
Sosyalleşme sağlıyor: Günümüz dijital dünyasında iletişim yöntemleri sayısız olmasına rağmen insanların daha da fazla yalnızlaştığını anlamak için bilimsel çalışmalar yapmaya gerek yok. Bu tip oyunlar aynı zamanda “diğer insanlarla” ortak bir paydada buluşarak “ait olma” ihtiyacımıza farklı bir açıdan cevap veriyor (yahut beynimiz, hiç tanımadığımız binlerce insanla parkta, sokakta, banyoda Pokemon avlamak gibi garip bir faaliyeti böyle algılamayı seviyor).
Can sıkıntısına birebir: Günümüz insanının hayatı akıl almaz ölçüde hızlandı fakat can sıkıntısı da aynı oranda bizi pençesine alıyor. Zihnini meşgul edecek dışsal bir uyaran olmadan çoğu zaman faaliyet gösteremeyen, kendine ait bir “zihinsel meşguliyeti” olmayan bir sürü insan ortaya çıkıyor. Bu tip insanlar, özellikle gençler, için böyle oyunlar, her an ve her yerde yanlarında taşıyabildikleri ve istedikleri her an kendilerini kaptırıp zamanı unutabildikleri için elbette irade dışı olarak tutkuyla tercih ediliyor.
Gerçeği “ilginçleştiriyor”: Gerçek zamanlı çevresel video görüntüleri üzerinden oynan bu tip oyunlar, gözümüzle görmeye alıştığımız ve çoğumuza çok ilginç gelmeyen “sıradan” dünyamızı birden bir “oyun alanına” çevirip daha ilginç kılabiliyor. Gerçi, mesela doğada matematiksel oranlar, fraktal geometriler, kuş gözlemciliği falan gibi “lüzumsuz” işlerle uğraşmış olanlara çok komik gelecek böyle bir gerekçe, maalesef eğitimimizde bu tip konulara ayıracak zamanımız olmadığı için gençlerimizin çoğu için geçerli. Bu “sıkıcı” ve “sıradan” gördükleri “gerçekliği” renklendirmek için bazılarına göre bundan iyi yol yok…
Gerçekle sanalı ayırt edemeyince: Beynimiz, dijital teknolojinin çıkış yeri olmasına rağmen onun birçok ürününe hazır olmayan, organik ve arkaik bir yapıdır aslında. Artırılmış gerçeklik aracılığıyla karşınızdaki görüntüye bindirilen gerçek zamanlı bilgi yahut uyaranlar, kısa bir zaman sonra beynimiz tarafından “gerçekliğin parçaları” olarak algılanmaya başlıyor. Hâlâ animasyon ve gerçek görüntüyle uyum gibi teknik kısımlar çok ilkel basamaklarda olsa da beyin için bu hiç önemli değil. Zaten onun işi, dış gerçekliği bir şekilde kurgulamak… Böyle olunca, on binlerce yıldır böyle bir şey görmemiş birçok insanın beyni, yeni gerçekliğin büyüsüne kolayca kapılıp kendini unutabiliyor.
Gezerek bulmak önemli: Pokemon Go gibi oyunlar, insanın en eski “fabrika ayarlarından” birine de özel bir mesaj veriyor gibi görünüyor. İnsanlar, on binlerce yıl önce doğdukları yer olan Doğu Afrika’dan dünyanın her yerine birkaç bin yıl içinde yayılmış, çok hareketli bir tür. Gezerek keşfetmek ve bir şeyler (ödüller, yiyecekler, barınaklar) bulmak bizim doğamızda var. Bu AG temelli oyunlar da bilgisayarlarda şimdiye kadar hareketsiz bir şekilde eğlenmeye çalışan insanlara “bedenlerini kullanma” ve “gezerek keşfetme” duygusunu geri veriyor gibi. Tabii sonuçta elimize ne geçiyor dersek, bence oraya pek fazla girmeyelim…
Pavlov-vari koşullanma: Mobil cihazınızın GPS sistemini kullanan oyun, etrafınızda “Pokemon” falan varsa, ses veya titreşimle sizi uyarıyor. Bir süre sonra, (tabii siz değil, şu oyuna kaptıran gençler var ya, onlar) adeta koşullandırılmış bir denek gibi telefondan ne zaman bir uyarı gelse beyin diğer işleri hemen geri plana atıp o aralar en büyük ödül kaynağı olarak kodladığı “Pokemon avı”na kilitleniyor. Çoğu insan farkında olmadan her uyarıda elini cebine atıp etraftaki “ödülleri” toplamaya başlıyor. Bu ödüller beyin için o kadar önemli ki o dakikalarda geleceğiniz için çok önemli bir şeyler öğrenmek, hayatınızın aşkıyla tanışmak, kimsenin aklına gelmeyecek bir fikri düşünebilmek gibi şansları, kısacası “gerçek hayatı” kaçırıyor olmanız, beynin ödül devreleri için çok önemli olmuyor artık.
Ustalaşmayı seviyoruz: Oynadıkça daha iyi oluyoruz ve bu da beynimizin önemli ihtiyaçlarından biri. Mesela bisiklet sürmeyi de benzer bir nedenle severdik bir zamanlar. Eskidendi tabii o işler…
Yaratıcılık: Yaratıcı fikirleri genellikle seviyoruz zira hayatta kalmamızı destekliyor. Dijital platformdaki bu parlak fikirlere de aynı nedenlerle bayılıyoruz, fakat bu kez bir farklılık var: Aslında biyolojik ve sosyal hayatımızı çok da iyi yönde etkilemeyen parlak fikirler bunlar. Zamanla öğreniyoruz ama, bazen çok geç olabiliyor.
Hemen şimdi, hep beraber: Flappy Bird’ü hatırlar mısınız? Peki hâlâ oynayanınız var mı? Bu devirde yenilik biraz böyle bir etkiye sahip; çıktığı anda herkesi ilgilendiriyor, çok kısa bir süre sonra neredeyse hatırlayan bile kalmıyor. Çok yakında bu Pokemon rüzgârı da geçecek ve yerini bambaşka bir bahaneye bırakacak, orası kesin… Çünkü ödül devrelerimiz çok hızlı “uyum sağlar” ve sürekli daha fazlasını, daha fazlasını ister. İnsanın zevk ihtiyacı, doyurulması en zor olan ihtiyaçtır.
Biyolojik dille özetlersek, beyninizdeki “primat” devreleri böyle oyunlara bayılıyor. Fakat “insan” devreleri, bu işte bir sorun olduğunun farkında… Hangisini dinleyeceğimiz ise artık “bize” kalıyor.