İslamcı şair yüzünden 3 gün nezarette yatan Yeni Şafak yazarı patladı: "Habis değil misin ulan?"

İslamcı Mustafa İslamoğlu ile arasında geçenleri “Habis Mustafa” başlıklı yazısında anlatan Kılıçarslan, bir çeşit nezarethanede 3 gün kaldığını açıkladı.

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, şair Mustafa İslamoğlu’nun hakkında Twitter’da yaptığı bir paylaşım nedeniyle kendisinden şikâyetçi olduğunu ve bir çeşit nezarethanede 3 gün kaldığını açıkladı.

Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu’nun devreye girerek kendisini 3 gün içerisinde ifadesini vermek koşuluyla serbest bıraktıklarını ifade eden Kılıçarslan, İslamoğlu’na da, “Bana dava açma nedeni de kendisine ‘habis’ demem imiş. Değil misin ulan?” diye seslendi.

İşte o yazı:

Bekir Develi yoldaşımın Gaziantep’te yaptığı şahane iftar programına katıldıktan sonra o sabah İstanbul Sabiha Gökçen’e gelecek, evimde biraz dinlendikten sonra Yetim Vakfı’nın yardımlarını ihtiyaç sahiplerine dağıtmak üzere Azerbaycan’a uçacaktım.

Gaziantep’ten Sabiha Gökçen’e inince uçağın kapısında bir polis karşıladı beni. “Aranıyorsunuz beyefendi, benimle gelmeniz gerekiyor” dedi. Allah biliyor ya, bir hakaret davası olduğunu anladım hemen. Ya Sinan Oğan isimli mezhepçi ya Ümit Özdağ isimli ırkçı ya İlay Aksoy isimli kompleksli mülteci düşmanı… “Biri yine açmıştır davayı, ben yine ifade vermeyi atlamışımdır” dedim.

Burada bir dakika duralım. Bana, sayıları epeyce artan hakaret davaları için asla bir bildirim ya da tebligat geldiğini hatırlamıyorum. E-devlet sisteminde de herhangi bir bilgiye ulaşamıyorum. Yani şu: Bana karşı açılmış davaların bilgisine ulaşma şansım olmadığı için olmadık şeyler geliyor başıma. Orada devasa bir boşluk var sanırım. Dolayısıyla şöyle doya doya faşiste faşist, mülteci düşmanına mülteci düşmanı, mezhepçiye mezhepçi diyemiyorum. İş açılıyor başıma.

Devam edeyim.

Doğrusu ben, Sabiha Gökçen Havalimanı polis merkezinde ya bir ifade verip yahut ifademi birkaç gün içerisinde vermemi şart koşan bir yazı ile salıverileceğimi zannederken memur arkadaş “Küçükçekmece Adliyesi’ne gideceksiniz” dedi, “topluca, adliyeye gitmeyi bekleyen diğerleriyle.”

Parmak izi, kimlik tespiti, fotoğraf çekimi derken attılar beni bir çeşit nezarethaneye.

Meselenin safahatı uzun... Sağ olsun Genel Yayın Yönetmenimiz Hüseyin Likoğlu devreye girdi de beni 3 gün içerisinde ifademi vermek koşuluyla nezaretten çıkarıp serbest bıraktılar.

Davayı açan ismi de ancak polis merkezinden çıkınca öğrendim: Mustafa İslamoğlu isimli habis imiş. Üstelik bana dava açma nedeni de kendisine “habis” demem imiş. Değil misin ulan?

Habis Mustafa’nın davaya konu ettiği tweetimden bahsedeyim. Üstat Sezai Karakoç’un vefat günü bu habis şunu yazmıştı: “Hızırla Kırk Saat geçireceğine Kur’an’la kırk saat geçirseydi diye çok hayıflandım, amma ne çare!”

Ben de bu habise anladığı dilden şöyle cevap yazmıştım: “80’li ve 90’lı yıllarda ‘ilkokul ikiden terk’ şiirleriyle loncada kendine yer bulmaya çabalamıştı ama bilirsiniz ki Türk şiiri çok güçlü ve serttir. Almadı bunu kapıdan. Şimdi o ‘şairliği becerememiş adam’ Sezai Karakoç’tan intikam alma çabasında. Karadziç, Hitler ve daha nicesi ‘sanat-edebiyat çevrelerinde kabul görmeyince’ öfkelerini yatıştıramayıp faşist olmuşlardı. Bu o kadar yeteneksiz ki onu bile olamadı. Habis oldu bu. Olup olacağı da bu işte… Ergen habaseti ile debelenip duracak.”

Habis Mustafa bu tweetimde kendisine “habis” kelimesinin eskimiş anlamlarını kullanarak “alçak ve soysuz” dediğim iddiasıyla açmış davayı. Doğrusu bu ya “alçak” ve “soysuz” demek isteseydim “alçak” ve “soysuz” derdim bu habise. İfademde de açıkça belirttiğim gibi habis kelimesinin dolaşımdaki anlamıyla “kötücül” dedim ben buna.

Libidosunu bir türlü yönetemediği çok belli gençlik şiirlerinden de, dava soslu tekerlemelerden ibaret ileriki dönem şiirlerden de, Fethullat denen köpeğin yal kabına gönül indirdiği berbat vaazlarından da anlıyoruz ki Habis Mustafa Türkçe bilmiyor ve bilmediği tek şey Türkçe de değil üstelik.

Peki, ama niçin “oldukça şahsi bir mesele” için köşemi ve sizi meşgul ettim? Üç sebebi var bunun. Birincisi, Üstat Sezai Karakoç için “bir şey yapabilmiş” olmamın sevincini sizinle paylaşmak istedim. İkincisi, ifadeydi, havalimanında aranmam çıkmasındı falan derken Azerbaycan’a gidemedim. Onu beyan etmek istedim.

Üçüncüsü ve en önemlisi, tebligat gelmeyen, mesaj atılmayan, e-devlet sisteminde çıkmayan bir dava için belki de bileğime kelepçe takıp adliyeye sevk edilecektim. Fotoğrafımı çekip servis edeceklerdi belki de. Habis Mustafa ve yal kabından medet umduğu ekip çalışmaya, görev icra etmeye devam edeceklerdi belki de. Bunu da dikkatinize sunmak istedim.

Unutmadan bir not: Habis Mustafa’nın “ter kokulu, bol libidolu” şiirlerini psikanaliz yöntemiyle okuyup sonuçları sizinle paylaşma niyetindeyim. Freud’un bütün tezlerini haklı çıkaran bir “olmamışlık”la karşılaşacaksınız. Fakat asla şaşırmayacaksınız. Çünkü habaset, insanda şaşırma değil tiksinme duygusu oluşturur.