İSLAM ÜLKELERİNDE KADIN KONUSUNDA HANGİ İKİ SİVRİ VE ZIT ANLAYIŞ ÇARPIŞIR?
Hiçbir İslam ülkesi İslam'ın aynası değildir. Hiçbirisi İslam'ı temsil etmez. Hiçbirisi bizim için örnek ülke değildir.
İslam ülkelerinde kadın olmak üzerine
BUNDAN yıllarca önceydi. Adını vermeyeceğim bir ülkedeyiz. Kitap fuarına gitmişiz. Yanımda birkaç arkadaşım var.
Fuara yaklaşırken ileride bir bağrışma duyduk. Sesin geldiği yere doğru yöneldiğimizde iriyarı birinin bir hanımı tokatladığını gördük. Kadıncağız bir oraya bir buraya savruluyor, adamda ise ne edep, ne insanlık, ne de vicdan belirtisi yok. Ha bire yumruklarını, tokatlarını savuruyor. Gayriihtiyarı ben ve bir arkadaşım hamle yaptık. Bu ani bir refleksti. Niyetimiz herhalde önce adamın elini tutmak, direnirse aynı tokatları ona iade etmekti. Ama bizim gibi düşünen çokmuş ki, bizden önce birileri adama müdahale etti. Bu utanmaz adamın elinden eşini kurtardılar.
Tabii ki utanılacak ve unutulmayacak bir manzaraydı benim için.
Ülkenin adını vermedim. Çünkü herhangi bir ülke insanının böyle bir manzarayla hatırlanmasını istemiyorum.
Bu ülke Arap-İslam ülkesi de olabilir, bir Avrupa ülkesi de. Şiddete uğrayan genellikle kadındır, şiddeti uygulayan erkek veya siyasi otoritedir. Uygulanan şiddet ise bazen fiziksel, bazen de psikolojik şiddettir. Yani değişen bir şey yoktur.
Dünyanın her tarafında kadın ayrımcılığa uğruyor. Ya çok dindar olduğu ya da hiç dindar olmadığı için, ya cinsel bir obje olarak görüldüğü için ya da “erkeğin yedek parçası” olarak algılandığı için.
İslam ülkelerinde kadın söz konusu olduğunda iki sivri ve zıt anlayış çarpışır. Bunlardan birincisi şudur: Birileri kadının aile içinde ve dışındaki konumunu iyileştirecek, geleneklerden kaynaklanan baskıları düzeltecek tenkitler yönelttiğinde, karşı taraftaki insanlar bunu ‘dine saldırı’ olarak niteleyebiliyor ve bu türden iyi niyetli tenkitleri bile hoş karşılamıyorlar. Bu kesimin derdi, dini korumak değil geleneği devam ettirmektir. Veya -en azından dini böyle tanıdığı için- kendince dini korumaktır. Böyle düşünen insanlarımıza göre kadının İslam ülkelerindeki konumunu sorgulayan her tenkit dine saldırıdır. Bu anlayışla aynı paydayı taşımıyorum. En azından olgun ve iyi niyetli her türlü tenkidi hoş görmemiz gerektiğine inanıyorum. Ayrıca İslam ülkelerinde, geleneklerden veya benzeri yanlış yorumlamalardan kaynaklanan ve kadına ayrımcılık olarak yansıyan hiçbir olumsuzluğu kutsal kabul etmiyorum. Benim iman ettiğim kutsal metinlerimde bir problem yoktur. Problem bu metinleri kendi heva heves ve kafalarına göre yorumlayanlardadır.
İkinci kesim ise kadının İslam’la barışık olduğunu, İslam’ın kadını yücelttiğini ihsas ettiren her hareketi ‘yobazlık ve bağnazlık’ olarak niteleyen kesimdir. Onlar da baş edemedikleri, aşamadıkları, kendilerince kurdukları dünyalarına set oluşturabilecek her engelin hesabını dine kesmeye çabalarlar. Bunlarla birinci kısımdaki gelenekçiler arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü iki taraf da çözüm üretmiyor. İki tarafın da derdi kadını korumak değildir. Sadece birbirlerine kıyasıya tenkit yöneltmek ve birbirlerini karalamak. Bir kesim ‘dinsiz’ olarak nitelendirilirken öteki kısım ise ‘yobaz ve gerici’ olarak yaftalanıyor. Arada ezilen ise yine kadın oluyor.
İslam ülkelerindeki bazı kadın yazarların yaşadıklarına veya tecrübelerine dair yazdıkları eserler çoğu kez Müslümanlar arasında ‘mahremi ifşa’ gibi görülmektedir. Bu anlamda ifşa edilecek çok mahrem yok aslında. Çünkü dünyada mahrem diye bir sınır kalmadı. Ama olayın mahremi ifşa gibi takdim edilmesi bir kesimin İslam’a saldırı iştahını kabartmakta, diğer yanda ise karşı tarafın her ne olursa olsun o mahremi koruma içgüdüsünü tetiklemektedir. Burada da arada kalan yine kadın oluyor.
Kadına uygulanan baskıyı dinle ilişkilendirmek, son derece sakıncalıdır ve çözümsüzlüğü getirir. Çözümsüzdür, çünkü bunu yaptığınızda ya yüce yaratıcıya taraf tutmakla itham etmiş olursunuz, ki bunun safsata olduğu bellidir veya dinin yanlış uygulandığını ve yorumlandığını iddia etmiş olursunuz. Bu ikinci bakış açısı belki daha makul ve makbul olabilir. En azından boyutları açısından tartışılabilir.
Bazı İslam ülkelerinde maalesef kadın istenilen konumun çok gerisindedir. Belki erkeğin insafına terk edilmiştir. Belki ayrımcılığa uğramaktadır. Belki kendisine uygulanan şiddete rağmen ekonomik açmazı ve hanesindeki evlatlarından ötürü zulüm uygulayan kocasına katlanmak zorundadır. Belki.. belki bu belkileri çoğaltabiliriz. Aslında bu anlamda ülke de çok önemli değil. Çünkü bazı İslam ülkelerinde veya Avrupa ülkelerinde durum aynıdır. Başka gerekçelerden dolayı olsa da ikisinde de ayrımcılığa uğrayan genellikle kadındır.
Biz Müslümanların İslam’ın daha doğru anlaşılması için kadın konusunu sık sık konuşması gerekir. İslam’a zıt gelenekleri, Kuran-ı Kerim ve sahih sünnetten uzaklaştırmamız lazım. İslam’ın kadına verdiği haklarını gasp etmememiz lazım. İslam beldelerinde kadına uygulanan bir ayrımcılık veya baskı varsa onu tenkit etmekten çekinmememiz gerekir. Bu gibi yanlışlara herkesten önce bizler tavır koymalıyız. Çünkü ev sahibi biziz ve evimizin önünü bizim temizlememiz gerekir.
Bu konuda şu tespitin önemli olduğu kanaatindeyim. Hiçbir İslam ülkesi İslam’ın aynası değildir. Hiçbirisi İslam’ı temsil etmez. Hiçbirisi bizim için örnek ülke değildir. Hiçbirinin kırmızı çizgileri bizim için fay hattı değildir. Bizim için fay hattı sadece Kuran-ı Kerim’dir. Ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sahih sünnetidir.
Nihat Hatipoğlu/Hürriyet
BUNDAN yıllarca önceydi. Adını vermeyeceğim bir ülkedeyiz. Kitap fuarına gitmişiz. Yanımda birkaç arkadaşım var.
Fuara yaklaşırken ileride bir bağrışma duyduk. Sesin geldiği yere doğru yöneldiğimizde iriyarı birinin bir hanımı tokatladığını gördük. Kadıncağız bir oraya bir buraya savruluyor, adamda ise ne edep, ne insanlık, ne de vicdan belirtisi yok. Ha bire yumruklarını, tokatlarını savuruyor. Gayriihtiyarı ben ve bir arkadaşım hamle yaptık. Bu ani bir refleksti. Niyetimiz herhalde önce adamın elini tutmak, direnirse aynı tokatları ona iade etmekti. Ama bizim gibi düşünen çokmuş ki, bizden önce birileri adama müdahale etti. Bu utanmaz adamın elinden eşini kurtardılar.
Tabii ki utanılacak ve unutulmayacak bir manzaraydı benim için.
Ülkenin adını vermedim. Çünkü herhangi bir ülke insanının böyle bir manzarayla hatırlanmasını istemiyorum.
Bu ülke Arap-İslam ülkesi de olabilir, bir Avrupa ülkesi de. Şiddete uğrayan genellikle kadındır, şiddeti uygulayan erkek veya siyasi otoritedir. Uygulanan şiddet ise bazen fiziksel, bazen de psikolojik şiddettir. Yani değişen bir şey yoktur.
Dünyanın her tarafında kadın ayrımcılığa uğruyor. Ya çok dindar olduğu ya da hiç dindar olmadığı için, ya cinsel bir obje olarak görüldüğü için ya da “erkeğin yedek parçası” olarak algılandığı için.
İslam ülkelerinde kadın söz konusu olduğunda iki sivri ve zıt anlayış çarpışır. Bunlardan birincisi şudur: Birileri kadının aile içinde ve dışındaki konumunu iyileştirecek, geleneklerden kaynaklanan baskıları düzeltecek tenkitler yönelttiğinde, karşı taraftaki insanlar bunu ‘dine saldırı’ olarak niteleyebiliyor ve bu türden iyi niyetli tenkitleri bile hoş karşılamıyorlar. Bu kesimin derdi, dini korumak değil geleneği devam ettirmektir. Veya -en azından dini böyle tanıdığı için- kendince dini korumaktır. Böyle düşünen insanlarımıza göre kadının İslam ülkelerindeki konumunu sorgulayan her tenkit dine saldırıdır. Bu anlayışla aynı paydayı taşımıyorum. En azından olgun ve iyi niyetli her türlü tenkidi hoş görmemiz gerektiğine inanıyorum. Ayrıca İslam ülkelerinde, geleneklerden veya benzeri yanlış yorumlamalardan kaynaklanan ve kadına ayrımcılık olarak yansıyan hiçbir olumsuzluğu kutsal kabul etmiyorum. Benim iman ettiğim kutsal metinlerimde bir problem yoktur. Problem bu metinleri kendi heva heves ve kafalarına göre yorumlayanlardadır.
İkinci kesim ise kadının İslam’la barışık olduğunu, İslam’ın kadını yücelttiğini ihsas ettiren her hareketi ‘yobazlık ve bağnazlık’ olarak niteleyen kesimdir. Onlar da baş edemedikleri, aşamadıkları, kendilerince kurdukları dünyalarına set oluşturabilecek her engelin hesabını dine kesmeye çabalarlar. Bunlarla birinci kısımdaki gelenekçiler arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü iki taraf da çözüm üretmiyor. İki tarafın da derdi kadını korumak değildir. Sadece birbirlerine kıyasıya tenkit yöneltmek ve birbirlerini karalamak. Bir kesim ‘dinsiz’ olarak nitelendirilirken öteki kısım ise ‘yobaz ve gerici’ olarak yaftalanıyor. Arada ezilen ise yine kadın oluyor.
İslam ülkelerindeki bazı kadın yazarların yaşadıklarına veya tecrübelerine dair yazdıkları eserler çoğu kez Müslümanlar arasında ‘mahremi ifşa’ gibi görülmektedir. Bu anlamda ifşa edilecek çok mahrem yok aslında. Çünkü dünyada mahrem diye bir sınır kalmadı. Ama olayın mahremi ifşa gibi takdim edilmesi bir kesimin İslam’a saldırı iştahını kabartmakta, diğer yanda ise karşı tarafın her ne olursa olsun o mahremi koruma içgüdüsünü tetiklemektedir. Burada da arada kalan yine kadın oluyor.
Kadına uygulanan baskıyı dinle ilişkilendirmek, son derece sakıncalıdır ve çözümsüzlüğü getirir. Çözümsüzdür, çünkü bunu yaptığınızda ya yüce yaratıcıya taraf tutmakla itham etmiş olursunuz, ki bunun safsata olduğu bellidir veya dinin yanlış uygulandığını ve yorumlandığını iddia etmiş olursunuz. Bu ikinci bakış açısı belki daha makul ve makbul olabilir. En azından boyutları açısından tartışılabilir.
Bazı İslam ülkelerinde maalesef kadın istenilen konumun çok gerisindedir. Belki erkeğin insafına terk edilmiştir. Belki ayrımcılığa uğramaktadır. Belki kendisine uygulanan şiddete rağmen ekonomik açmazı ve hanesindeki evlatlarından ötürü zulüm uygulayan kocasına katlanmak zorundadır. Belki.. belki bu belkileri çoğaltabiliriz. Aslında bu anlamda ülke de çok önemli değil. Çünkü bazı İslam ülkelerinde veya Avrupa ülkelerinde durum aynıdır. Başka gerekçelerden dolayı olsa da ikisinde de ayrımcılığa uğrayan genellikle kadındır.
Biz Müslümanların İslam’ın daha doğru anlaşılması için kadın konusunu sık sık konuşması gerekir. İslam’a zıt gelenekleri, Kuran-ı Kerim ve sahih sünnetten uzaklaştırmamız lazım. İslam’ın kadına verdiği haklarını gasp etmememiz lazım. İslam beldelerinde kadına uygulanan bir ayrımcılık veya baskı varsa onu tenkit etmekten çekinmememiz gerekir. Bu gibi yanlışlara herkesten önce bizler tavır koymalıyız. Çünkü ev sahibi biziz ve evimizin önünü bizim temizlememiz gerekir.
Bu konuda şu tespitin önemli olduğu kanaatindeyim. Hiçbir İslam ülkesi İslam’ın aynası değildir. Hiçbirisi İslam’ı temsil etmez. Hiçbirisi bizim için örnek ülke değildir. Hiçbirinin kırmızı çizgileri bizim için fay hattı değildir. Bizim için fay hattı sadece Kuran-ı Kerim’dir. Ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sahih sünnetidir.
Nihat Hatipoğlu/Hürriyet