'İŞ DEĞİŞİKLİĞİMİ ÖNCE PATRONUM DUYAR!...' SERDAR TURGUT GECEYARISI FATİH ALTAYLI'YI NEDEN ARAMAK İSTEDİ?..

Yayın yönetmenliği görevinden ayrılınca kendi açımdan önemli gördüğüm bir karar aldım.

Arkadaşınız yayın yönetmeni olunca


Yayın yönetmenliği görevinden ayrılınca kendi açımdan önemli gördüğüm bir karar aldım. Mesleğimizde özellikle yazarlar arasında kıskançlık çoktur ve birbirimize sert laflar etmekten hoşlanırız.
Ben de bu konuda pek masum değilim. Ama ben ani görev değişikliğinin getirdiği kaçınılmaz travmatik insani ruh hali durumunu, kendimi daha iyi tavırlı bir yazara dönüştürmekte fırsat olarak değerlendirmekte kararlıydım.
Bu ancak, kendinize ve yıllardır oluşturduğunuz, kemikleşmiş tepki verme mekanizmalarına karşı mücadele edilerek olabilecekti.
Çünkü bazı alışkanlıklardan kurtulmak maalesef öyle kolay olmuyor.
Mücadelemin en önemli boyutunu, yaptığı işi beğendiğim arkadaşa, beğendiğimi ya direkt olarak ya da yazı yoluyla söylemek oluşturacaktı.
Çünkü yazarlar arası polemiklerin verdiği negatif enerji ortamından ancak böyle kurtulabilecek ve pozitif enerjinin verdiği ivme ile kendi işime daha konsantre olabilip daha iyi yazılar yazabileceğimi düşünüyordum.
Anlayacağınız bu yeni tavrı sadece kendi egoist nedenlerim dolayısıyla almıştım. Nitekim aldığım bu kararı birkaç aydır uyguluyorum da...
Yıllardır telefon açmadığım meslektaşlara telefon açıp yazısını ve haberini beğendiğimi söyleyip bir okur olarak teşekkür ediyorum.
Bunun verdiği pozitif enerji beni nasıl mutlu ediyor inanamazsınız.
Ancak pazar günü bir ikilem yaşadım. Fatih Altaylı'nın hazırlayıp sunduğu, 'Teke Tek' özel programını çok beğendim. Konusunun uzmanı olan Murat Bardakçı ile yaptığı sohbet bana sonsuz bir entelektüel haz verdi. Sonuna kadar dikkatle dinledikten sonra program bitince 'Haydi arayıp tebrik edeyim' dedim.
Ama sonra üzerimizden atmamız gereken bir ayrı mesleki deformasyon daha devreye girdi. Bu da bir tür 'Mahalle baskısı.'
Bir zamanlar aynı sayfada dönüşümlü yazılar yazarak yazarlık macerasına atılmış olduğum arkadaşıma 'Acaba yanlış mı anlaşılır?' korkusuyla telefonu bir türlü açamadım.
Bilgisine, entelektüel enerjisine hayran olduğumu daha önce ikimiz de Hürriyet'te yazarken ifade etmiş olduğum Murat Bardakçı'ya daha rahat telefon edebilirdim ama o saatte telefonunu bulabileceğim kimse aklıma gelmedi.
Fatih yayın yönetmeni oldu ya; yeni gazete çıkaracak ya; onun gazetesine benim de gideceğim söylentileri var ya; 'Acaba yanlış anlaşılır mı?' diye düşünüp telefon etmekten kaçındım.
Bu yanlıştı... Bu tür düşünce beni entelektüel tavırlarım açısından sakat bırakıyor. Ve bundan da kurtulmaya kararlıyım.
Bu tipik bir statü endişesi durumu. Alain de Botton'un kulakları çınlasın...
Statü endişesi, özellikle hayatlarını yazıya adamış olan insanları entelektüel açıdan gerçekten sakat bırakır.
Örneğin; benim bu tür tavırları içimden hala atamamam, yazıya konsantre olmamı bile zorluyor. Çünkü yazıya tam konsantrasyon ve hayatı yazıya adamak insanın kendisine tam olarak güvenmesini ve birçok zayıflıklardan kurtulmuş olmasını gerektirir.
Küçük insanlara özgü gördüğüm bu tavrı ve korkuyu içimden atmaya kararlıydım. Ve bunu da konuya bir yazıda konsantre olarak yapmanın benim için en iyi kurtuluş olacağını gördüm.
Onun için yanlış anlaşılırsa anlaşılsın, umurumda değil. Şimdi açıkça söylüyorum işte: Gündeliğin ve rutinin dışına çıkarak bende müthiş bir entelektüel haz ve doyuma yol açan pazar akşamki 'Teke Tek' özel programı için Fatih ve Murat'ı içten kutluyorum.
Programa katılan konuk ise yanılmıyorsam Erol Şadi idi. Bu tür programlarda konuşanlarının adının sıkça ekranda çıkmasının yararı büyük bence. Bu da küçük bir eleştiri işte... Konuk da programın çıtasının yükseltilmesine yardımcı oldu.
Fatih, programın kapanışında da bu tür programların gündem ile ilgili 'Teke Tek' programlarından daha fazla ilgi topladığını bildiğini söyledi.
Bu ve benim kendi deneyimim bize okuyucunun, izleyicinin aslında neler istediği hakkında iyi ipuçları verir sanıyorum.
Okuyucu gündemdeki konulardan fena halde sıkılmış durumda. Yeni konulara ve yeni fikirlere aç neredeyse. Bu açlığını doyuracak ne bulursa ona koşuyor.
Yazı ise okuyor, televizyon ise seyrediyor.
Bunu yazar arkadaşların hepsi dikkate almalı, son yıllarda okuyucu nezdinde yıldızı parlamış olan yazarların yazı serüvenini de iyi incelemeliler.
Okuyucu farklı konuların farklı ve içi dolu bir şekilde ele alınmasını istiyor ve insanlık halini anlatan haberleri tercih ediyor. Ve tabii ki magazinin kaçınılmaz ağırlığı var.
Ben televizyonun yan odada açık olduğu bir ortamda, diğer odadaki genç kızların Bergüzar Korel ve Tan Sağtürk hakkında bir haber verildiğini duydukları anda televizyonun bulunduğu odaya heyecan içinde koştuklarını gözlerimle gördüm ve bundan da gereken dersi çıkardım.
Yazacağım konu seçimimde o genç kızların heyecanı da yol gösterici olabilir diye düşünüyorum.
Popüler olanı anlama heyecanı ve entelektüel alışveriş benim içimi gençleştiriyor, yazı yazma heyecanımı diri tutuyor. Ben sadece içimdeki arkaik takıntıları atarak ve yazıya tam konsantre olmamı sağlayarak mutlu olabiliyorum .
(Dipnot: Yazıda bir satırda değindiğim için konuya açıklık getirmek açısından söylemeliyim ki; benim gibi, Fatih gibi yazarlık açısından bir düzeye erişmiş insanların iş değiştirdiğini ilk önce anlaştığımız patron ve geride bıraktığımız patronumuz duyar. Bu tür bir haberin onlardan bile önce kamuoyu tarafından duyulup öğrenebilmesi mümkün değildir. Bilmem anlatabiliyor muyum?)


SERDAR TURGUT/AKŞAM