İLHAN SELÇUK NEDEN BİR ALEVİ KÖYÜNE GÖMÜLMEK İSTEDİ?

Cumhuriyet Başyazarı İlhan Selçuk, Alevi olmadığı halde neden bir Alevi gibi toprağa verildi?

Yol arkadaşım Muharrem Sarıkaya aslen Hacıbektaşlı. Bütün ailesini, 'Çilehane'ye giden yolda bir minibüsün süratle gelmesi sonucu oluşan bir trafik kazasında kaybetmiş. Yol üzerinde kazanın olduğu noktada yitirdiklerinin adları yazılı bir taş dikili... Aracımız ağır ağır cenaze konvoyunun içinde ilerlerken öğreniyorum.

İki yıldır kendi topraklarına gelmiyormuş. İki sene sonra bu topraklara gelmemiz de hayırlı bir vesile değil. İlhan Abi'ye son görev için buradayız.
Rakım 1400. bölgenin en yüksek noktasından etraftaki şehirler görünüyor. Diyorlar ki 'Hava karardığında etraftan müthiş bir ışık seli oluşur, hepsi gelir Hacıbektaş'ta birleşir.' Bir yanda Kayseri, bir yanda Kırşehir, bir yanda Nevşehir. Erciyes Dağı, Hırka Dağı, Melendiz Dağı görünüyor ayrı ayrı açılarda.

Mevsim değişse de, yaz günleri resmi olarak başlasa da Hacıbektaş'a doğru yükseldikçe hava da serinliyor. Kuru, sert ama can yakmayan bir soğuk.
Hacıbektaş Belediyesi'nin ön cephesinde yukarıdan aşağı dev bir posterden bize gülümsüyor İlhan Selçuk. Cenaze töreninin yapılacağı alanı adeta uzaktan denetliyor. Ya da: Gölgesi hep üzerimizde.

Cumhuriyet gazetesi İstanbul'dan 40 kişilik bir ekiple sabah uçağıyla gelmiş. Hacıbektaş'ın aydınlık insanları İlhan Selçuk'u son yolculuğunda yalnız bırakmamak için tören alanında törenden saatler önce toplanmaya başlamışlardı. Yolda bize el sallıyorlar, yanımıza gelip tanısalar da tanımasalar da 'Hoş geldiniz' diyorlar. Hepsi aydınlık, güler yüzlü insanlar.
Ve burası mistik, büyüleyici bir yer. İçine alıyor insanı. 'Acını vakur ve soyluca yaşayacaksın' diye vasiyet etmiş İlhan Abi.
Gördüğüm en etkileyici ve vasiye uygun bir şekilde 'vakur ve soyluca' bir uğurlamaydı.

Bir kere hepimiz aynı dili konuşuyorduk. Türkçe'yi en iyi kullanan bir ustayı Türkçe uğurladık. Hakkımızı Türkçe helal ettik, Türkçe gülbank okundu.
Işık Yenersu, İlhan Abi'nin ameliyattan önce kaleme aldığı 'gayriresmi' veda yazısını okudu yüksek sesle. İlhan Abi'nin 'nalları dikmek' üzerine kelime oyunlarıyla hem gülümsedik, hem üzüldük.

Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Alev Coşkun yıkılmak istenen Cumhuriyet rejimi açısından İlhan Abi'nin önemini anlatan mükemmel birer konuşma yaptılar.

Ama benim kalbim Miyase İlknur'la beraber attı... Sanırım bir 'mitinge' dönüşen cenaze alanındaki herkes de onun konuşmasıyla gözyaşlarına boğuldu. Kürsüden indiğinde gözleri mosmor, yaşlıydı.

'[Ergenekon'dan suçlanan] İlhan Abi 'Bize bu savunmayı yaptırmayacaklar' diyordu, 'Bu dünyada hesaplaşamayacağız onlarla.' Ama bu hesabı biz göreceğiz. Ne Balbay'ın ne İlhan Selçuk'un hesabını öbür dünyaya bırakmayacağız, onlarla bu hesaplaşmayı biz yapacağız' dediği kaldı aklımda.

Türkiye'deki çarpık cenaze düzenine, camilerdeki kaosa, zorlama vedalara ve yapay hüzünlere isyan eden biri olarak İlhan Selçuk'a son görevi yaparken medeni, aydınlık bir tören görmüş olmaktan mutlu oldum öncelikle... Aydınlanmanın simgesine bu yakışırdı. Bir de bana İlhan Selçuk'tan 'o akşam' kaldı. Bir daha devamı zorunluluktan gelmeyen o akşamda konuştuklarımız, gece yarısını geçene kadar espriler, fikir tartışmaları ve sorduğum sorulara yanıtlarla geçen o tarihi akşam.
Şişli'deki küçük bir esnaf lokantasında geçen o akşam üzerine hiç kimseyle konuşmamıştım bir daha. Ahmet Hakan'la Cumhuriyet masasına gitmiş ve ilk kez İlhan Selçuk'la tanışmıştık.

Miyase İlknur'la bir ara sohbet ettik; o akşamdan bahsettik.
'Kerataların ne güzel muhabbeti vardı' demiş bir gün sonra arkamızdan. Bu da bana İlhan Abi'den şahsi bir miras oldu.

Ben neden gittim
Annemi kaybettiğimden beri, annesini-babasını ya da çok yakınını kaybeden herkes gibi bir değişim oldu bende. Başkalarında da gözlemledim bunu. 'Başsağlığı' mesajlarına daha duyarlı olmaya, cenazelere özen göstermeye başladım.

Annemi uğurlarken arayan herkesle konuştuğum her kelime hala aklımda. Cenazede gördüğüm herkesi teker teker sayabiliyorum. Eskiden bunları önemsemezdim, yaşadıktan sonra ne kadar hayati olduğunu anladım.
İlhan Abi'yle kişisel tanışıklığımız da oldu, son yıllarda mesleki bir dayanışmamız da oluştu.

Bir de kişisel bir 'tarihim' var İlhan Selçuk'la ilgili. 'Mujik yaka' tabir edilen, 'yakasız' gömlekler giyerdim ilk gençliğimde. Bir gün bu gömleklerin İlhan Selçuk'la özdeşleştiğini öğrendim; daha da sevmeye başladım gömleklerimi, daha da sahiplendim.
Ama onu hiç tanımasaydım... Mesleki olarak hiç onaylamasaydım... Kıyısından bile gitmeseydim bile... Sanırım yine Hacıbektaş'a giderdim.
Hayatını yazıdan kazanan birinin bir yazı efsanesine son görevi olarak görüyorum ben.
Uzaktan uzağa aynı hisleri paylaştığım bir kalem ustası daha kaldı mı, emin değilim.
Ne yazık ki giden efsanelerin yerine yenileri de gelmiyor. İlhan Selçuk hakikaten de bir numaraydı ve bir taneydi.

Bir aydın Parantezi
Dün bir ara tören alanında Nihat Genç'i gördüm. Daha önce Erhan Göksel'in cenazesinde karşılaşmıştık. 'Cenazeden cenazeye görüşüyoruz' diye takıldık birbirimize. Nihat Genç daima üreten bir yazar olmanın ötesinde, Anadolu'yu da sürekli dolaşıyor. Bir aydın sorumluluğu çerçevesinde sokağın gerçek nabzını tutuyor, konuşmalar yapıyor, insanlarla buluşuyor.
Bana kalırsa Nihat Genç'in aydın olarak bir duruşunun yansıması da bu Cumhuriyet'in simgelerine, kahramanlarımıza, dostlarımıza vefasını hiç etksik etmemesi. Son vedalarında daima orada oluyor.
İlhan Abi için de dün kalkmış Ankara'dan Hacıbektaş'a gelmiş. Arkalarda, kimseye görünmeden, tek başına duruyor, sessizce veda ediyordu. Bu katılım hem çok önemli bir toplumsal mesaj, bir duruş ama aynı zamanda da çok özel bir karakter özelliği.
'Bu ülkenin aydınlık insanları' arkalarına baktıklarında neyse ki Nihat Genç gibi isimler var.

Hacıbektaş'ın önemi
Ne Nevşehir-Kırşehir bölgesinden İlhan Selçuk ne de Alevi-Bektaşi... Ama yine de Hacıbektaş'ta gömülmeyi vasiyet etmiş.

Çünkü burası aydınlanmanın merkezi. Hacıbektaş-ı Veli'nin öğretisi bugün İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'yle eşdeğer sayılıyor. Cumhuriyet'in kuruluşunda Atatürk, bu öğretiye sahip çıkmıştı. İlhan Selçuk'un buraya gömülmesi etnik-dini bir yakınlıktan ziyade bir fikir ortaklığının, bir aydınlanma idealinin sonucu. Cumhuriyet'ten Miyase İlknur'a 'Beni bir Alevi köyüne gömün' demiş bir gün, 'Bu sana vasiyetim olsun.'
Miyase, 'Bana böyle şeyler söyleme, bunları konuşmayalım, nereden çıktı' diye itiraz etmeye kalkmış... Ama İlhan Abi ısrar etmiş, hayat kadar ölümün de konuşulması gerektiğini söylemiş, görevi Miyase'ye vermiş.
Turhan Selçuk da, İlhan Selçuk da vasiyeti resmileştirmişler; noter ve avukatlar aracılığıyla.

Miyase İlknur önce Trakya'da bir Alevi köyü bulmuş, olmamış. Bir gün aklına gelmiş 'Hacıbektaş olur mu' diye sormuş. Turhan Selçuk 'Bak biz öleceğiz, bütün görev sana kalacak, yükü sen taşıyacaksın, ona göre kendin karar ver' demiş. Yıl 2002.

2007 yılında mezar yerlerini görmeye Hacıbektaş'a gelmiş İlhan ve Turhan Selçuk. İkisinin de bahaneleri var tabii: Her yıl 16-18 Ağustos arasında düzenlenen Hacıbektaş Şenlikleri'ne katılacaklar. Turhan Selçuk 'Karikatür sergisi' bahanesiyle, İlhan Selçuk da 'konuşmacı' olarak. Ama aslında asıl amaçları yatacakları yeri görmek. Miyase İlknur ölüm şokunu üzerinden atar atmaz vasiyeti gerçekleştirmek için yola çıkıyor ve dün Hacıbektaş'taki tarihi cenazeyi organize ediyor.

Oray EĞİN / AKŞAM