İLAHİ NAZLI HANIM NEREDEN BULUYORSUNUZ BU ORİJİNAL FİKİRLERİ!
Yurt yazarı Atilla Akar, Nazlı Ilıcak'ın "Şeffaflık" anlayışını yerden yere vurdu!
Nazlı Ilıcak’a siyaset bilim dalında “Ord.Prof”luk unvanı verilmesini isteyen Akar, Ilıcak’ın “Şeffaflık” çıkışıyla dalga geçti… İşte o yazı…
Nazlı Hanım’ın “Şeffaflık” anlayışı harika!..
Nazlı Ilıcak Hanımefendi’nin ara sıra yaptığı enteresan çıkışlara bayılıyorum. Siyaset bilimine yaptığı katkılar inanılmaz. Maurice Duverger’in Türkiye versiyonu mübarek! Bu konuda fahri doktorluk hatta “Ord. Prof.”luk verilse yeridir. Kendisini bizzat tanısaydım şunu sormak isterdim; “İlahi Nazlı Hanım nereden buluyorsunuz bu orijinal fikirleri!”
Lütfen cehaletimi bağışlasın. Bizim gibi faniler bu konularda henüz onun kadar “Üstün soyutlama düzeyi”ne eremediğimiz için durumu yeterince kavrayamayabiliriz. Örneğin son konuşması. Bu veciz yaklaşımı siyasal bilim fakültelerinde “Temel önerme” olarak okutsak yeridir. Bu kez de Sayın Başbakana musallat olan “Böcekler” hakkında fikrini beyan etmiş.
Peki ne demiş Sayın Nazlı Ilıcak? Bakalım; “Bence Başbakan’ın dinleniyor olması o kadar da dehşete düşülecek bir olay değil. Bugüne kadar bütün başbakanlar dinlendi. Zaten artık günümüzde kim ne yapıyorsa rahatlıkla takip edilebiliyor… Hatta Başbakan’ın kötü şeyler içeren, hatalı bir ses kaydının internete düşmesi şeffaflaşma açısından beni mutlu bile eder.”
Pes doğrusu! Kırk yıl düşünsem “Şeffaflık” kavramını böyle yorumlayamazdım. Bir ülkenin başbakanının dinlenmesini “Normal” hatta “Meşru” gösterme çabası bir yana (Sanki ötekilerin dinlenmiş olması bunu da “Geçerli” kılıyormuş gibi!) o kadar “Tehlikeli” bir durum olarak görmemesi çok ilginç. Bravo!
Bir yerlerden bir yerlere “İnce mesajlar” mı taşıyor veya “Kötü şeyler içeren, hatalı bir ses kaydının internete düşmesi” imasında bir tür “Tehdit” mi seziliyor bilmiyorum. (Fethullah Gülen Hocaefendi’ye dair “Gülen de dinlenildiğini bilir korkarmış ve misafirleriyle sohbet ettiği odada şelale sesi olurmuş” demesini yan yana koyarsak ne çıkar bilemem!) Veya bir tür “Men Dakka Dukka” mı? Buralar beni fazla ilgilendirmiyor.
Beni burada asıl ilgilendiren siyasette “Şeffaflık” olgusunun bile getirilip, hiç de şeffaf olmayan yasadışı dinleme kayıtlarından ümit edilir hale gelmesi ki varılan nokta çok vahim! Çünkü benim bildiğim şeffaflaşma, hukuksal ve ahlaki normlar çerçevesinde, “Hesap verilebilirlilik” ilkesi gereği kamuya ait tasarruf ve kararların toplumla paylaşılması ve denetlenmesidir. Onun ötesi tehdide, şantaja, hatta “Devlet sırlarını ifşaya” girer. Hele de böylesi yöntemlerle. Buradaki hangisi?
Dolayısıyla yapılanın “Saydamlık” ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Elbette ki başbakanı dinlemek isteyen iç-dış güçler olacaktır. (Başbakan “İç” dediğine göre biz de öyle varsayabiliriz!) Ancak bunu malum “İktidar kapışması”nın yaygın bir yöntemi haline getirmek başka bir durumdur.
Burada “Tehlikeli” olan bir şahsın dinlenmesi değildir. Hatta mesele “Erdoğan meselesi” de değildir. Burada tehlikeli olan Türkiye Cumhuriyeti başbakanlık tüzel kişiliğinin devlet içinde görünüp ama aslında “Devlet-dışı” olan bir odakça dinlenmesidir. (O yüzden “Oh olsun! Kimleri dinlemediler ki. Şimdi de kendileri dinlensin” diyemiyorum.) Ve bunun bir kez kurumlaşması, huy edinilmesi halinde yarın öbür gün kimlerin ne ile karşılaşacağı hiç belli değildir.
Eğer bir devlet ve onun ilgili birimleri bunu bertaraf edemiyor ve sorumlularını deşifre edip, tasfiye edemiyorsa “Devlet olma” vasfını yitirmiş demektir.
Benim merak ettiğim ise şu; Nazlı Hanım, bunları bilmiyor olamaz. O halde neden böyle bir laf etti? Sahi, sizce neden etti?...
Atilla Akar - YURT
Nazlı Hanım’ın “Şeffaflık” anlayışı harika!..
Nazlı Ilıcak Hanımefendi’nin ara sıra yaptığı enteresan çıkışlara bayılıyorum. Siyaset bilimine yaptığı katkılar inanılmaz. Maurice Duverger’in Türkiye versiyonu mübarek! Bu konuda fahri doktorluk hatta “Ord. Prof.”luk verilse yeridir. Kendisini bizzat tanısaydım şunu sormak isterdim; “İlahi Nazlı Hanım nereden buluyorsunuz bu orijinal fikirleri!”
Lütfen cehaletimi bağışlasın. Bizim gibi faniler bu konularda henüz onun kadar “Üstün soyutlama düzeyi”ne eremediğimiz için durumu yeterince kavrayamayabiliriz. Örneğin son konuşması. Bu veciz yaklaşımı siyasal bilim fakültelerinde “Temel önerme” olarak okutsak yeridir. Bu kez de Sayın Başbakana musallat olan “Böcekler” hakkında fikrini beyan etmiş.
Peki ne demiş Sayın Nazlı Ilıcak? Bakalım; “Bence Başbakan’ın dinleniyor olması o kadar da dehşete düşülecek bir olay değil. Bugüne kadar bütün başbakanlar dinlendi. Zaten artık günümüzde kim ne yapıyorsa rahatlıkla takip edilebiliyor… Hatta Başbakan’ın kötü şeyler içeren, hatalı bir ses kaydının internete düşmesi şeffaflaşma açısından beni mutlu bile eder.”
Pes doğrusu! Kırk yıl düşünsem “Şeffaflık” kavramını böyle yorumlayamazdım. Bir ülkenin başbakanının dinlenmesini “Normal” hatta “Meşru” gösterme çabası bir yana (Sanki ötekilerin dinlenmiş olması bunu da “Geçerli” kılıyormuş gibi!) o kadar “Tehlikeli” bir durum olarak görmemesi çok ilginç. Bravo!
Bir yerlerden bir yerlere “İnce mesajlar” mı taşıyor veya “Kötü şeyler içeren, hatalı bir ses kaydının internete düşmesi” imasında bir tür “Tehdit” mi seziliyor bilmiyorum. (Fethullah Gülen Hocaefendi’ye dair “Gülen de dinlenildiğini bilir korkarmış ve misafirleriyle sohbet ettiği odada şelale sesi olurmuş” demesini yan yana koyarsak ne çıkar bilemem!) Veya bir tür “Men Dakka Dukka” mı? Buralar beni fazla ilgilendirmiyor.
Beni burada asıl ilgilendiren siyasette “Şeffaflık” olgusunun bile getirilip, hiç de şeffaf olmayan yasadışı dinleme kayıtlarından ümit edilir hale gelmesi ki varılan nokta çok vahim! Çünkü benim bildiğim şeffaflaşma, hukuksal ve ahlaki normlar çerçevesinde, “Hesap verilebilirlilik” ilkesi gereği kamuya ait tasarruf ve kararların toplumla paylaşılması ve denetlenmesidir. Onun ötesi tehdide, şantaja, hatta “Devlet sırlarını ifşaya” girer. Hele de böylesi yöntemlerle. Buradaki hangisi?
Dolayısıyla yapılanın “Saydamlık” ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Elbette ki başbakanı dinlemek isteyen iç-dış güçler olacaktır. (Başbakan “İç” dediğine göre biz de öyle varsayabiliriz!) Ancak bunu malum “İktidar kapışması”nın yaygın bir yöntemi haline getirmek başka bir durumdur.
Burada “Tehlikeli” olan bir şahsın dinlenmesi değildir. Hatta mesele “Erdoğan meselesi” de değildir. Burada tehlikeli olan Türkiye Cumhuriyeti başbakanlık tüzel kişiliğinin devlet içinde görünüp ama aslında “Devlet-dışı” olan bir odakça dinlenmesidir. (O yüzden “Oh olsun! Kimleri dinlemediler ki. Şimdi de kendileri dinlensin” diyemiyorum.) Ve bunun bir kez kurumlaşması, huy edinilmesi halinde yarın öbür gün kimlerin ne ile karşılaşacağı hiç belli değildir.
Eğer bir devlet ve onun ilgili birimleri bunu bertaraf edemiyor ve sorumlularını deşifre edip, tasfiye edemiyorsa “Devlet olma” vasfını yitirmiş demektir.
Benim merak ettiğim ise şu; Nazlı Hanım, bunları bilmiyor olamaz. O halde neden böyle bir laf etti? Sahi, sizce neden etti?...
Atilla Akar - YURT