İKTİDARI İŞKENCE VE TECAVÜZ SUÇLARI RAHATSIZ ETMİYOR!
Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan bugünkü yazısında Emniyetin başına atanan polis şefini ve Suriye'deki olaylara iktidarın tepkisini eleştirdi.
İnsan bıkıyor bazen, "yeter artık" demek istiyor, yıllardır her meşrepten, her renkten adam geldi, hepsi de aynı oyunlara, aynı yalanlara, aynı zorbalıklara sarıldı.
Bundan bir sonuç çıkmadığını görüyorlar, gene de aynısını yapıyorlar.
Şimdi de AKP iktidarı "askerî vesayetin" bütün ezberlerini piyasaya sürüyor.
Emniyet Müdürlüğü'nün "işkence" ile ilgili açıklamasını okuduğumda, Genelkurmay'ın Aktütün ile ilgili "yalanlamasını" hatırladım.
O büyük facianın haberini "görüntülerle" verirken, iki derenin adı karışmış, Genelkurmay o "derelerin" yanlış verildiğini söylüyordu "yalanlamasında" ama bunu öyle bir söylüyordu ki sanırsın haber hepten yanlış.
Öyle olmadığını yazdık.
Daha sonra işin gerçeğini kendileri de itiraf etti zaten.
Niye yalan söylediler, niye gerçeği bile bile çarpıtmaya çalıştılar?
Yalanı zorla, baskıyla kabul ettirmeye alışmışlardı, yandaş medyaları da vardı, böyle uyduruk bir yalanlamayla olayı kapatırız sandılar.
AKP iktidarının Emniyet'i de şimdi askerî vesayetin Genelkurmay'ı gibi davranıyor.
Onları da suçlamıyorum, başlarında "haberi incelemedim" diyen, işkenceye, tecavüze aldırmayan, böyle korkunç olaylar karşısında kılı bile kıpırdamayan, bunları doğal bulan bir bakanları varken ne yapacaklar?
Emniyet, İstanbul'da Terörle Mücadele'nin başına atanan polis şefinin "tayinini" savunurken, bu polisin "mahkûm" olmadığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de polisi mahkûm etmediğini söylüyor.
O bölüm aynen şöyle:
"Emniyet Müdürü Ay hakkında Yargıtay'ca onanmış hiçbir ceza olmadığı gibi, haberlerde sunulan iddiaların aksine Türkiye, Emniyet Müdürünün fiilleri dolayısıyla AİHM'de ceza almamış; olayda adı geçen bayanın ifadelerinde veya doktor raporlarında hiçbir darp-cebir ve tecavüz iddiası veya belirtisi olmadığı halde gözaltı işleminden dokuz ay sonra yapmış olduğu iftiralar nedeniyle yetersiz tahkikattan dolayı cezalandırılmıştır."
Yeni atanan polis müdürü, askerî vesayetin en korkunç günlerinde bile "işkenceden" mahkûm olmuş ama çok sık rastlanan bir uygulamayla cezası "zamanaşımına" uğratılmış, Yargıtay da onamamış.
"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde ceza almamış" lafına gelince, İnsan Hakları Mahkemesi "tecavüz" iddiasında Türkiye'yi "yetersiz tahkikattan", daha açık söylersek "işin üstünü kapatmaktan" mahkûm etmiş.
İnsan Hakları Mahkemesi, "tecavüz iddiasının üstünü kapatıyorsun" diyerek Türkiye'yi mahkûm ediyor, yerel mahkeme "işkenceden" polisi suçlu buluyor ama verilen ceza "zamanaşımına" uğratılıyor.
Bütün bunlardan çıkan sonuç bu polisin "suçu olmadığı" mı, hükümet ve Emniyet bu durumdan bunu mu anlıyor?
Niye polisi atamadan önce "zamanaşımına" uğrayan cezasının nedenini araştırmıyorsunuz, niye AİHM'nin "üstünü kapattınız" dediği tecavüz iddiasının ve soruşturmasının üstünü siz "açmıyorsunuz" da geçiştiriyorsunuz?
Çünkü bu iktidarı da, onun bakanını da, onun medyasını da "işkence ve tecavüz" suçları hiç rahatsız etmiyor.
Tam tersine, girdikleri bu baskıcı yolda bugünkü gibi bir bakanı, kendi amaçları için daha "elverişli" buluyorlar.
İçişleri Bakanı'nın başka bir amaçla göreve getirilmiş olduğunu düşünebilen kimse var mı bu ülkede?
Biri çıkar da "o görevi yetenekleri, birikimi, hukuktan ve demokrasiden yana olması nedeniyle aldı" diyebilir mi?
İçişleri Bakanı'nın kimliği bile bu iktidarın nereye doğru ilerlediğini ve amaçlarını göstermiyor mu?
Her şeyi zorla ve zorbaca yapabileceklerini sandıkları bir yolda yürüyorlar, o yoldan daha önce de askerî vesayetin generalleri geçmişti ama bu yönetim o yolun "çıkmaz" olduğunu öğrenemedi.
Sadece işkence, tecavüz, suçun üstünü kapatma, suçluyu koruma konusunda değil Kürt meselesi gibi meselelerde askerî vesayet çizgisinde yürüyorlar.
Hâlâ Kürt meselesini "askerî" bir mesele sanıyorlar.
Dört ülkeye yayılmış milyonlarca Kürt'ün yeni bir aşamaya geçtiğini, birbirleriyle sıkı bir iletişim kurduklarını, Irak'tan sonra Suriye'de de yeni bir Kürt devletinin ya da "özerk yönetiminin" kurulacağını düşünmenin bile bütün Kürtleri heyecanlandırdığını fark edememiş gibi davranıyorlar.
Türkiye'nin Kürt'ünün yıllarca inkâr edilen haklarını teslim edeceklerine, Suriye'nin Kürt'üne de müdahale etmekten söz edebiliyorlar.
Türkiye, hangi uluslararası hukuka göre "başka bir ülkedeki" siyasi oluşumlara silahla müdahale edecek, böyle bir müdahalenin dünyadaki yansımaları ne olacak, Türkiye'deki Kürtler bu müdahaleye nasıl bir tepki verecek?
Silahla bütün Kürtleri, bütün dünyayı susturacağımızı mı düşünüyoruz?
Delirdi mi Türkiye?
Zorbalık çıkar yol değildir.
Demokrasiden ve hukuktan başka yol yok Türkiye için, bu yoldan uzaklaştıkça belaya yaklaşırız.
Ve ne yazık ki gittikçe de daha çok yaklaşıyoruz bu "vesayetçi paşa" kafasıyla.
Ahmet Altan/Taraf
Bundan bir sonuç çıkmadığını görüyorlar, gene de aynısını yapıyorlar.
Şimdi de AKP iktidarı "askerî vesayetin" bütün ezberlerini piyasaya sürüyor.
Emniyet Müdürlüğü'nün "işkence" ile ilgili açıklamasını okuduğumda, Genelkurmay'ın Aktütün ile ilgili "yalanlamasını" hatırladım.
O büyük facianın haberini "görüntülerle" verirken, iki derenin adı karışmış, Genelkurmay o "derelerin" yanlış verildiğini söylüyordu "yalanlamasında" ama bunu öyle bir söylüyordu ki sanırsın haber hepten yanlış.
Öyle olmadığını yazdık.
Daha sonra işin gerçeğini kendileri de itiraf etti zaten.
Niye yalan söylediler, niye gerçeği bile bile çarpıtmaya çalıştılar?
Yalanı zorla, baskıyla kabul ettirmeye alışmışlardı, yandaş medyaları da vardı, böyle uyduruk bir yalanlamayla olayı kapatırız sandılar.
AKP iktidarının Emniyet'i de şimdi askerî vesayetin Genelkurmay'ı gibi davranıyor.
Onları da suçlamıyorum, başlarında "haberi incelemedim" diyen, işkenceye, tecavüze aldırmayan, böyle korkunç olaylar karşısında kılı bile kıpırdamayan, bunları doğal bulan bir bakanları varken ne yapacaklar?
Emniyet, İstanbul'da Terörle Mücadele'nin başına atanan polis şefinin "tayinini" savunurken, bu polisin "mahkûm" olmadığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de polisi mahkûm etmediğini söylüyor.
O bölüm aynen şöyle:
"Emniyet Müdürü Ay hakkında Yargıtay'ca onanmış hiçbir ceza olmadığı gibi, haberlerde sunulan iddiaların aksine Türkiye, Emniyet Müdürünün fiilleri dolayısıyla AİHM'de ceza almamış; olayda adı geçen bayanın ifadelerinde veya doktor raporlarında hiçbir darp-cebir ve tecavüz iddiası veya belirtisi olmadığı halde gözaltı işleminden dokuz ay sonra yapmış olduğu iftiralar nedeniyle yetersiz tahkikattan dolayı cezalandırılmıştır."
Yeni atanan polis müdürü, askerî vesayetin en korkunç günlerinde bile "işkenceden" mahkûm olmuş ama çok sık rastlanan bir uygulamayla cezası "zamanaşımına" uğratılmış, Yargıtay da onamamış.
"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde ceza almamış" lafına gelince, İnsan Hakları Mahkemesi "tecavüz" iddiasında Türkiye'yi "yetersiz tahkikattan", daha açık söylersek "işin üstünü kapatmaktan" mahkûm etmiş.
İnsan Hakları Mahkemesi, "tecavüz iddiasının üstünü kapatıyorsun" diyerek Türkiye'yi mahkûm ediyor, yerel mahkeme "işkenceden" polisi suçlu buluyor ama verilen ceza "zamanaşımına" uğratılıyor.
Bütün bunlardan çıkan sonuç bu polisin "suçu olmadığı" mı, hükümet ve Emniyet bu durumdan bunu mu anlıyor?
Niye polisi atamadan önce "zamanaşımına" uğrayan cezasının nedenini araştırmıyorsunuz, niye AİHM'nin "üstünü kapattınız" dediği tecavüz iddiasının ve soruşturmasının üstünü siz "açmıyorsunuz" da geçiştiriyorsunuz?
Çünkü bu iktidarı da, onun bakanını da, onun medyasını da "işkence ve tecavüz" suçları hiç rahatsız etmiyor.
Tam tersine, girdikleri bu baskıcı yolda bugünkü gibi bir bakanı, kendi amaçları için daha "elverişli" buluyorlar.
İçişleri Bakanı'nın başka bir amaçla göreve getirilmiş olduğunu düşünebilen kimse var mı bu ülkede?
Biri çıkar da "o görevi yetenekleri, birikimi, hukuktan ve demokrasiden yana olması nedeniyle aldı" diyebilir mi?
İçişleri Bakanı'nın kimliği bile bu iktidarın nereye doğru ilerlediğini ve amaçlarını göstermiyor mu?
Her şeyi zorla ve zorbaca yapabileceklerini sandıkları bir yolda yürüyorlar, o yoldan daha önce de askerî vesayetin generalleri geçmişti ama bu yönetim o yolun "çıkmaz" olduğunu öğrenemedi.
Sadece işkence, tecavüz, suçun üstünü kapatma, suçluyu koruma konusunda değil Kürt meselesi gibi meselelerde askerî vesayet çizgisinde yürüyorlar.
Hâlâ Kürt meselesini "askerî" bir mesele sanıyorlar.
Dört ülkeye yayılmış milyonlarca Kürt'ün yeni bir aşamaya geçtiğini, birbirleriyle sıkı bir iletişim kurduklarını, Irak'tan sonra Suriye'de de yeni bir Kürt devletinin ya da "özerk yönetiminin" kurulacağını düşünmenin bile bütün Kürtleri heyecanlandırdığını fark edememiş gibi davranıyorlar.
Türkiye'nin Kürt'ünün yıllarca inkâr edilen haklarını teslim edeceklerine, Suriye'nin Kürt'üne de müdahale etmekten söz edebiliyorlar.
Türkiye, hangi uluslararası hukuka göre "başka bir ülkedeki" siyasi oluşumlara silahla müdahale edecek, böyle bir müdahalenin dünyadaki yansımaları ne olacak, Türkiye'deki Kürtler bu müdahaleye nasıl bir tepki verecek?
Silahla bütün Kürtleri, bütün dünyayı susturacağımızı mı düşünüyoruz?
Delirdi mi Türkiye?
Zorbalık çıkar yol değildir.
Demokrasiden ve hukuktan başka yol yok Türkiye için, bu yoldan uzaklaştıkça belaya yaklaşırız.
Ve ne yazık ki gittikçe de daha çok yaklaşıyoruz bu "vesayetçi paşa" kafasıyla.
Ahmet Altan/Taraf