İKLİM BAYRAKTAR İLE NASIL TANIŞTIM! EMİN ÇÖLAŞAN AÇIKLADI!
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, son günlerin olay ismi İklim Bayraktar hakkında ilginç bir açıklamada bulundu.
Ve İklim Bayraktar olayı
YERİ gelmişken, son olayların kahramanı olan İklim Bayraktar hakkında birkaç şey söylemek isterim. Bana ilk gelişini anımsıyorum. Hürriyet’e sanırım 1980’li yılların sonunda küçük bir kız çocuğu geldi. Gazeteci olmak istiyordu. İstanbul’da oturuyordu ve benim yapacağım bir şey yoktu.
Aradan uzun yıllar geçti, geçen yaz Ankara’da rastlaştık. Evlenmiş, Ankara’ya taşınmış.
Sözcü’nün Ankara bürosuna bir kez bundan aylar önce, bir kez de yaklaşık bir ay önce ziyaretime geldi. Son geldiğinde odatv’de yazmaya başlamıştı ama o iş kendisini kesmiyordu.
Para almadan Sözcü’de yazmak istediğini söyledi.
Böyle bir şeyin mümkün olmadığını, dışarıdan yeni birilerine bizim gazetenin yazı yazdırmadığını, bu konuda ilke karan alındığını anlattım.
O süreçte başka yayın kuruluşlarına gidip aynı istekte bulunduğunu şimdi öğreniyoruz.
Bir de kitap projesi vardı. Bazı yaşadıklarını, anılarını, uğradığı haksızlıkları ve başına gelenleri kitap yapmak istiyordu. Bana danıştı. İlginç olaylar anlatıyordu. Yazmasını söyledim. (Konuştuğumuz zaman odatv olayı, gözaltılar, tutuklamalar ve CHP olayı yoktu.)
İstanbul’da savcıya verdiği ifade bizim gazeteye de ulaştı. Ekinde İstanbul’da polise verdiği 25 sayfalık ifadesi de vardı. Orada bir cümlesine takıldım. Biriyle yaptığı ve dinlenen telefon konuşmasında şöyle demiş:
"Bir savaşçı gibi ne yapacaksak yapalım. Bana yollayın şu belgeleri de, ben de tanıdığım gazetecilere yollayayım en azından. Bekir Coşkun’a, Emin Çölaşan’a. Bunlar ikisi benim kankam. Ben ne dersem onu yapıyorlar yani."
Dün Bekir’i aradım, İklim’i tanıyıp tanımadığını sordum:
"Gazeteye gelip benimle bir röportaj yaptı, referans olarak da seni gösterdi. Beni Emin abiye sorabilirsiniz dedi" diye yanıt verdi.
Tanıdığım kadarıyla İklim, gazetecilik aşkı ve hırsıyla yanıp tutuşan, hep haksızlığa uğradığına, bu meslekte çok daha iyi yerlere gelmesi gerektiğine, kendisine fırsat verildiği takdirde çok başarılı işler yapacağına inanan biriydi.
Sonra olanlar için bir yorum yapamıyorum çünkü anlamıyorum!
***
Sevgili okuyucularım. geçtiğimiz salı günü "Uykusuzluk" başlıklı bir yazı yazmıştım. Özellikle kritik davalarda gözaltına alınan kişiler için Emniyet’te dört gün gözaltı süresi var. Onlara bu süre içerisinde, çeşitli bahanelerle uyku uyutulmuyor. Yorgun düşen, kafasını toparlaması mümkün olmayan zanlılar daha sonra savcının ve mahkemenin önüne çıkarılıyor. günlerce uyku uyumamış bir durumda ifadeleri alınıyor.
O yazımda özetle şöyle demiştim:
"Artık bedensel işkence yapılmıyor. Ancak onun daha beteri var: Ruhsal işkence. Kişiyi Emniyet’te günlerce uykusuz bıraktırıp çökertmek, zayıf düşürüp teslim bayrağını çekmesini sağlamak. Sanıklara manevi işkence yapılıyor. Maddi işkencenin yerini manevi işkence aldı. Hem de fiziksel iz bırakmıyor."
İklim Bayraktar’ın Emniyet ifadesini okurken gözüme şu yazdıklarımı doğrulayan iki önemli husus takıldı. Saatlere dikkat:
"İfadenin bu aşamasında, şüpheli iklim Kaleli (Bayraktar) ile avukatı Öncü Özbay’ın ifadeye ara verilmesini istemesi üzerine, saat 05.25 te ihtiyaç giderilmesi amacıyla ifade alma işlemine ara verilmiştir.
Saat 05.40’da ifade alma işlemine devam edilmiştir."
İfade alma işlemine ne zaman başlandığı tutanakta yer almıyor. Herhalde gece yarısı, uyunması gereken bir zamanda olsa gerek, ifadeler niçin gündüz alınmıyor da. Sabaha karşı alınıyor?
Ve en sondaki zaman: İfade alma işlemi sabah 08.15’de sona eriyor.
Bu durumu avukatına sordum. Aldığım yanıt ilginçti:
"Müvekkilim savcının karşısına çıktığında, yaklaşık 60 saat hiç uyumamış ti."
Uyku uyutulmayan, manevi olarak çökertilen bir insan bu koşullarda sağlıklı bir ifade verebilir mi?
Üzerinde ülke genelinde durulması gereken çok önemli bir konudur.
İlgili kişi ve kurumlar bu olayı niçin görmezden gelmektedir, anlamak mümkün değildir.
Emin ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ
YERİ gelmişken, son olayların kahramanı olan İklim Bayraktar hakkında birkaç şey söylemek isterim. Bana ilk gelişini anımsıyorum. Hürriyet’e sanırım 1980’li yılların sonunda küçük bir kız çocuğu geldi. Gazeteci olmak istiyordu. İstanbul’da oturuyordu ve benim yapacağım bir şey yoktu.
Aradan uzun yıllar geçti, geçen yaz Ankara’da rastlaştık. Evlenmiş, Ankara’ya taşınmış.
Sözcü’nün Ankara bürosuna bir kez bundan aylar önce, bir kez de yaklaşık bir ay önce ziyaretime geldi. Son geldiğinde odatv’de yazmaya başlamıştı ama o iş kendisini kesmiyordu.
Para almadan Sözcü’de yazmak istediğini söyledi.
Böyle bir şeyin mümkün olmadığını, dışarıdan yeni birilerine bizim gazetenin yazı yazdırmadığını, bu konuda ilke karan alındığını anlattım.
O süreçte başka yayın kuruluşlarına gidip aynı istekte bulunduğunu şimdi öğreniyoruz.
Bir de kitap projesi vardı. Bazı yaşadıklarını, anılarını, uğradığı haksızlıkları ve başına gelenleri kitap yapmak istiyordu. Bana danıştı. İlginç olaylar anlatıyordu. Yazmasını söyledim. (Konuştuğumuz zaman odatv olayı, gözaltılar, tutuklamalar ve CHP olayı yoktu.)
İstanbul’da savcıya verdiği ifade bizim gazeteye de ulaştı. Ekinde İstanbul’da polise verdiği 25 sayfalık ifadesi de vardı. Orada bir cümlesine takıldım. Biriyle yaptığı ve dinlenen telefon konuşmasında şöyle demiş:
"Bir savaşçı gibi ne yapacaksak yapalım. Bana yollayın şu belgeleri de, ben de tanıdığım gazetecilere yollayayım en azından. Bekir Coşkun’a, Emin Çölaşan’a. Bunlar ikisi benim kankam. Ben ne dersem onu yapıyorlar yani."
Dün Bekir’i aradım, İklim’i tanıyıp tanımadığını sordum:
"Gazeteye gelip benimle bir röportaj yaptı, referans olarak da seni gösterdi. Beni Emin abiye sorabilirsiniz dedi" diye yanıt verdi.
Tanıdığım kadarıyla İklim, gazetecilik aşkı ve hırsıyla yanıp tutuşan, hep haksızlığa uğradığına, bu meslekte çok daha iyi yerlere gelmesi gerektiğine, kendisine fırsat verildiği takdirde çok başarılı işler yapacağına inanan biriydi.
Sonra olanlar için bir yorum yapamıyorum çünkü anlamıyorum!
***
Sevgili okuyucularım. geçtiğimiz salı günü "Uykusuzluk" başlıklı bir yazı yazmıştım. Özellikle kritik davalarda gözaltına alınan kişiler için Emniyet’te dört gün gözaltı süresi var. Onlara bu süre içerisinde, çeşitli bahanelerle uyku uyutulmuyor. Yorgun düşen, kafasını toparlaması mümkün olmayan zanlılar daha sonra savcının ve mahkemenin önüne çıkarılıyor. günlerce uyku uyumamış bir durumda ifadeleri alınıyor.
O yazımda özetle şöyle demiştim:
"Artık bedensel işkence yapılmıyor. Ancak onun daha beteri var: Ruhsal işkence. Kişiyi Emniyet’te günlerce uykusuz bıraktırıp çökertmek, zayıf düşürüp teslim bayrağını çekmesini sağlamak. Sanıklara manevi işkence yapılıyor. Maddi işkencenin yerini manevi işkence aldı. Hem de fiziksel iz bırakmıyor."
İklim Bayraktar’ın Emniyet ifadesini okurken gözüme şu yazdıklarımı doğrulayan iki önemli husus takıldı. Saatlere dikkat:
"İfadenin bu aşamasında, şüpheli iklim Kaleli (Bayraktar) ile avukatı Öncü Özbay’ın ifadeye ara verilmesini istemesi üzerine, saat 05.25 te ihtiyaç giderilmesi amacıyla ifade alma işlemine ara verilmiştir.
Saat 05.40’da ifade alma işlemine devam edilmiştir."
İfade alma işlemine ne zaman başlandığı tutanakta yer almıyor. Herhalde gece yarısı, uyunması gereken bir zamanda olsa gerek, ifadeler niçin gündüz alınmıyor da. Sabaha karşı alınıyor?
Ve en sondaki zaman: İfade alma işlemi sabah 08.15’de sona eriyor.
Bu durumu avukatına sordum. Aldığım yanıt ilginçti:
"Müvekkilim savcının karşısına çıktığında, yaklaşık 60 saat hiç uyumamış ti."
Uyku uyutulmayan, manevi olarak çökertilen bir insan bu koşullarda sağlıklı bir ifade verebilir mi?
Üzerinde ülke genelinde durulması gereken çok önemli bir konudur.
İlgili kişi ve kurumlar bu olayı niçin görmezden gelmektedir, anlamak mümkün değildir.
Emin ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ