Efendim: maalesef Türkiye’de her şey çok çabuk politize oluyor. Olaylar, olgular, kişiler “olduğu gibi” değil, “tarafına göre” tartışılıyor. Eğer bir “taraf” tan iseniz “diğer taraf” sizin hemen üzerinizi çiziyor. “İdeoloji” adeta tek kriter haline geliyor. Artık her davranışınız buna göre yargılanıyor ya da savunuluyor.
Bir şey daha yapılıyor. O da insanlar, o kişilerin yol açtığı olayları değerlendirirken “etnik” kökenine ya da “mezhebe” göre değerlendirme çabası içine giriyor. Ona göre savunuyor ya da savunmuyor. Tabii bu hengâmede gerçek kaygısı, objektivite arayışı, makuliyet, vb gibi kavramlar güme gidiyor. Kimin umurunda ki? “Bizim tarafa” halel gelmesin yeter. Tabii herkesin kendine göre bir “bizim taraf”ı var!..
Ne Çabuk Buralara Geldik Arkadaş!..
Nitekim buna benzer bir olayı son günlerde Yılmaz Güney’in ismi etrafında süren tartışmada gözlemledik. Şair Murathan Mungan’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle yaptığı paylaşımda “Sinemamızın en iyi yürüyen erkeğiydi. Bir daha kimse onun gibi boynunu hafifçe yana kırarak hüzünle bakarken içimizin en ücra yerine dokunamadı.” ifadesini kullandı. Bunu da anlamadım ya (!) koskoca Yılmaz Güney filmlerinde bula bula bunu mu bulmuş. Yılmaz Güney sanki podyum mankeni ve yürüyüşünü tartışıyoruz. Neyse…
Sonrasında ise oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın “Sinemamızın en iyi yürüyen erkeği shjs ve kadın döven ve şiddet türleri açısından zengin ve etkili silah kullanan diyelim.” demesi ortalığı karıştırdı. Yılmaz Güney’in ailesi de tepki göstererek “Kanuni haklarımızı kullanacağız” derken buna karşılık Farah Zeynep’de cevap olarak “ok hakimi vurmak yok ama” kinayesini yaptı. Ondan sonra ortalık karıştı ve Yılmaz Güney’i savunanlar ve savunmayanlar birbirine girdi.
Ardından olaya Nagehan Alçı da katılacak ve "Şiddet konusunda aleyhine yazılanlar doğru. Bunlar defalarca da yazıldı" diyen Alçı, "Fakat şu konjonktürde Güney’e Farah Zeynep’le başlayan saldırı kampanyasının sebebi Güney’in Kürt olması. Olayın özü bu" ifadelerini kullanmıştı. Alçı'nın sözlerini X platformu üzerinden alıntılayan Abdullah, "Yok koç erkeği olması abartma" şeklinde dalga geçerek cevaplayacaktı. Halbuki Farah Zeynep Abdullah karşı çıkışında tek kelime dahi “Kürtlük” konusuna değinmiyordu bile. Onu harekete geçiren daha ziyade “Kadın dövmesi” gibi görünüyor. Zaten bugünün cari hassasiyetlerine de bu tarz bir tepki uyuyor. Fakat ok yaydan çıkmıştı bir kere!
Ondan sonra özellikle sosyal medya ortamında Yılmaz Güney’in ne “Kürtçülüğü”, ne “Türk düşmanlığı”, “PKK’lılığı” kaldı. Olay gittikçe başka bir boyuta çekildi adeta. Diğer tarafta onun kişiliği üzerinden solun önemli simalarının karalanmaya çalışıldığını öne sürüyordu. İnsan ister istemez düşünüyor: Acaba sembol bir isim üzerinden toplumda yeni ayrım noktaları mı oluşturulmaya ya da kaşınmaya çalışılıyor?
Hangi Yılmaz Güney?
Hadi Attila İlhanvari bir soru soralım: Hangi Yılmaz Güney? Bu şartlar altında Yılmaz Güney’i nereye oturtacağız? Her sanatçının bir “insan” bir de “sanatçı” yanı vardır. Birini diğerinin karşısına çıkartırsanız tanınmaz hale getirirsiniz. Bir yanda mitoslaştırma, bayraklaştırma, tartışılmazlık, tapınma, diğer yanda kötüleme, inkâr, saldırma, dışlama. Olayı bu ikileme soktuğunuzda çıkamazsınız. Yılmaz Güney, günahları ve sevaplarıyla bir bütündür. Kişisel hayatında ciddi falsoları olabilir. Lakin hangi yönden olursa olsun, abartmadan bakmak gerek. Bir tarafını kabul edip, öte tarafını reddedemezsiniz. Oysa her iki yönde Yılmaz Güney gerçeğinin bir parçasıdır. Bunlardan biri bize ne kadar “itici” ve “sevimsiz” gelse de.
Örneğin 1966’da araba kullanırken bir çocuğa çarpması (Vikipedi’de alkollü olduğu belirtilmiş), 1967’de evlendiği Nebahat Çehre’ye şiddet uygulaması, arabasıyla ezmeye kalktığının söylenmesi, Çehre’nin kafasına koyduğu bardağa ateş etmesi olayı , 1974’te Adana’da Hakim Sefa Mutlu’yu ateş ederek öldürmesi gibi tasvibi mümkün olmayan davranışlar. İyi ama bütün bunlar “Yol”, Umut”, “Sürü”, vb gibi filmlerini siler mi? Beğenelim beğenmeyelim, Yılmaz Güney, her şeye ve bütün hata, eksiklerine rağmen bu toprakların bir değeridir.
İki Yılmaz Güney Var!..
Bence doğru tutum Yılmaz Güney’in hem yanlışlarını, bireysel zaaf ve eksiklerini fark edip hem de Türk sinemasının farklı bir yönetmen - aktörünü görmekten geçiyor. Yoksa sittin sene bu konuyu tartışılıp dururuz. İşin garibi her iki tarafı da haklı çıkartacak doneleri Güney’in yaşamında bulmak mümkündür. Ne yapacağız herkesin “sabıka kaydı”nı mı tutacağız? Savcılıktan “temiz kâğıdı” mı isteyeceğiz? İyi de bu neye yarar?
İkisi de “Bizim” Yılmaz Güney’imiz. Sanatçı, devrimci, “Çirkin kral” ya da lümpen davranışlı, feodal kompleksleri olan, kadın döven maço, katil. Artık hangisi işinize gelirse. Hangisini kendinize ve niyetinize yakın bulursanız. Seçin, beğenin, alın!..
Yılmaz Güney “Tartışılmaz” Değildir!..
Öte yandan ona tartışılmazlık, eleştirilemezlik yüklemek de bir o kadar onun “insani” yanını dışlamak olacaktır. Yılmaz Güney, tarihe ve topluma mal olmuş bir kişiliktir. Onu “eleştiriler üstü” görmekte bir nevi mitoslaştırmaktır. Herkes ona dair kanaatlerini özgürce söyleyebilmelidir. Hemen linçe uğratmanın yahut ambargolar koymanın da manası yoktur. Entelektüel hayatımız artık bu olgunluğu gösterebilmelidir. Yoksa kimsenin doğru düzgün bir biyografisi yazılamaz ya da filme çekilemez. Ne yapacağız onun kimi davranışlarını halının altına mı süpüreceğiz? İşte o zaman “Yılmaz Güney”i anlatamamış oluruz. O yüzden salt övende tek yanlı bakıyordur yerende. Her iki Yılmaz Güney’de önce onun sonra bizim gerçeğimizdir. Birini diğerinin karşısına çıkaramazsınız. Biri diğerini tamamlar. Ama az ama çok!..
Anlaşılan sinemada sansüre karşı olanlar şimdi “Zihinlerde sansüre evet” diyorlar. O yüzden Farah Zeynep Abdullah’ı da çarmıha germenin anlamı yok. (Kız çoğu karnından konuşandan daha mert davranmış bence. Sanatçı camiadan bir İlyas Salman destek attı galiba.) Zaten her zaman onun hakkında benzer şeyler düşünenler vardı. Lakin bir kesimin mahalle baskısından, dışlanma, damgalanma korkusundan kimse dile getiremiyordu. Yılmaz Güney idolü bir tür “dokunulmazlık zırhı”na bürünmüştü. Kimileri ise ondan tapınılacak bir “Put” kimileri de “Şeytan” çıkarmanın peşine düştü. Oysa ikisi de değildi. Olamazdı da zaten!
Yüceltimler yanıltıcıdır!..
Tarihte sevdiğimiz ya da yücelttiğimiz birçok sanatçının özel hayatına, kişisel davranışlarına, yaptıklarına, ettiklerine girmeye kalktığımızda çok sayıda, daha berbat örnekler bulmak mümkündür. Eğer tüm kriterimiz bunlar olsaydı çoğunun filmini izlememek, eserlerini almamak lâzım olacaktı. Hatta belki de tarihten, hafızalardan, ansiklopedilerden silmek gerekecekti. Oysa sanatçı ile ortaya koyduğu eserler arasında böylesine bir “özdeşlik” mümkün değildir. Hatta çoğu kez tam tersidir. Sevenlerinin gözündeki kişi ile gerçekte olan kişi arasında aynılık söz konusu olamaz. Aksi avamın filmde “kötü adam”ı oynayan artisti de “kötü” ya da “iyi adam”ı oynayanı da gerçek hayatta “iyi” sanması gibi bir şey olur!
Hiç şüphesiz bahse konu gibi davranışlar söz konusu olduğunda Yılmaz Güney’in savunulamayacak tarafları var. Fakat böyle diye onun sinemacılığını, filmlerini, sanatını yok mu sayacağız? Birini diğerine feda mı edeceğiz? Birini öne çıkartıp, diğerini yok mu sayacağız? Birini övüp, diğerini mi yereceğiz? Aslında herkesi günah ve sevaplarıyla yerli yerine oturttuğumuzda, doğru temelde tartıştığımızda sorun kendiliğinden halloluyor biranda. Ölçüyü kaçırmanın alemi yok!..
19. 09. 2023