İHALE TAKİPÇİSİ,MÜZİK YAPIMCISI,TRAFİK MÜŞAVİRİ,CANLI HAYVAN KAÇAKÇISI GAZETECİ KİM?

Star yazarı Ahmet Kekeç,İslami medyaya "biat medyası" yakıştırmasını yapan Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü "önce gözündeki merteğe bak" diyerek yukarıdaki sıfatları taşıyan gazetecinin kimliğini açıklamaya çağırdı.

İşte o yazı;

Önce gözündeki merteğe bak...

Ben bu adam hakkında yazı yazmaktan bıktım, ama o paralanmaktan bıkmadı. Konuşulan, tartışılan biri olmayı seviyor. Hayır, `hoşgörülü´ biri olduğu için değil; yaşama enerjisini `öteki´nden farklılığını vurgulayan eleştirilerden alıyor da, ondan.

Kimden mi söz ediyorum?

Elbette Ertuğrul Özkök´ten.

Durup durup ilginç kavramlar atıyor ortaya. Zeki de bir adam. Daha doğrusu, kurnazlığı `zeka´yla kamufle etmeye çalışan bir adam.

Bu kadar diri ve bağıran bir `zeka´nın insanda uyandırdığı düşünce ne olabilir ki?

Benim aklıma `kurnazlık´ geliyor.

Mesela, geçtiğimiz aylarda, `biat medyası´ gibi, içini nasıl doldurduğunu merak ettiğim bir kavram türetmişti. Teolojik alana ait olması gereken bir ıstılahla, teolojik bir sonuca hiç de uygun olmayan bir sözcüğün birleştirerek, kendince bir kesimi yargılıyordu.

Biat medyası bazı konularda özellikle suskunluğu tercih ediyormuş; mesela karısını pataklayan milletvekilini hiç gündeme getirmiyormuş, tay skandalıyla ilgili tek kelime yazmıyormuş, cemaat içi meselelerle ilgili özeleştiri yapmıyormuş... İyi ki merkez medya varmış. Kendilerinin de içinde yer aldığı merkez medya olmasaymış, bazı skandalları bilemezmişiz. Çünkü merkez medya çalışanları `biat´ değil, `eleştiri´ kültürüyle büyümüşler. Gerçi merkez medyanın bir `Andıç ayıbı´ varmış ama, o ayıbı yine kendileri temizlemeye uğraşmışlar, falan filan.

Evet, merkez medyanın bir Andıç ayıbı vardı...

Üstelik, `meşruiyet sorgulamasını´ gerektirecek büyüklükte bir ayıptı.

Ama bu ayıbı, `eleştiri kültürü´yle büyüdüğü söylenen merkez medya temizlememiştir.

Kaldı ki, bu ayıp temizlenebilmiş de değildir. Gerçi Özkök, risk ortadan kalktıktan ve yönetim sivillere elverdikten sonra çıkıp, `özrü kabahatinden büyük´ dedirtecek türden bir açıklama yapmış, üzerindeki belayı defetmeye çalışmıştır ama, bu ayıp hálá durup durmaktadır ortada.

Diyorum ya, kurnaz.

Dünkü yazısında da, `İslami omerta´dan söz ediyordu. Omerta, biliyorsunuz, mafya jargonunda `suskunluk´ anlamına geliyor. Kasıtlı, yahut anlaşmalı suskunluk da denilebilir.

Özkök, bu defa, bazı basın yayın organlarının, `aldatılan başörtülü kadın´ ve cemaat evleri konusundaki suskunluğuna takmış. Tıpkı `biat medyası´ yakıştırmasında olduğu gibi, kasıtlı olduğuna inandığı suskunluğu kalemine dolayarak, bir kesime yönelik yargılarda bulunuyor...

Mümkündür.

İnsanlar, hayat alanlarına yönelik bir tecavüzle karşılaştıklarında, bazen suskunluğu tercih edebilirler. Bu, Türkiye Cumhuriyeti gibi, dindar kimliğin yargılandığı ve `hukuk´la ilişkisi problemli ülkelerde çoğu zaman anlayışla karşılanması gereken bir suskunluk da olabilir.

Fakat omerta kuralı ya da ihtiyacı, sadece belli bir kesimle irtibatlandırabileceğimiz bir durum mudur?

Ben de şu soruların cevabını merak ediyorum:

Eleştiri kültürüyle büyüdüğü söylenen bazı basın yayın organları niçin POAŞ konusunda tek satır yazamıyor?

Niçin TCK´yı, TMK´yı, TMK´yı hazırlayıp parlamentonun gündemine getiren `gizli elleri´ eleştiremiyor?

Niçin demokratik normale müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş memurin takımı sözkonusu olunca `özenli suskunluğunu´ koruyor?

Niçin kendisini `yasama organı´ yerine koyup yerleşik kural ihdas eden ihtisas mahkemelerine `Burada omerta geçerli değildir´ d