İCLAL AYDIN VATAN GAZETESİNİN 4'ÜNCÜ KATINDA KARŞILAŞTIĞI HANGİ AKŞAM YAZARINDAN KORKTU?..

İşte İclal Aydın'ın Vatan gazetesinin eklerinde karşılaşınca korkutuğu Akşam yazarıkim?

Korktuuuuum!!

Gazete binasını bir iki haftadır daha sık ziyaret etmeye başladım. Hafta sonu eki için hazırladığımız konuların sayfa düzeni, bir sonraki hafta yapılabilecekler falan filan derken geçip gidiyor vakit.


Bu hafta... Sakin bir perşembe öğle sonrasıydı. Dördüncü kata sessizlik hâkimdi. Ben yine sayfa tasarımı yapan arkadaşlarımın başında "şu resim altına bunu, bu paragraf başına şunu yazalım" diyerek dikilmekteydim.


Katın ana kapısının açıldığını ve içeriye birisinin girdiğini fark ettim. Bize doğru birkaç adım atan kişiye bakmak için başımı çevirdiğimde onunla göz göze geldim ve bakışlarımı hemen kaçırdım. Doğal olarak bundan hiçbir olumlu anlam çıkarmadı ve benim dışımda herkesle tek tek selamlaştı, tokalaştı, kucaklaştı. Dördüncü kattakiler onu gördükleri için çok mutluydu. Çalışma arkadaşları tarafından bu kadar sevildiğini hakikaten bilmiyordum. "Naber, nasılsın, ne var ne yok" gibi ilk cümlelerin ardından, korkumun giderek yükselmeye başladığını hissettim. Allah´ım bir şey söylemem lazım, bir şey söylemem lazım ama neeeee???


***


Ve söyledim! Bu saçma girişkenliğimle dalga geçmek için beni alkışlamanızı istiyorum. Arada ıslıklayıp, şaşkınlık nidaları da çıkarabilirsiniz. Çünkü nasıl saçma bir cümle kurdum biliyor musunuz?? Tuttum, medya ve sanat dünyasını son günlerde çok tedirgin eden ve "Kamçı" isimli köşesinde milleti inim inim inleten Tuğçe Tatari´ye "Aaa ben sizi minik, çok minik, öyle kırılgan, çocuk gibi, narin anımsıyordum" dedim.


Evet! Dedim. Şuursuzca demiş bulundum. Daha derken pişman oldum ama ağzımdan çıkmıştı bile... O da bana kısa ve buz gibi bakıp "Yani??" dedi.


Şimdi buyurayım buradan yakayım...


Hadi toplayalım, nasıl toplayacaksak..


"Eeee... Tabi yani, şöyle kilo almışsınız değil tabii söylemek istediğim. Yani siz öğrenciydiniz ya hani burada başlamıştınız staja da... Yani o günden bugüne bak sen... Ne kadar yol aldınız... Büyümüşsünüz.. Büyümüşsünüz derken, saçlar da değişmiş tabii... Olgunlaşmak anlamında dedim."


Bu evelek gubelek cümlelerimin alt metni ve iç sesi şuydu aslında: "Hiiiiii Tuğçe Tatari!! Eyvah, kafamı da çevirmiş bulundum. Hay Allah! İnsanlardan çekindiğimi kimse bilmiyor!! Kaygılarım yolumu kesiyor hep ve... Hay Allah, ona hava attım sanacak. Ve kamçısını kesin yarın, bilemedin öbür gün benim üzerimde şaklatacak. Ne yapsam, ay Allah´ım ne yapsam? Dur konuşmaya ben de dahil olayım bari. Bir şey söylemem lazım. Hah dur, çok havalı görünüyor. Saç rengi değişmiş. Oradan girersem olumlu olur. Kızlar sever böyle şeyleri. Evet, nereden başlasam...


Ne dedim ben yaaaa??? Ne dedim ben? Sizi ben öyle minik küçük narin hatırlıyordum denir miii!! Allaaam bittim ben. Kamçı köşesinde beni lime lime edecek!!! Niye geldim ki gazeteye? Niye dışarı çıktım ki? Niye insan içine karıştım?? Böyle olur işte..."


***


Tuğçe Tatari yanılmıyorsam Vatan Dergi Grubu´nda başlamıştı işe. Sayfalar, röportajlar derken başka bir gazeteye geçti. Orada şehir dedikoduları yazmaya başladı. Ama nasıl zehir zemberek yazılar! Doğru, yanlış, dedikodu, yorum bilemem... Eski çalışma arkadaşları neşeyle kalkıp kucakladılar, sanki ortaokuldalar, sanki babasının tayini başka şehre çıkan arkadaşlarının bir vesileyle şehre yolu düşmüş de, kapıdan g