HÜRRİYET YAZARI ULUENGİN'DEN DUYGUSAL YAZI! BENİM MEHMET ALİ ABİM
Hürriyet yazarı Hadi Uluengin bugünküköşe yazısında Birand'ı yazdı.
İşte Hürriyet Yazarı Hadi Uluengin’nin bugünkü köşe yazısı...
Benim Mehmet Ali Abim
ARTIK otuzdört yılını noktaladığım meslek hayatımda iki tane gerçek “abi”m oldu.
İlki Mehmet Ali Birand, diğeri ise Hasan Cemal’dir!
Oysa tevellüt hanesindeki yaş farklarımız öyle aman aman bir rakama ulaşmaz.
Kaldı ki, kanlarımız hemen kaynaştı, çok kısa süre içinde hem Mehmet Ali Abi, hem de Hasan Abi’yle enseye tokat derece yakın bir dostluk kurmak bahtiyarlığına eriştim.
Fakat hiçbir zaman o “abi” sıfatından vazgeçmedim ve geçemem!
Çünkü İstanbul terbiyesine riayet ve sahtekâr samimiyete nefret bir yana, “ağabeylerim” aynı zamanda benim “ustalarım”dır da! Hem de ne ustalar!
Üstelik işin doğrusu Mehmet Ali Abi’m Hasan Abi’mden daha eski ustamdır!
* * *
ÖYLEDİR, zira cinnet yıllarımın Brüksel devr-i sabığında bir gün aniden, “artık gurbetçi örgütleme işini bırak ve gazeteciliği öğren. Biz de çıkartacağız” talimatı geldi.
Eh oradaki yegâne “üstat” Birand ya, metazori telefonunu buldum. Utana sıkıla, üstelik de kendisini “burjuva” addettiğim için içimden küfrede küfrede numarayı çevirdim.
“Hemen gel” yanıtını verdi. Yarım saat sonra evindeydim.
Kapıyı, daha sonra lavanta kokulu elini öpmekten daima büyük haz alacağım “Gogoş” açtı ve eski bir Kızıltoprak köşkünün loşluklar şivesiyle “buyursunlar efem” dedi.
* * *
BUYURUŞ işte o buyuruş!
İnkâr eden namerttir, gazeteciliği Mehmet Ali Abi’nin rahle-i tedrisinde öğrendim.
Yani muhataba sorulacak sorunun formülasyonundan fikri takibin meslekî becerideki önemine; artı, Türk Deniz Kuvvetleri’nin Kıbrıs harekâtında kendi muhribini batırdığının açıklamak cesaretinden “emret komutanım” itaatkârlığının arkasındaki zihniyeti sorgulamak “cüretkârlığına” (!), gazeteciyi gazeteci yapan şeyleri o ustamdan ve o üstadımdan edindim.
Çok uzun süre ahizede “atlattim” ünlemini işittim ama tedricen “atlattin” ünlemine de terfi ettim. Asla boynuz kulağı geçmesin muhterisliğiyle davranmadı. Daima kamçıladı.
Öte yandan, Cemre Abla ve Mehmet Ali Abi’nin oğlu Umur kızımla yaşıt ve aynı ilkokula gidiyorlar, dolayısıyla da Umur’un evliliği yılların akışını aniden dank ettirdi.
Mehmet Ali Birand “32. Gün” programıyla başlattığı medyatik devrimi giderek daha da zirveye çıkarttı. Öncülerin öncüsü olarak tarihe geçti.
Muazzam enerjisi ve profesyonel merakıyla tabu ve put kırıcı misyonunu devasa boyuta ulaştırdı ki, eline su dökmeye yeltenecek olanın önce güsûlhane girmesi gerekir.
* * *
MART ortalarıydı, çok kadim dost ve yoldaşlar olarak Tûba – Cengiz Çandar; artı İpek – Oral Çalışlar; artı Sabetay Varol, Fatma – Şahin Alpay’ın evinde yemek yiyorduk.
Hanidir internet sitelerinde dolaşan ama ne Mehmet Ali Abi renk verdiği, ne de ekran devliğinden feragat ettiği için benim hiç ciddiye almadığım “sıhhat problemi” doğrulandı.
“Geçmiş olsun” diye aramalı mı, aramamalı mı tereddüdüne düştüm. Ortak tanışların “o çıtlatmazsa duymazdan gel” tavsiyesine uyarak da sustum. Şimdi buraya yazıyorum:
Mehmet Ali Abi şüphe mi var, her zamanki gibi tabii ki yine “atlattiiiceksin”!
Cemre Abla’yla Umur’un ötesinde Türkiye halkının da ekranını ve beynini daha nice zaman pırıldatacaksın ki, kırdığın ve yıktığın tabuların mutluluğunu yaşayasın!
Benim Mehmet Ali Abim
ARTIK otuzdört yılını noktaladığım meslek hayatımda iki tane gerçek “abi”m oldu.
İlki Mehmet Ali Birand, diğeri ise Hasan Cemal’dir!
Oysa tevellüt hanesindeki yaş farklarımız öyle aman aman bir rakama ulaşmaz.
Kaldı ki, kanlarımız hemen kaynaştı, çok kısa süre içinde hem Mehmet Ali Abi, hem de Hasan Abi’yle enseye tokat derece yakın bir dostluk kurmak bahtiyarlığına eriştim.
Fakat hiçbir zaman o “abi” sıfatından vazgeçmedim ve geçemem!
Çünkü İstanbul terbiyesine riayet ve sahtekâr samimiyete nefret bir yana, “ağabeylerim” aynı zamanda benim “ustalarım”dır da! Hem de ne ustalar!
Üstelik işin doğrusu Mehmet Ali Abi’m Hasan Abi’mden daha eski ustamdır!
* * *
ÖYLEDİR, zira cinnet yıllarımın Brüksel devr-i sabığında bir gün aniden, “artık gurbetçi örgütleme işini bırak ve gazeteciliği öğren. Biz de çıkartacağız” talimatı geldi.
Eh oradaki yegâne “üstat” Birand ya, metazori telefonunu buldum. Utana sıkıla, üstelik de kendisini “burjuva” addettiğim için içimden küfrede küfrede numarayı çevirdim.
“Hemen gel” yanıtını verdi. Yarım saat sonra evindeydim.
Kapıyı, daha sonra lavanta kokulu elini öpmekten daima büyük haz alacağım “Gogoş” açtı ve eski bir Kızıltoprak köşkünün loşluklar şivesiyle “buyursunlar efem” dedi.
* * *
BUYURUŞ işte o buyuruş!
İnkâr eden namerttir, gazeteciliği Mehmet Ali Abi’nin rahle-i tedrisinde öğrendim.
Yani muhataba sorulacak sorunun formülasyonundan fikri takibin meslekî becerideki önemine; artı, Türk Deniz Kuvvetleri’nin Kıbrıs harekâtında kendi muhribini batırdığının açıklamak cesaretinden “emret komutanım” itaatkârlığının arkasındaki zihniyeti sorgulamak “cüretkârlığına” (!), gazeteciyi gazeteci yapan şeyleri o ustamdan ve o üstadımdan edindim.
Çok uzun süre ahizede “atlattim” ünlemini işittim ama tedricen “atlattin” ünlemine de terfi ettim. Asla boynuz kulağı geçmesin muhterisliğiyle davranmadı. Daima kamçıladı.
Öte yandan, Cemre Abla ve Mehmet Ali Abi’nin oğlu Umur kızımla yaşıt ve aynı ilkokula gidiyorlar, dolayısıyla da Umur’un evliliği yılların akışını aniden dank ettirdi.
Mehmet Ali Birand “32. Gün” programıyla başlattığı medyatik devrimi giderek daha da zirveye çıkarttı. Öncülerin öncüsü olarak tarihe geçti.
Muazzam enerjisi ve profesyonel merakıyla tabu ve put kırıcı misyonunu devasa boyuta ulaştırdı ki, eline su dökmeye yeltenecek olanın önce güsûlhane girmesi gerekir.
* * *
MART ortalarıydı, çok kadim dost ve yoldaşlar olarak Tûba – Cengiz Çandar; artı İpek – Oral Çalışlar; artı Sabetay Varol, Fatma – Şahin Alpay’ın evinde yemek yiyorduk.
Hanidir internet sitelerinde dolaşan ama ne Mehmet Ali Abi renk verdiği, ne de ekran devliğinden feragat ettiği için benim hiç ciddiye almadığım “sıhhat problemi” doğrulandı.
“Geçmiş olsun” diye aramalı mı, aramamalı mı tereddüdüne düştüm. Ortak tanışların “o çıtlatmazsa duymazdan gel” tavsiyesine uyarak da sustum. Şimdi buraya yazıyorum:
Mehmet Ali Abi şüphe mi var, her zamanki gibi tabii ki yine “atlattiiiceksin”!
Cemre Abla’yla Umur’un ötesinde Türkiye halkının da ekranını ve beynini daha nice zaman pırıldatacaksın ki, kırdığın ve yıktığın tabuların mutluluğunu yaşayasın!