HÜRRİYET YAZARI UÇAKTA YAŞADIĞI TACİZ DEHŞETİNİ YAZDI!

Hürriyet Kelebek yazarı Melike Karakartal Amerika uçağında başına gelen taciz olayını köşesine taşıdı..

Hürriyet Kelebek yazarı Melike Karakartal Amerika uçağında yaşadığı taciz dehşetini yazdı. İşte Karakartal'ın yaşadıkları ve hissettikleri...

Tanımadığım bir adam tarafından ilk defa sokakta elle taciz edildiğimde herhalde 16 yaşındaydım. Kaldırımda yürürken bir el hissettim, ben bağırıp çağırana kadar adam koşmuş, gözden kaybolmuştu bile...

*

Herhalde şehirde yaşayan tüm kadınların buna benzer en az bir cümle kuracak kadar malzemesi vardır.
Çocukluktan çıktığımız ilk günden itibaren başlar, bastonlu nine oluncaya kadar sürecek bu işkence...
Sokakta, otobüste, minibüste, cadde kenarında beklerken, kalabalıkların olduğu her yerde tetikte olmak zorunda kalacağız bu pis adamlar var olmayı sürdürdükçe... Kaçmak imkansız. Ancak önlem almak mümkün. Yine de tacizcinin insanı nerede nasıl yakalayacağı hiç belli olmuyor.
Ancak yanında “etrafını korkutabilecek” bir adam olacak ki cesaret edemesinler. Gerçi onun da çaresi var. “Karı” görmek için kafalarını çalıştırdıkları kadar, ne bileyim, bir bilim dalıyla uğraşsalardı, herhalde kanserin çaresini bulmuşlardı...
Bu adamlar yaptıklarını hayatlarının sonuna kadar hatırlıyorlar mı bilemem ama ‘kurban’ları sularında silinmez izler bırakıyorlar.

*

Bir alışveriş merkezinin alt katında eşimle satın aldığımız bir ürünü aracımıza yüklerken yanımızdan geçen motorlu servis elemanının ileride durup, eşimin göremeyeceği bir noktadan ‘bacak izleme’ pozisyonu aldığını hiç unutmayacağım mesela...
Küçükken Yalova’da evimize dönerken yanımda oturan adamın kendi durağında inerken bacağımı okşamasını ve onu araçtan tekmeleyerek atmamı da hiç unutmayacağım.
Şortluydum ya “Hak etmiştim...”
Plajda ayağını bile açmasına izin vermediği karısını bırakıp denize giren, güneşlenen kızları izlemesini hiç unutmayacağım.
Aracımı sürerken sıkışık trafikte hiçbir yere gidemeyeceğimi bilen bir motorlu kuryenin camımın yanında durmasını, beni izlemesini ve ardından pişkince sırıtarak uzaklaşmasını hiç unutmayacağım.

*

Yalnız yolculuk yapıyorum. Sık sık yalnız seyahat ettiğim için “profesyonel yolcu” diyebilirim kendime.
Uyanığımdır yani, “seyahat şaşkınlığı” pek olmaz bende. Nereye gideceğim, hangi şehirde neyi nasıl yapacağım telaşı olmaz. Çok önceden ne yapacağımı bilir halde giderim çünkü.
Uçakta 8 saat nasıl geçer, zinde kalmak için ne yapmak gerekir, uzun yolculuklarda nelerden kaçınılması gerekir, yalnız seyahat ederken nelere dikkat etmelidir, hepsini iyi bilirim.

*

Fakat bir yolculukta kırık tahtaya bastım. Ne yapacağımı bilemedim, karşılaştığım durumu nasıl idare edeceğimi kestiremedim...

*

19 Haziran Cumartesi... İstanbul’dan bir röportaj için Amerika’ya 3 adet arka arkaya aktarmalı uçuşla gidiyorum.
En uzun uçuş Lufthansa Havayolları ile Almanya’daki Münih şehrinden Amerika’daki Charlotte’a...
Uçağa biniyorum, yerime oturuyorum.
Yanıma genç bir oğlan oturuyor. 16, bilemedin 17.
Önümüzde yan yana oturarak geçireceğimiz 8 saat var.
Beni rahatsız edebilecek “şüpheli” görünümde biri olmamasına seviniyorum. Sakin, çelimsiz bir genç adam.

*

Uykusuzluğumun ve tepetaklak dönen yatma saatlerimin sayesinde kolayca uykuya dalıyorum. Koltuk dar, rahatsızım, üstelik exit’in önüne oturduğum için koltuk yatmıyor, sfenks gibi uyumak zorundayım ama umurumda değil.

*

Aradan ne kadar geçiyor bilmem. Ama kendimden geçmiş, uyuyor durumdayım.
Zıplayarak uyanıyorum. Sağ tarafımda bir el, beni “seviyor”
Bu duyguyla irkilerek gözlerimi açıyorum.
Yanımdaki çocuğa bakıyorum. Ağzında bir şeyler geveliyor.
Tek göz uyku mahmurluğuyla ne olduğunu anlamıyorum, bir şey söylemeye çalıştı herhalde, “yanlış anladım herhalde” deyip tekrar uykuya dalmaya çalışıyorum. El kadar çocuktan şüphelenecek değilim ya...

*

Gözlerimi kapatıyorum ancak bir kere o adrenalin yayıldı damara, kalbim hızlı atıyor, hissettiğimin doğru olup olmadığını bulmaya çalışıyorum...
Düşünüyorum... Tekrar ve tekrar nasıl uyandığımı ve ne hissettiğimi hatırlamaya çalışıyorum.
Kafamda bunlar dönerken uykum açılıyor... Açılıyor ama hala gözlerim kapalı.
Dışarıdan uyuyor gibiyim.
Epey bir süre bu vaziyeti koruyorum.
Bir yandan da hala düşünüyorum...
“Oldu mu bu? Oldu mu bu?”

*

Gözlerim kapalı ancak cin gibi uyanığım, aklımdan bin türlü tilki geçiyor...
“Eğer çocuk bir kere yaptıysa mutlaka bir kere daha yapacaktır” diyorum.
“Uyku” numarasını sürdürmeye karar veriyorum. Yirmi dakika, yarım saat, bir saat geçiyor. Sıkılıyorum ve uyanmaya karar veriyorum.
Tam dönecekken...
Ve bingo! Biliyordum... Bunun olacağını biliyordum!
Beni uyuyor sanan uyanık ergenimizin elini “iş üstünde” yakalıyorum. Koltuğun kendi tarafında, elini çekmeye çalışırken...
“Ne yapıyorsun, elinin ne işi var orada” diye bağırıyorum...
“Kendimi düzeltiyordum” diye cevap veriyor. (Çocuk Amerikalı, “I’m adjusting myself” diyor)
“Orada düzeltecek ne var?” (What is there to adjust?) diye tekrar soruyorum. Zira dümdüz otururken, hakikaten koltuğunun benden tarafında düzeltecek bir şeyi yok. Bir şey diyemiyor.
Adjust’muş! Sen onu benim külahıma anlat... “Çükümü yeni keşfettim” desene sen ona!

*

Derhal uçuş görevlisini çağırıyorum.
Adam geliyor, tekrar “buradan kalkmak istiyorum” diyorum. “Ne yazık ki boş yer yok” diye cevap veriyor.
Durumu anlayamadığını görerek “Bu genç adam beni taciz ediyor, buradan kalkmam gerekiyor” diyorum.

*

Oğlan panikliyor, “Ben gideyim mi” diye soruyor. Git, defol diyorum, uzaklaşmasını izliyorum.
Gözden kaybolduğunda görevliye “Ne yapmam gerekiyor” diye soruyorum.
Cevap: “Kalktı, daha ne yapabilirim ki, sonuçta tacize ben şahit olmadım”!
İşte orada kalakalıyorum...
Yani taciz edildiğimle kalmalıyım çözüm bu. Yer değişti, sorun çözüldü. Oh ne güzel, herkes birbirini ellesin ve daha sonra yerler değiştirilsin ve sorun çözülsün.
“Siz taciz sözünün ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz herhalde” diyorum. Bir yere varamayacağımızı anlıyorum ve Alman dostumuzdan daha iyi İngilizce konuşabilen kabin amirini çağırmasını istiyorum.
Bir süre yalnız kalıyorum. Belki 10, belki 15 dakika. Bilmiyorum.
Bu esnada taciz edilince insana gelen o iğrenme, o aptal yerine koyulma hissi esir alıyor beni. Hem taciz edilmişim, hem de uçuş görevlisi “yerini değiştirdik, daha ne” demiş, çaresizim.
Ellerim ayaklarım birbirine dolanıyor, titreyerek ağlamaya başlıyorum.
Bir kadın mendil uzatıyor. “Bir anlayan çıktı” diyor, daha da katılarak ağlamaya başlıyorum.

*

Kabin amiri kadın geliyor.
Bana karşı son derece nazik ve anlayışlı. Yanıma oturuyor ve ne yapmak istediğimi soruyor.
“Yere indiğimizde polise teslim etmek istiyorum,” diyorum.
Öte yandan da çocuk hakikaten küçük, bu sözlerimden dolayı rahatsızım. Ama yapmış bir kere! Ben de yakalamışım onu! Bu cezasız mı kalacak?

*

Bana seçeneklerimi söylüyor. İstersem teleks çekerek yere bunu haber vereceğini ve indiğimizde polise teslim edebileceğimi söylüyor. Bu arada “Olayın iki tarafını” dinlemek için onunla da konuşmuş. Çocuk elbette bir şey yapmadığını söylemiş. 10 aydır Avrupa’da yaşamakta olan 16 yaşında Amerikalı genç bir çocukmuş. Ailesinin yanına dönüyormuş.
Neredeyse bir saat ne yapmam gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan kendi ülkemde olmamanın rahatsızlığındayım.

*

Kabin amiri, yanıma geliyor ve tekrar soruyor, “Ne yapmak istersiniz?”...
Düşünsenize, küçük müçük ama işin peşini bıraksam gidecek çocuk... Taciz ettiğiyle kalacak ve ben de bunu “bir kadının taciz kronolojisi’ne ekleyeceğim ve hayatım boyunca unutmayacağım, o kadar.
Öte yandan uzatsam, işin içine polis karıştırsam neyle karşılaşacağımı bilmiyorum... Üstelik kendi ülkemde bile değilim…
Ama duramam! Çocuğun elini kolunu sallayarak uzaklaşmasını izleyemem!
Yok mu “havada” tacizin cezası?

*

Yetişkin bir adam olsaydı ne pahasına olursa olsun polise teslim ederdim. Çocuk küçük, şans vermek istiyorum. Uçuş görevlisine, çocuğun yaptığını kabul etmesini, özür dilemesini aksi takdirde polise haber verilmesini istediğimi aktarıyorum.
Beş dakika sonra çocuk kabin amiri ile birlikte geliyor. Yaptığını kabul ediyor ve özür diliyor.
Acıyorum ona. “Seni polise verebilirdim” “Bu yaşta utanmıyor musun?” gibi cümleler çıkıyor ağzımdan... Sesim titriyor. Daha fazla uzatamıyorum...

Saatler boyunca kendime gelemiyorum. Uçuş görevlisi bunu Lufthansa’ya rapor edeceğini söylüyor ve yanımdan ayrılıyor.

*
“Taciz” böyle bir şey işte. Yaşayan bilir, önce “Acaba” dersin. Yapıyor mu, yapmıyor mu, bir türlü bilemezsin.
Uyuyor numarası yapmasaydım belki de yakalayamayacaktım “suçüstü”...

*

Havayolundan hala ses seda yok... En azından “yerinden kaldırdık ya, daha ne” tavrını açıklamalarını, böyle durumlarda yalnız seyahat eden bir kadına hangi hakla böyle davrandıklarını bilmek istiyorum.

*

Öyle ya da böyle...
Bu, yalnız seyahat eden bir erkeğin başına gelmezdi.
Kadın olmak hep zordu. Hep zor olacak.
Gelişme mi?
Elbet olacak...
Gelişmenin ivmesini çıkardığımız sesler belirleyecek.
Taciz karşısında susmamak da bunun önemli bir parçası...
Ne olur, başınıza bir hal geldiğinde “aman tadım kaçmasın” diye düşünmeyin.
Çıkın ortaya söyleyin.
Pişman olmazsınız.