Hürriyet okur temsilcisi açıkladı: 'Rahatsız etmek için yayımladık!'
Suriyeli Aylan Kurdi'nin ölü bedenini gösteren fotoğrafın Hürriyet gazetesinde yayımlanmasına, gazetenin okur temsilcisi Faruk Bildirici çarpıcı bir yorum yaptı.
Doğan Yayın İlkeleri'nde, "Cesetleri yakın plan gösteren, kan ve şiddet unsurları içeren fotoğraf ve görüntüler kullanılamaz" denildiği halde sahile vurmuş üç yaşındaki Suriyeli Aylan Kurdi'nin ölü bedenini gösteren fotoğrafın Hürriyet gazetesinde yayımlanmasına, gazetenin okur temsilcisi Faruk Bildirici çarpıcı bir yorum yaptı.
Az sayıda okurun "rahatsız olduk" mesajlarını değerlendiren Bildirici, Görmezden gelinemezdi başlıklı yazısında, " o fotoğrafın yayınlanmasının amacı da okuyanları rahatsız etmekti! " yazdı.
İşte Bildirici'nin "rahatsız etmek için yayımladık" dediği o fotoğraf hakkında yazdıkları:
ASLINDA yazmayacaktım. Zira sahile vurmuş üç yaşındaki Suriyeli Aylan Kurdi'nin ölü bedenini gösteren fotoğrafın yayınlanmasının etkileri göz önünde.
Dünyada 187 gazetede manşet olan o fotoğraflar sayesinde insanlığın vicdanı ayağa kalktı. Mültecilerin trajedisi, Avrupa'nın bir numaralı gündemi haline geldi, liderler harekete geçti. Başka hiçbir haber, hiçbir röportaj, dört yıldır devam eden içsavaşın insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini bu fotoğraflar kadar çarpıcı biçimde anlatamazdı.
Yayınlanmasının sonuçları ortadayken, hâlâ ilk soruya takılıp kalmak, "Yayınlanmalı mıydı?" diye sormaya devam etmek gazeteciliğin doğasına aykırı. Bugün artık olsa olsa "Yayınlanmasaydı ne olurdu?" sorusu sorulabilir ve alınacak yanıt bellidir. Dünya o insanların dramını görmezden gelmeye devam ederdi. Daha önemlisi, bu denli sarsıcı gerçeğin üzeri örtülmüş olurdu.
Hürriyet okurlarının da böyle düşüneceğini, fotoğrafların yayınlanmasını destekleyeceğini umuyordum. Hurriyet.com.tr de fotoğrafları yayınlama kararının gerekçesini açıklarken "Sizce yayınlanabilir mi" gibi bir anket yapmış, yüzde 72 oranında "Yayınlanması doğru" sonucu çıkmıştı. Ardından fotoğrafın yayınlanmasını eleştiren 18 e-posta geldi. Gerçi Hürriyet okurları içerisinde fazla değil, ama yine de bu eleştirileri karşılıksız bırakmak doğru olmaz.
"Yayınlamamalıydınız" diyen okurların ortak gerekçesi "rahatsız olduk". Çiğdem Salihoğlu adlı okurun "İnternette gazetenizi her açtığımda yüreğim dağlanıyor" demesi, ne kadar samimi olduğunu da gösteriyor.
Fakat o fotoğrafın yayınlanmasının amacı da okuyanları rahatsız etmekti! Her gün Ege ve Akdeniz'in sularında yaşanan can pazarı, onlarca insanın boğulup ölmesi neredeyse sıradan bir olay halini almıştı ve dünya seyrediyordu.
Nitekim uzun tartışmalardan sonra bu fotoğrafı yayınlamaya karar veren Hürriyet yazı işlerinin gerekçesi de buydu. "Biz de dünyanın gözünü kapattığı mülteci dramına dikkat çekmenin bir gazetecilik görevi olduğu inancıyla bu sarsıcı fotoğrafı manşetten yayınlıyoruz" açıklaması yapıldı Hürriyet'te.
Ayrıca gazetecilik etiği açısından da fotoğrafların yayınlanmasını engelleyen bir ilke olduğunu sanmıyorum. En önemlisi bu fotoğrafların yayınlanmasında çok büyük kamu yararı olduğu tartışma götürmeyecek kadar açık. Sarsıcı bir gerçeği belgelediği de belli. Ölenin anısına saygısızlık yapılmıyor, yakınlarının yaşadığı travmayı artırıcı bir unsur da göze çarpmıyor. Yayınlanması için yeterli gerekçelerdir bunlar. Gazeteci vicdanı bu gerekçeleri yok sayamaz.
Dolayısıyla Hürriyet'in o fotoğrafları yayınlama kararını doğru buluyorum. Ama manşete konulan fotoğrafa itirazım var. Bence çocuğun ölü bedenine odaklanmış fotoğraf değil, jandarma ile birlikte gösteren fotoğrafın tercih edilmesi daha doğru olurdu.
Doğan Yayın İlkeleri'nde, "Cesetleri yakın plan gösteren, kan ve şiddet unsurları içeren fotoğraf ve görüntüler kullanılamaz" deniyor. Evet, burada kan, şiddet yok; ama yine de ölü beden, yakın plan çekimle gösteriliyor. Gerçeklik ölü çocuk bedeni üzerinden görselleştiriliyor. Oysa jandarmanın da göründüğü fotoğraflarda jandarmanın çaresizliği, çocuğun boğulduğu deniz ve ölü beden bir arada. Gerçeğin bütün unsurları fotoğraf karesine girmiş, yaşananlar o karede belgelenmiş. O fotoğraf, yazıyla açıklamaya gerek bırakmayacak kadar başarılı ve eksiksiz anlatıyor o çocuğun dramını. Nitekim Le Monde, Independent, Washington Post, The Wall Street Journal ve El Pais gibi Batılı gazetelerde de hep jandarmalı fotoğraflar kullanıldı.
Bu satırları noktalarken o fotoğrafları çeken DHA muhabiri Nilüfer Demir'i tebrik etmezsem bu yazı eksik kalır. Bir gazetecilik efsanesine imza attı...
Az sayıda okurun "rahatsız olduk" mesajlarını değerlendiren Bildirici, Görmezden gelinemezdi başlıklı yazısında, " o fotoğrafın yayınlanmasının amacı da okuyanları rahatsız etmekti! " yazdı.
İşte Bildirici'nin "rahatsız etmek için yayımladık" dediği o fotoğraf hakkında yazdıkları:
ASLINDA yazmayacaktım. Zira sahile vurmuş üç yaşındaki Suriyeli Aylan Kurdi'nin ölü bedenini gösteren fotoğrafın yayınlanmasının etkileri göz önünde.
Dünyada 187 gazetede manşet olan o fotoğraflar sayesinde insanlığın vicdanı ayağa kalktı. Mültecilerin trajedisi, Avrupa'nın bir numaralı gündemi haline geldi, liderler harekete geçti. Başka hiçbir haber, hiçbir röportaj, dört yıldır devam eden içsavaşın insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini bu fotoğraflar kadar çarpıcı biçimde anlatamazdı.
Yayınlanmasının sonuçları ortadayken, hâlâ ilk soruya takılıp kalmak, "Yayınlanmalı mıydı?" diye sormaya devam etmek gazeteciliğin doğasına aykırı. Bugün artık olsa olsa "Yayınlanmasaydı ne olurdu?" sorusu sorulabilir ve alınacak yanıt bellidir. Dünya o insanların dramını görmezden gelmeye devam ederdi. Daha önemlisi, bu denli sarsıcı gerçeğin üzeri örtülmüş olurdu.
Hürriyet okurlarının da böyle düşüneceğini, fotoğrafların yayınlanmasını destekleyeceğini umuyordum. Hurriyet.com.tr de fotoğrafları yayınlama kararının gerekçesini açıklarken "Sizce yayınlanabilir mi" gibi bir anket yapmış, yüzde 72 oranında "Yayınlanması doğru" sonucu çıkmıştı. Ardından fotoğrafın yayınlanmasını eleştiren 18 e-posta geldi. Gerçi Hürriyet okurları içerisinde fazla değil, ama yine de bu eleştirileri karşılıksız bırakmak doğru olmaz.
"Yayınlamamalıydınız" diyen okurların ortak gerekçesi "rahatsız olduk". Çiğdem Salihoğlu adlı okurun "İnternette gazetenizi her açtığımda yüreğim dağlanıyor" demesi, ne kadar samimi olduğunu da gösteriyor.
Fakat o fotoğrafın yayınlanmasının amacı da okuyanları rahatsız etmekti! Her gün Ege ve Akdeniz'in sularında yaşanan can pazarı, onlarca insanın boğulup ölmesi neredeyse sıradan bir olay halini almıştı ve dünya seyrediyordu.
Nitekim uzun tartışmalardan sonra bu fotoğrafı yayınlamaya karar veren Hürriyet yazı işlerinin gerekçesi de buydu. "Biz de dünyanın gözünü kapattığı mülteci dramına dikkat çekmenin bir gazetecilik görevi olduğu inancıyla bu sarsıcı fotoğrafı manşetten yayınlıyoruz" açıklaması yapıldı Hürriyet'te.
Ayrıca gazetecilik etiği açısından da fotoğrafların yayınlanmasını engelleyen bir ilke olduğunu sanmıyorum. En önemlisi bu fotoğrafların yayınlanmasında çok büyük kamu yararı olduğu tartışma götürmeyecek kadar açık. Sarsıcı bir gerçeği belgelediği de belli. Ölenin anısına saygısızlık yapılmıyor, yakınlarının yaşadığı travmayı artırıcı bir unsur da göze çarpmıyor. Yayınlanması için yeterli gerekçelerdir bunlar. Gazeteci vicdanı bu gerekçeleri yok sayamaz.
Dolayısıyla Hürriyet'in o fotoğrafları yayınlama kararını doğru buluyorum. Ama manşete konulan fotoğrafa itirazım var. Bence çocuğun ölü bedenine odaklanmış fotoğraf değil, jandarma ile birlikte gösteren fotoğrafın tercih edilmesi daha doğru olurdu.
Doğan Yayın İlkeleri'nde, "Cesetleri yakın plan gösteren, kan ve şiddet unsurları içeren fotoğraf ve görüntüler kullanılamaz" deniyor. Evet, burada kan, şiddet yok; ama yine de ölü beden, yakın plan çekimle gösteriliyor. Gerçeklik ölü çocuk bedeni üzerinden görselleştiriliyor. Oysa jandarmanın da göründüğü fotoğraflarda jandarmanın çaresizliği, çocuğun boğulduğu deniz ve ölü beden bir arada. Gerçeğin bütün unsurları fotoğraf karesine girmiş, yaşananlar o karede belgelenmiş. O fotoğraf, yazıyla açıklamaya gerek bırakmayacak kadar başarılı ve eksiksiz anlatıyor o çocuğun dramını. Nitekim Le Monde, Independent, Washington Post, The Wall Street Journal ve El Pais gibi Batılı gazetelerde de hep jandarmalı fotoğraflar kullanıldı.
Bu satırları noktalarken o fotoğrafları çeken DHA muhabiri Nilüfer Demir'i tebrik etmezsem bu yazı eksik kalır. Bir gazetecilik efsanesine imza attı...