HÜRRİYET GAZETESİ MANŞETLİK HABERİ NİÇİN YOK ETTİ?
"İstanbul nükleer bombaların üzerinde oturuyor" haberi ne, nasıl, niçin, nerede, kim oldu da, yüzünü şöyle bir gösterdikten sonra buhar oluverdi?
Hürriyet gazetesi manşetlik haberi niçin yok etti?
Aşağı yukarı dört yıl önceydi. Şükrü Elekdağın İncirlik üssünde 90 nükleer bomba bulunduğunu açıkladığı günler. Konu haliyle- benimde ilgimi çekmiş ve bu açıklamadan hareketle bir yazı da ben yayımlamışım. Yazıya " Fotoğraf çekmek yasaktır ama..." başlığınının yakışacağını düşünmüşüm. "Fotoğraf çekmek yasaktır" derken kastımın ne olduğu anlaşılmıştır muhakkak. İçinde "orduevleri"nin de bulunduğu bütün askeri tesisleri çeviren duvarlarda karşımıza çıkan ve hâlâ korunan- şu malum uyarı tabii ki.
"Bu yasağın bugün, yani bilgi toplumu aşamasında bir anlamı var mı? Olur mu böyle şey; bir kere herkesin bildiği gibi yeryüzünde bir fotoğraf makinesinin görebileceği her şey artık rahatlıkla uydudan görüntülenebiliyor" demişim.
O günlerde Derya Sazakın (Milliyet) Greenpeace Uluslar arası Genel Direktörü Dr. Gerd Leipold ile yaptığı bir röportaja da bu çerçevede atıfta bulunmuşum. Sazakın muhatabına yönelttiği "İncirlik Üssünde bulunduğu öne sürülen ABDye ait 90 adet nükleer silaha dikkat çektiniz. Greenpeace bu konuda özel bir bilgi sahibi mi?" şeklindeki soru şu cevapla karşılanmış:
"Normal yoldan bilgi edinme haklarına sahip her vatandaş gibi ABDye ait nekleer silahların dünya üzerinde hangi ülkelerde olduğuna ilişkin askeri bilgilere erişme hakkınız bulunuyor. ABDnin nükleer silahlarını depolayan 6 NATO ülkesi var. Bunlardan biri de Türkiye. 2005de yayımlanan Kristensan raporunda nükleer silahların nerelere taşındığıyla ilgili detaylı bilgiler yer alıyor."
Üşenmemiş, Leipoldun verdiği web sitesine de girmişim. Bol fotoğraflı bir site imiş bu. Fotoğraflarda açıkça- Balıkesir Hava Üssü, Akıncı Hava Üssü ve İncirlik Hava Üssünü görebiliyormuşuz. Hem de belli yerler ve bazı savaş uçakları işaretlenmiş olarak.
İsterseniz buraya kadar verdiğim bilgilerden çıkan şu "moralite"ye işaret edeyim önce: Bir demokraside yurttaşların "bilgi edinme hakları" ne kadar vazgeçilemez bir yere ve öneme sahip... (Bir de bize bakın; devlet televizyonunun kime kaç lira ödediği bile hâlâ büyük bir sır niteliğinde!)
Yazının buraya kadar okuduğunuz "giriş" faslını, sözü Türkiyede "konuşlandırılmış" nükleer silahlar üzerine Hürriyet gazetesinin internet sayfasında önceki gün (5 Nisan) yer alan bir "manşet"e getirmek için yazdım. (Biliyorsunuz, Obama ve Medvedev, önümüzdeki perşembe günü yani ABD Başkanının nükleer silahların sınırlandırılması yönünde Pragda yaptığı ünlü konuşmanın yıldönümünde nükleer silahların sınırlandırılmasını konuşmak için buluşacakları için bugünlerde bu nükleer silahlar meselesi tekrar canlanmış bulunuyor.) Söz konusu "manşet" gerçekten ama gerçekten bir "bomba" idi. Şöyle bir şeydi:
"İstanbulda 12 milyon kişi nükleer bombanın üzerinde oturuyor".
Haksız mıyım? Biz bombalar İncirlikte diye düşünürken İstanbulda çıkmışlardı.
Manşete yerleşen haber emekli büyükelçilerden Taner Baytokun açıklamalarını esas alıyordu. Baytokun bir dönem savunma bakanlığı danışmanlığı yaptığı da özellikle belirtiliyordu. Baytok, önce "stratejik" ve "taktik" nükleer silahlar ayrımı hakkında bilgi verdikten sonra, İstanbulda 100 taktik nükleer silahın bulunduğunu belirtiyordu. ("İstanbulda 12 milyon kişi nükleer bombaların üzerinde oturuyor. Bir patlama anında, silahlar boğazın altını üstüne getirecek güçte.")
Önümdeki haberi dikkat ve İstanbulda yaşayan birisi olarak (haliyle) endişe ile okudum. İncirlike alışmıştık ama bu da nereden çıkmıştı şimdi?
Söylediğim gibi haber tam bir "bomba" niteliğinde olduğundan hemen diğer gazetelerin internet sitelerine yöneldim. Bakalım ülke bu haberle nasıl çalkalanıyordu...
Hayret, buralarda tek bir satır yoktu. Ne Doğan Grubunun gazetelerinde, ne de diğerlerinde.
Ertesi günün (dün) Hürriyetini beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Bu "bomba" haber, hiçbir yayın organının iltifatına mazhar olamamıştı çünkü.
Ertesi günkü (dün) Hürriyetin bu haberi ana sayfa manşetine yerleştireceğini düşünüyordum. Ama hayret! Gazete habere değil manşete yerleşmek- tek bir satır yer vermemişti. Bir gazetenin internet sayfasında patlattığı "bomba haber"e bu derece kayıtsız kalmasıyla ilk kez karşılaşıyorduk.
Meseleyi yeterince açıkladığıma göre gelelim sorumuza:
"İstanbul nükleer bombaların üzerinde oturuyor" haberi ne, nasıl, niçin, nerede, kim oldu da, yüzünü şöyle bir gösterdikten sonra buhar oluverdi? Acaba aslında Taner Baytok adında bir emekli büyükelçi yoktu da kendisini bu isim ve sıfatla tanıtan birisi Hürriyet internet sayfasının yönetmenini işletmiş miydi? (Bu seçeneği geçelim, çünkü Taner Baytok var ve Güven Erkaya ile birlikte 2000 yılında bir kitap da yayınlamış.) Acaba İstanbul gerçekten de haberde söylendiği gibi nükleer bombalar üzerinde oturuyor da, "birileri" son anda bunun öğrenilmesinin önüne mi geçti? (Bence bu seçeneği de geçelim, çünkü iletişimin engellenemediği bu devirde kim neyi kimden saklayabilir.) Acaba, Hürriyet internet sayfası yönetimi milleti korkutarak 1 Nisan şakası mı yaptı? (Bunu da geçelim, çünkü takvimler 5 Nisanı gösteriyordu.)
Neyse de uzatmayayım, bu ve benzer soruları cevaplaması gereken(ler) ben değilim nasılsa...
Kürşat Bumin/Yeni Şafak
Aşağı yukarı dört yıl önceydi. Şükrü Elekdağın İncirlik üssünde 90 nükleer bomba bulunduğunu açıkladığı günler. Konu haliyle- benimde ilgimi çekmiş ve bu açıklamadan hareketle bir yazı da ben yayımlamışım. Yazıya " Fotoğraf çekmek yasaktır ama..." başlığınının yakışacağını düşünmüşüm. "Fotoğraf çekmek yasaktır" derken kastımın ne olduğu anlaşılmıştır muhakkak. İçinde "orduevleri"nin de bulunduğu bütün askeri tesisleri çeviren duvarlarda karşımıza çıkan ve hâlâ korunan- şu malum uyarı tabii ki.
"Bu yasağın bugün, yani bilgi toplumu aşamasında bir anlamı var mı? Olur mu böyle şey; bir kere herkesin bildiği gibi yeryüzünde bir fotoğraf makinesinin görebileceği her şey artık rahatlıkla uydudan görüntülenebiliyor" demişim.
O günlerde Derya Sazakın (Milliyet) Greenpeace Uluslar arası Genel Direktörü Dr. Gerd Leipold ile yaptığı bir röportaja da bu çerçevede atıfta bulunmuşum. Sazakın muhatabına yönelttiği "İncirlik Üssünde bulunduğu öne sürülen ABDye ait 90 adet nükleer silaha dikkat çektiniz. Greenpeace bu konuda özel bir bilgi sahibi mi?" şeklindeki soru şu cevapla karşılanmış:
"Normal yoldan bilgi edinme haklarına sahip her vatandaş gibi ABDye ait nekleer silahların dünya üzerinde hangi ülkelerde olduğuna ilişkin askeri bilgilere erişme hakkınız bulunuyor. ABDnin nükleer silahlarını depolayan 6 NATO ülkesi var. Bunlardan biri de Türkiye. 2005de yayımlanan Kristensan raporunda nükleer silahların nerelere taşındığıyla ilgili detaylı bilgiler yer alıyor."
Üşenmemiş, Leipoldun verdiği web sitesine de girmişim. Bol fotoğraflı bir site imiş bu. Fotoğraflarda açıkça- Balıkesir Hava Üssü, Akıncı Hava Üssü ve İncirlik Hava Üssünü görebiliyormuşuz. Hem de belli yerler ve bazı savaş uçakları işaretlenmiş olarak.
İsterseniz buraya kadar verdiğim bilgilerden çıkan şu "moralite"ye işaret edeyim önce: Bir demokraside yurttaşların "bilgi edinme hakları" ne kadar vazgeçilemez bir yere ve öneme sahip... (Bir de bize bakın; devlet televizyonunun kime kaç lira ödediği bile hâlâ büyük bir sır niteliğinde!)
Yazının buraya kadar okuduğunuz "giriş" faslını, sözü Türkiyede "konuşlandırılmış" nükleer silahlar üzerine Hürriyet gazetesinin internet sayfasında önceki gün (5 Nisan) yer alan bir "manşet"e getirmek için yazdım. (Biliyorsunuz, Obama ve Medvedev, önümüzdeki perşembe günü yani ABD Başkanının nükleer silahların sınırlandırılması yönünde Pragda yaptığı ünlü konuşmanın yıldönümünde nükleer silahların sınırlandırılmasını konuşmak için buluşacakları için bugünlerde bu nükleer silahlar meselesi tekrar canlanmış bulunuyor.) Söz konusu "manşet" gerçekten ama gerçekten bir "bomba" idi. Şöyle bir şeydi:
"İstanbulda 12 milyon kişi nükleer bombanın üzerinde oturuyor".
Haksız mıyım? Biz bombalar İncirlikte diye düşünürken İstanbulda çıkmışlardı.
Manşete yerleşen haber emekli büyükelçilerden Taner Baytokun açıklamalarını esas alıyordu. Baytokun bir dönem savunma bakanlığı danışmanlığı yaptığı da özellikle belirtiliyordu. Baytok, önce "stratejik" ve "taktik" nükleer silahlar ayrımı hakkında bilgi verdikten sonra, İstanbulda 100 taktik nükleer silahın bulunduğunu belirtiyordu. ("İstanbulda 12 milyon kişi nükleer bombaların üzerinde oturuyor. Bir patlama anında, silahlar boğazın altını üstüne getirecek güçte.")
Önümdeki haberi dikkat ve İstanbulda yaşayan birisi olarak (haliyle) endişe ile okudum. İncirlike alışmıştık ama bu da nereden çıkmıştı şimdi?
Söylediğim gibi haber tam bir "bomba" niteliğinde olduğundan hemen diğer gazetelerin internet sitelerine yöneldim. Bakalım ülke bu haberle nasıl çalkalanıyordu...
Hayret, buralarda tek bir satır yoktu. Ne Doğan Grubunun gazetelerinde, ne de diğerlerinde.
Ertesi günün (dün) Hürriyetini beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Bu "bomba" haber, hiçbir yayın organının iltifatına mazhar olamamıştı çünkü.
Ertesi günkü (dün) Hürriyetin bu haberi ana sayfa manşetine yerleştireceğini düşünüyordum. Ama hayret! Gazete habere değil manşete yerleşmek- tek bir satır yer vermemişti. Bir gazetenin internet sayfasında patlattığı "bomba haber"e bu derece kayıtsız kalmasıyla ilk kez karşılaşıyorduk.
Meseleyi yeterince açıkladığıma göre gelelim sorumuza:
"İstanbul nükleer bombaların üzerinde oturuyor" haberi ne, nasıl, niçin, nerede, kim oldu da, yüzünü şöyle bir gösterdikten sonra buhar oluverdi? Acaba aslında Taner Baytok adında bir emekli büyükelçi yoktu da kendisini bu isim ve sıfatla tanıtan birisi Hürriyet internet sayfasının yönetmenini işletmiş miydi? (Bu seçeneği geçelim, çünkü Taner Baytok var ve Güven Erkaya ile birlikte 2000 yılında bir kitap da yayınlamış.) Acaba İstanbul gerçekten de haberde söylendiği gibi nükleer bombalar üzerinde oturuyor da, "birileri" son anda bunun öğrenilmesinin önüne mi geçti? (Bence bu seçeneği de geçelim, çünkü iletişimin engellenemediği bu devirde kim neyi kimden saklayabilir.) Acaba, Hürriyet internet sayfası yönetimi milleti korkutarak 1 Nisan şakası mı yaptı? (Bunu da geçelim, çünkü takvimler 5 Nisanı gösteriyordu.)
Neyse de uzatmayayım, bu ve benzer soruları cevaplaması gereken(ler) ben değilim nasılsa...
Kürşat Bumin/Yeni Şafak