HRANT DİNK'İ ÖLDÜRENLER NEREDE HESAP HATASI YAPTI?
Hrant Dink'i yok etmeye karar veren zihniyet, bu cinayetle onu susturacağını düşünüyordu. Oysa ...
Dink’i öldürenler nerede hesap hatası yaptı?
HRANT Dink’le hiç tanışmadık. Karşılaşabileceğimiz zaman kesitlerini çoğunluk farklı kentlerde geçirdik.
Kendisiyle yolumun kesişmesi maalesef ölümünden sonra oldu.
Ölümünden sonra cinayet faillerinin sicilleri, cinayete giden süreçte polis ve jandarmanın sorumluluğu, bu konuda yürütülen soruşturmalarda yaşanan gariplikleri konu alan pek çok haberin editörlüğünü yaptım, ayrıca özellikle son bir yıl içinde bu başlıklarda bir dizi yazı kaleme aldım.
Bu konudaki raporların, resmi soruşturma evraklarının, şimdiden bir külliyat oluşturmaya başlayan bunlara ilişkin kitapların önemli bir bölümünü okuduğumu söyleyebilirim.
Bu belgeleri ne zaman tarasam, cinayetin göz göre işlendiği gerçeği her seferinde yeniden yüzüme çarpıyor.
Ve her seferinde şaşkınlık ile kızgınlık arasında gidip gelen duyguların sarmalı içinde kalıyorum.
12 EYLÜL’DE İŞKENCEYLE TANIŞMAK
Hrant Dink, bütün bu soruşturma raporlarında, haber metinlerinde, kitap sayfalarında işleneceğini aslında neredeyse herkesin önceden bildiği bir cinayetin kurbanı olarak karşıma çıkıyor.
Tûba Çandar’ın “Hrant” isimli kitabının sayfaları arasında dolaşırken bu belgelerin resmi dünyasının dışına çıktım ve karşımda birden bütün sahiciliğiyle Hrant Dink’in kendisini buldum.
Kumkapı’da balıkçı barınağında bir balıkçı sepetinde aç ve susuz birbirine sarılmış uyuyan üç kardeşten biriydi. Aradığı sıcak barınağı Gedikpaşa’daki Ermeni Kilisesi’nin yetimhanesinde buldu. Kumkapı’da tren yolunda kertenkele yakalamaya çıkıyordu.
Derken Surp Haç Tibrevank Lisesi’nde öğrenciliğe başladı. Daha o zamanlarda sıkı bir solcuydu. 12 Eylül’de götürüldüğü askeri kışlada işkenceyle tanıştı, tuvalette İstiklal Marşı söylemeye zorlandı.
Ardından uzun yıllar karısı Rakel ile Anadolu’dan getirilen yoksul Ermeni çocuklar için açılan Tuzla’daki kampın yöneticiliğini yaptı, zamanını onlara vakfetti.
Yaşamöyküsündeki nihai etap, özellikle son dönemi yargılamalar ve linç kampanyalarıyla geçen Agos Genel Yayın Yönetmenliği dönemine ait. Ve 19 Ocak 2007 günü Agos’un önünde sıkılan üç kurşun...
KENDİ BİYOGRAFİSİNİN ANLATICISI
Tûba Çandar, bu biyografide değişik bir anlatım tekniği kullanıyor. Hrant Dink’in yaşam öyküsünü ustaca tasarlanmış bir kurgu üzerinden ailesi, yakınları, arkadaşlarının anlatımları aracılığıyla aktarıyor.
Kitabın akışı içinde herkes sırası geldiğinde kürsüye gelerek spesifik bir olayla ilgili tanıklığını anlatıyor. Çandar’ın kitabı, bu haliyle bir imece biyografi çalışması...
Ama kitabı kuvvetlendiren, çarpıcı hale getiren, sıkça kürsüye bizzat Hrant Dink’in de çıkıp söz alması. Tûba Çandar, Hrant Dink’in mülakatları ve yazılarından bölümleri metnin içine yerleştirerek, onu kendi biyografisine bir anlatıcı olarak dahil ediyor.
Biyografinin önemi yalnızca Hrant Dink’in yaşamını konu alması değil. Malatya doğumlu Dink’in yaşamını izlemeye koyulurken, aslında tehcirden sonra Türkiye’de kalan pek çok Ermeni vatandaşın ortak öyküsüne de tanıklık ediyoruz.
Bu ortak öykünün içinde gizlenmiş kimlikleri ve yerinden olmanın, ayrımcılığa maruz kalmanın bütün güçlüklerini, acılarını, çilelerini karşımızda buluyoruz.
Bu haliyle Hrant biyografisi, Ermeni sorunu ile yüzleşmek, bu soruna bir de Türkiye’deki Ermenilerin merceğinden bakabilmek, Türkiye’yi onların yaşadıkları üzerinden görebilmek bakımından önemli bir pencere açıyor.
KATİLLERİN HESAPLAYAMADIĞI
Hrant Dink’i yok etmeye karar veren zihniyet, bu cinayetle onu susturacağını düşünüyordu. Oysa Hrant Dink, her zamankinden daha kuvvetli bir sesle bugün de konuşmaya devam ediyor.
Ölümünün yarattığı büyük deprem bugün de Türkiye’yi sarsmaya devam ediyor. Öyle görülüyor ki, daha uzun yıllar sarsmaya devam edecek...
Şurası çok açık, Hrant Dink, bugün geçmişte Agos Genel Yayın Yönetmeni olarak yaptığı etkinin çok daha fazlasını icra edebiliyor.
Biyografisinin de gösterdiği gibi, o, mesajıyla ölümle yaşam arasındaki çizginin her iki tarafında da aynı anda var olabilenlerden biri.
Katil, galiba bunu hesaplayamadı.
Sedat ERGİN - HÜRRİYET
HRANT Dink’le hiç tanışmadık. Karşılaşabileceğimiz zaman kesitlerini çoğunluk farklı kentlerde geçirdik.
Kendisiyle yolumun kesişmesi maalesef ölümünden sonra oldu.
Ölümünden sonra cinayet faillerinin sicilleri, cinayete giden süreçte polis ve jandarmanın sorumluluğu, bu konuda yürütülen soruşturmalarda yaşanan gariplikleri konu alan pek çok haberin editörlüğünü yaptım, ayrıca özellikle son bir yıl içinde bu başlıklarda bir dizi yazı kaleme aldım.
Bu konudaki raporların, resmi soruşturma evraklarının, şimdiden bir külliyat oluşturmaya başlayan bunlara ilişkin kitapların önemli bir bölümünü okuduğumu söyleyebilirim.
Bu belgeleri ne zaman tarasam, cinayetin göz göre işlendiği gerçeği her seferinde yeniden yüzüme çarpıyor.
Ve her seferinde şaşkınlık ile kızgınlık arasında gidip gelen duyguların sarmalı içinde kalıyorum.
12 EYLÜL’DE İŞKENCEYLE TANIŞMAK
Hrant Dink, bütün bu soruşturma raporlarında, haber metinlerinde, kitap sayfalarında işleneceğini aslında neredeyse herkesin önceden bildiği bir cinayetin kurbanı olarak karşıma çıkıyor.
Tûba Çandar’ın “Hrant” isimli kitabının sayfaları arasında dolaşırken bu belgelerin resmi dünyasının dışına çıktım ve karşımda birden bütün sahiciliğiyle Hrant Dink’in kendisini buldum.
Kumkapı’da balıkçı barınağında bir balıkçı sepetinde aç ve susuz birbirine sarılmış uyuyan üç kardeşten biriydi. Aradığı sıcak barınağı Gedikpaşa’daki Ermeni Kilisesi’nin yetimhanesinde buldu. Kumkapı’da tren yolunda kertenkele yakalamaya çıkıyordu.
Derken Surp Haç Tibrevank Lisesi’nde öğrenciliğe başladı. Daha o zamanlarda sıkı bir solcuydu. 12 Eylül’de götürüldüğü askeri kışlada işkenceyle tanıştı, tuvalette İstiklal Marşı söylemeye zorlandı.
Ardından uzun yıllar karısı Rakel ile Anadolu’dan getirilen yoksul Ermeni çocuklar için açılan Tuzla’daki kampın yöneticiliğini yaptı, zamanını onlara vakfetti.
Yaşamöyküsündeki nihai etap, özellikle son dönemi yargılamalar ve linç kampanyalarıyla geçen Agos Genel Yayın Yönetmenliği dönemine ait. Ve 19 Ocak 2007 günü Agos’un önünde sıkılan üç kurşun...
KENDİ BİYOGRAFİSİNİN ANLATICISI
Tûba Çandar, bu biyografide değişik bir anlatım tekniği kullanıyor. Hrant Dink’in yaşam öyküsünü ustaca tasarlanmış bir kurgu üzerinden ailesi, yakınları, arkadaşlarının anlatımları aracılığıyla aktarıyor.
Kitabın akışı içinde herkes sırası geldiğinde kürsüye gelerek spesifik bir olayla ilgili tanıklığını anlatıyor. Çandar’ın kitabı, bu haliyle bir imece biyografi çalışması...
Ama kitabı kuvvetlendiren, çarpıcı hale getiren, sıkça kürsüye bizzat Hrant Dink’in de çıkıp söz alması. Tûba Çandar, Hrant Dink’in mülakatları ve yazılarından bölümleri metnin içine yerleştirerek, onu kendi biyografisine bir anlatıcı olarak dahil ediyor.
Biyografinin önemi yalnızca Hrant Dink’in yaşamını konu alması değil. Malatya doğumlu Dink’in yaşamını izlemeye koyulurken, aslında tehcirden sonra Türkiye’de kalan pek çok Ermeni vatandaşın ortak öyküsüne de tanıklık ediyoruz.
Bu ortak öykünün içinde gizlenmiş kimlikleri ve yerinden olmanın, ayrımcılığa maruz kalmanın bütün güçlüklerini, acılarını, çilelerini karşımızda buluyoruz.
Bu haliyle Hrant biyografisi, Ermeni sorunu ile yüzleşmek, bu soruna bir de Türkiye’deki Ermenilerin merceğinden bakabilmek, Türkiye’yi onların yaşadıkları üzerinden görebilmek bakımından önemli bir pencere açıyor.
KATİLLERİN HESAPLAYAMADIĞI
Hrant Dink’i yok etmeye karar veren zihniyet, bu cinayetle onu susturacağını düşünüyordu. Oysa Hrant Dink, her zamankinden daha kuvvetli bir sesle bugün de konuşmaya devam ediyor.
Ölümünün yarattığı büyük deprem bugün de Türkiye’yi sarsmaya devam ediyor. Öyle görülüyor ki, daha uzun yıllar sarsmaya devam edecek...
Şurası çok açık, Hrant Dink, bugün geçmişte Agos Genel Yayın Yönetmeni olarak yaptığı etkinin çok daha fazlasını icra edebiliyor.
Biyografisinin de gösterdiği gibi, o, mesajıyla ölümle yaşam arasındaki çizginin her iki tarafında da aynı anda var olabilenlerden biri.
Katil, galiba bunu hesaplayamadı.
Sedat ERGİN - HÜRRİYET