'HOBBİT' FRODO MANYAK OLDU, KADIN CESETLERİNDEN ELBİSE DİKİYOR!
Haftanın vizyonu yine dopdolu! Dev canavarlar, zeki ve psikopat katiller, romantik aşıklar&... Hangi film sizin için, bilmek istiyorsanız Murat Tolga Şen'in hazırladığı Cineradar köşemizi okuyun.
El Cuerpo / Ceset Filmi Cinayeti Kimin İşlediğini Asla Çözemeyeceğiniz Bir Gizem Sunuyor.
Mayka Villaverde zeki, zengin ve hırslı bir kadın. Hayatındaki insanlara, özellikle de genç kocası Alex’e karşı tam bir aslan terbiyecisi… Alex’in ise Carla adında güzel bir sevgilisi var ve bu ikilinin hem Mayka’dan kurtulabilmesi hem de onun servetine konabilmesi için tek çare Mayka’nın ölmesi… Alex bir kimyager ve kalp krizine yol açıp sonra da otopside hiçbir iz bırakmayacak bir zehirle karısını öldürüyor. Mayka morgda yatarken ve Alex ile Carla kaçma planlarını çoktan yapmışken ceset gecenin yarısında aniden ortadan kayboluyor. Bunun üzerine cinayet masası dedektifi Jaime, Alex’i morg binasına çağırıyor ve 110 dakikalık bir heyecan fırtınası başlıyor.
Yukarıda verdiğim sürprizbozanlar için özür dilerim ancak inanın bunların bu nefis gizem öyküsünün sonunu tahmin etmenize hiçbir katkısı olmayacak! Hepsi de zaten ilk 15 dakikada filmde açık edilen şeyler… Julia’nın Gözleri filminin senaristlerinden biri olan Oriol Paulo yine kendi yazdığı bir gerilim öyküsünü büyük ustalıkla ve bir ilk filmden beklenmeyecek kadar olgun bir sinema diliyle peliküle aktarmış.
Cinayet hikayeleri genellikle finale kadar asıl suçluyu gizleyecek şekilde kurgulanır. Gerçeğe ait bazı kırıntılar filmin bir yerlerine serpiştirilir. Dikkatli seyirciler bu kırıntıları toplayarak, daha dikkatsiz olanları ise sezgilerine güvenerek cinayeti çözmeye çalışır. Amerikan polisiyesi, seyircinin kendisini zeki hissetmesi için karmaşıkmış gibi görünen ama aslında öyle olmayan hikayelerden medet umarken bu İspanyol filmi sürekli keskin dönüşler yaparak finale gidiyor ve sonunu tahmin etmeniz söz konusu bile değil. Puzzle öyle zekice parçalanmış ki, bütün senaryolarınız filmin son 10 dakikasında büyük bir gürültüyle çökecek ve yerini hayret nidalarına bırakacak. Benim için öyle oldu en azından…
Filmin başrollerinde El orfanato ve Julia’nın Gözleri’ndeki performansıyla beni kendisine hayran bırakan Belen Rueda var. Aslında kendisi daha ilk dakikadan itibaren ölü (?) ancak film boyunca izlediğimiz flashback’ler/geri dönüşler sayesinde hikayenin kilit karakteri olmayı başarıyor. Belen Rueda, Mayka’dan sadece Alex’in değil bizim de nefret etmemizi sağlıyor ve duygusal açıdan seyirciyi manipüle ediyor. Dışarıda kalıp cinayeti çözmek yerine taraflardan biri oluveriyoruz. Katil koca Alex rolündeki Hugo Silva ve Dedektif Jaime’yi canlandıran Jose Coronado da başarılı. Bir geceden sabaha süren hikayede abartıya kaçmadan ve bilinmezliğin gerilimi yüzlerine yansırken gecenin dinginliğini bozmayacak bir sükunetle oynuyorlar. Cast’ta kötü oynamış diyebileceğim hiç kimse yok.
Bu gece gizeminin başaranlarından biri de filmin görüntü ve sanat yönetimi. Atmosferi güçlendiren ve seyirciyi filmin içine çeken ciddi bir çaba var burada. İspanyol sineması teknik anlamda gerçek bir zirve yaşıyor. Senaryo anlamında her zaman Hollywood’dan daha önde olan Latin sinemacılar artık teknik anlamda da bütün zaafları aşmış bir şekilde eserler üretiyorlar. Darısı bizimkilerin başına…
Ceset / El Cuerpo, son dakikasına kadar gözünüzü perdeden ayıramayacağınız, Hitchcock zamanlarındaki başarılı gizem/cinayet öykülerini anımsatan harika bir üslup denemesi. Genç seyirci için bu film eski usul, sıkıcı bir cinayet hikayesi izlenimi uyandırabilir ancak bilgisayardan kalkmadan film çeken Amerikalıların izle-unut tarzı işlerini izlemekten sıkıldıysanız tam filmine düştünüz demektir. Bu tür filmlerden hoşlanmıyorsanız bile gidin. İyi hikaye, iyi reji ve nefis oyunculukları izleyin.
Pacific Rim Özel Efektlerden Hoşlanan Her Yaştan Seyirci İçin Muhteşem Bir Gösteri…
Filmin yönetmeni Guillermo del Toro izleyicilere eşsiz bir bilim kurgu filmi sunmak için Legendary Pictures ile iş birliğine giriyor; Idris Elba, Charlie Hunnam ve Charlie Day filmin başrollerini paylaşıyor.
İnsanoğlunu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan şey, ansızın denizin altından gelmeye başlayan Kaiju isimli yaratıklardır. Bu dehşet verici varlıklar dünyanın temel kaynaklarını harap ederken canlı nüfusunu da hızlıca yok etmeye başlarlar. Çaresiz insanlık Jaeger isimli devasa robotlar üreterek felaketi durdurmaya çalışır. Tüm talimatları iki pilottan alan Jaeger’ler beyin gücüyle çalışan donanımlı ve güçlü robotlardır. Ne var ki ortada onların bile çözümleyemeceği katastrofik bir gidişat söz konusudur. Tüm çareler tükenmişken ortaya çıkan eski bir pilot ve stajyeri insanlığın son umudu olmaya çalışacaktır.
Korku Filmi Festivallerinin Gözdesi Olan Manyak Filmi de Bu Hafta Gösterime Giriyor.
Tatlı ve küçük bir hobbit olarak tanıdığımız Elijah Wood, kusursuz bir manyak olarak karşımıza çıktığı bu filmle izleyicisini şaşırtmayı başarıyor. Filmde canlandırdığı karakter olan Frank, elindeki antika taş mankenleri, öldürdüğü kadınların derileriyle restore ediyor.
Frank, engelleyemediği içgüdüleri ve travmatik geçmişi nedeniyle tanıştığı kadınları vahşice katletmektedir. Bir rastlantı sonucu tanıştığı Anna genç ve hayat dolu bir fotoğrafçıdır. Anna, Frank’in mankenlerini görür ve işlerindeki yaratıcılığa ve kusursuzluğa hayran kalır. Zamanla aralarındaki ilişki samimi bir yüz kazanmaya başlarken, Frank genç kadını tedirgin edici bir saplantı haline getirmeye başlar. Frank, Anna’yı her gördüğünde onu öldürmeye bir an daha yaklaşmaktadır.
80’lerde William Lustig tarafından çekilmiş olan Aja’nın yeniden çevrimi olan film; atmosferi, müzik seçimleri ve sıradışı New York temsiliyle ilkinin gölgesinde kalmamayı başarıyor.
Romantik Efsane Devam Ediyor. Yıllar Sonra Gelen Bir Film: Geceyarısından Önce…
Paris’teki ikinci buluşmanın ardından Jesse ve Celine bir kez daha vedalaşıp kendi yollarına devam eder. İlk buluşmanın ardından geçen uzun yılların ardından tekrar, bu kez Yunanistan’da karşılaştığımız ikili, bu süreçte bir yığın değişim yaşamış, çeşitli sürprizlerin yaşanacağı bir hayata doğru yelken açmıştır. Tüm sorunlara ve değişikliklere rağmen, değişmeyen tek şey ise birbirlerine duydukları naif aşktır. Yunanistan’da geçirdikleri bir tatil günü, geçmişlerini muhakeme edip ilişkilerini masaya yatırdıkları içten bir sohbete tanık olacaktır.
Before Sunrise ve Before Sunset filmlerinin ardından yönetmen Richard Linklater ile oyuncular Ethan Hawke ve Julie Delpy’i tekrar bir araya geliyor ve Before Midnight ile birlikte seriye son nokta koyuluyor. Filmin senaryosu önceki filmde olduğu gibi Linklater, Hawke ve Delpy ortaklığının ürünü.
60’lar Fonunda Müzik, Aşk ve Hüzün: Sen Gitmeden Önce
1960’lı yıllarda New Jersey’nin küçük bir muhitinde yaşayan genç müzisyen Douglas ve arkadaşları bir müzik grubu kurarak, rock’n roll türündeki müziklerini geniş kitlelere duyurmayı hayal etmektedirler. Günün birinde gerçek birer süperstar olmayı hedefleyen gençler, dönemin müzik ruhunu doyasıya özümseyen gençliği gibi türlü handikaplarla karşılaşırlar. Dönem müziği, radikal bir dönüşümün ayak seslerini işaret ederken gençler ve ebeveynleri arasındaki uçurumu da adım adım genişletmekteydi. Genç müzisyenler hayallerinin ne kadarını gerçekleştirebilecekti?
The Sopranos’un yaratıcısı David Chase’in yönettiği film, dönemin ruhuna esaslı bir bakış atıyor.
Bildiğiniz Gibi Bir Evlilik Komedisi: Gönlümü Çaldın
Eski çocukluk arkadaşı olan Josh ve Molly, Los Angeles’tan Chicago’ya bir aile düğünü için dönerler. Fakat Josh’un babasının sağlığı da pek iyi değildir ve onu üzmemek için sahte nişanlı numarası yaparlar. Fakat aile ve arkadaş çevresi bu habere o kadar sevinir ki, ikisi adına evlilik ve düğün planı yapmaya başlarlar ve işler çığrından çıkar! Şimdi ikisi de bir karar vermek zorundadır: bu işe bir son verip Los Angeles’a eski hayatlarına geri mi döneceklerdir yoksa birbirlerine hissetmeye başladıkları gerçek duygularının akışına bırakıp Chicago’da yeni bir hayat mı kuracaklardır?
Romantik komedi türündeki filmin başrollerini Shane McRae ve Aubrey Dollar paylaşıyor.
Mayka Villaverde zeki, zengin ve hırslı bir kadın. Hayatındaki insanlara, özellikle de genç kocası Alex’e karşı tam bir aslan terbiyecisi… Alex’in ise Carla adında güzel bir sevgilisi var ve bu ikilinin hem Mayka’dan kurtulabilmesi hem de onun servetine konabilmesi için tek çare Mayka’nın ölmesi… Alex bir kimyager ve kalp krizine yol açıp sonra da otopside hiçbir iz bırakmayacak bir zehirle karısını öldürüyor. Mayka morgda yatarken ve Alex ile Carla kaçma planlarını çoktan yapmışken ceset gecenin yarısında aniden ortadan kayboluyor. Bunun üzerine cinayet masası dedektifi Jaime, Alex’i morg binasına çağırıyor ve 110 dakikalık bir heyecan fırtınası başlıyor.
Yukarıda verdiğim sürprizbozanlar için özür dilerim ancak inanın bunların bu nefis gizem öyküsünün sonunu tahmin etmenize hiçbir katkısı olmayacak! Hepsi de zaten ilk 15 dakikada filmde açık edilen şeyler… Julia’nın Gözleri filminin senaristlerinden biri olan Oriol Paulo yine kendi yazdığı bir gerilim öyküsünü büyük ustalıkla ve bir ilk filmden beklenmeyecek kadar olgun bir sinema diliyle peliküle aktarmış.
Cinayet hikayeleri genellikle finale kadar asıl suçluyu gizleyecek şekilde kurgulanır. Gerçeğe ait bazı kırıntılar filmin bir yerlerine serpiştirilir. Dikkatli seyirciler bu kırıntıları toplayarak, daha dikkatsiz olanları ise sezgilerine güvenerek cinayeti çözmeye çalışır. Amerikan polisiyesi, seyircinin kendisini zeki hissetmesi için karmaşıkmış gibi görünen ama aslında öyle olmayan hikayelerden medet umarken bu İspanyol filmi sürekli keskin dönüşler yaparak finale gidiyor ve sonunu tahmin etmeniz söz konusu bile değil. Puzzle öyle zekice parçalanmış ki, bütün senaryolarınız filmin son 10 dakikasında büyük bir gürültüyle çökecek ve yerini hayret nidalarına bırakacak. Benim için öyle oldu en azından…
Filmin başrollerinde El orfanato ve Julia’nın Gözleri’ndeki performansıyla beni kendisine hayran bırakan Belen Rueda var. Aslında kendisi daha ilk dakikadan itibaren ölü (?) ancak film boyunca izlediğimiz flashback’ler/geri dönüşler sayesinde hikayenin kilit karakteri olmayı başarıyor. Belen Rueda, Mayka’dan sadece Alex’in değil bizim de nefret etmemizi sağlıyor ve duygusal açıdan seyirciyi manipüle ediyor. Dışarıda kalıp cinayeti çözmek yerine taraflardan biri oluveriyoruz. Katil koca Alex rolündeki Hugo Silva ve Dedektif Jaime’yi canlandıran Jose Coronado da başarılı. Bir geceden sabaha süren hikayede abartıya kaçmadan ve bilinmezliğin gerilimi yüzlerine yansırken gecenin dinginliğini bozmayacak bir sükunetle oynuyorlar. Cast’ta kötü oynamış diyebileceğim hiç kimse yok.
Bu gece gizeminin başaranlarından biri de filmin görüntü ve sanat yönetimi. Atmosferi güçlendiren ve seyirciyi filmin içine çeken ciddi bir çaba var burada. İspanyol sineması teknik anlamda gerçek bir zirve yaşıyor. Senaryo anlamında her zaman Hollywood’dan daha önde olan Latin sinemacılar artık teknik anlamda da bütün zaafları aşmış bir şekilde eserler üretiyorlar. Darısı bizimkilerin başına…
Ceset / El Cuerpo, son dakikasına kadar gözünüzü perdeden ayıramayacağınız, Hitchcock zamanlarındaki başarılı gizem/cinayet öykülerini anımsatan harika bir üslup denemesi. Genç seyirci için bu film eski usul, sıkıcı bir cinayet hikayesi izlenimi uyandırabilir ancak bilgisayardan kalkmadan film çeken Amerikalıların izle-unut tarzı işlerini izlemekten sıkıldıysanız tam filmine düştünüz demektir. Bu tür filmlerden hoşlanmıyorsanız bile gidin. İyi hikaye, iyi reji ve nefis oyunculukları izleyin.
Pacific Rim Özel Efektlerden Hoşlanan Her Yaştan Seyirci İçin Muhteşem Bir Gösteri…
Filmin yönetmeni Guillermo del Toro izleyicilere eşsiz bir bilim kurgu filmi sunmak için Legendary Pictures ile iş birliğine giriyor; Idris Elba, Charlie Hunnam ve Charlie Day filmin başrollerini paylaşıyor.
İnsanoğlunu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan şey, ansızın denizin altından gelmeye başlayan Kaiju isimli yaratıklardır. Bu dehşet verici varlıklar dünyanın temel kaynaklarını harap ederken canlı nüfusunu da hızlıca yok etmeye başlarlar. Çaresiz insanlık Jaeger isimli devasa robotlar üreterek felaketi durdurmaya çalışır. Tüm talimatları iki pilottan alan Jaeger’ler beyin gücüyle çalışan donanımlı ve güçlü robotlardır. Ne var ki ortada onların bile çözümleyemeceği katastrofik bir gidişat söz konusudur. Tüm çareler tükenmişken ortaya çıkan eski bir pilot ve stajyeri insanlığın son umudu olmaya çalışacaktır.
Korku Filmi Festivallerinin Gözdesi Olan Manyak Filmi de Bu Hafta Gösterime Giriyor.
Tatlı ve küçük bir hobbit olarak tanıdığımız Elijah Wood, kusursuz bir manyak olarak karşımıza çıktığı bu filmle izleyicisini şaşırtmayı başarıyor. Filmde canlandırdığı karakter olan Frank, elindeki antika taş mankenleri, öldürdüğü kadınların derileriyle restore ediyor.
Frank, engelleyemediği içgüdüleri ve travmatik geçmişi nedeniyle tanıştığı kadınları vahşice katletmektedir. Bir rastlantı sonucu tanıştığı Anna genç ve hayat dolu bir fotoğrafçıdır. Anna, Frank’in mankenlerini görür ve işlerindeki yaratıcılığa ve kusursuzluğa hayran kalır. Zamanla aralarındaki ilişki samimi bir yüz kazanmaya başlarken, Frank genç kadını tedirgin edici bir saplantı haline getirmeye başlar. Frank, Anna’yı her gördüğünde onu öldürmeye bir an daha yaklaşmaktadır.
80’lerde William Lustig tarafından çekilmiş olan Aja’nın yeniden çevrimi olan film; atmosferi, müzik seçimleri ve sıradışı New York temsiliyle ilkinin gölgesinde kalmamayı başarıyor.
Romantik Efsane Devam Ediyor. Yıllar Sonra Gelen Bir Film: Geceyarısından Önce…
Paris’teki ikinci buluşmanın ardından Jesse ve Celine bir kez daha vedalaşıp kendi yollarına devam eder. İlk buluşmanın ardından geçen uzun yılların ardından tekrar, bu kez Yunanistan’da karşılaştığımız ikili, bu süreçte bir yığın değişim yaşamış, çeşitli sürprizlerin yaşanacağı bir hayata doğru yelken açmıştır. Tüm sorunlara ve değişikliklere rağmen, değişmeyen tek şey ise birbirlerine duydukları naif aşktır. Yunanistan’da geçirdikleri bir tatil günü, geçmişlerini muhakeme edip ilişkilerini masaya yatırdıkları içten bir sohbete tanık olacaktır.
Before Sunrise ve Before Sunset filmlerinin ardından yönetmen Richard Linklater ile oyuncular Ethan Hawke ve Julie Delpy’i tekrar bir araya geliyor ve Before Midnight ile birlikte seriye son nokta koyuluyor. Filmin senaryosu önceki filmde olduğu gibi Linklater, Hawke ve Delpy ortaklığının ürünü.
60’lar Fonunda Müzik, Aşk ve Hüzün: Sen Gitmeden Önce
1960’lı yıllarda New Jersey’nin küçük bir muhitinde yaşayan genç müzisyen Douglas ve arkadaşları bir müzik grubu kurarak, rock’n roll türündeki müziklerini geniş kitlelere duyurmayı hayal etmektedirler. Günün birinde gerçek birer süperstar olmayı hedefleyen gençler, dönemin müzik ruhunu doyasıya özümseyen gençliği gibi türlü handikaplarla karşılaşırlar. Dönem müziği, radikal bir dönüşümün ayak seslerini işaret ederken gençler ve ebeveynleri arasındaki uçurumu da adım adım genişletmekteydi. Genç müzisyenler hayallerinin ne kadarını gerçekleştirebilecekti?
The Sopranos’un yaratıcısı David Chase’in yönettiği film, dönemin ruhuna esaslı bir bakış atıyor.
Bildiğiniz Gibi Bir Evlilik Komedisi: Gönlümü Çaldın
Eski çocukluk arkadaşı olan Josh ve Molly, Los Angeles’tan Chicago’ya bir aile düğünü için dönerler. Fakat Josh’un babasının sağlığı da pek iyi değildir ve onu üzmemek için sahte nişanlı numarası yaparlar. Fakat aile ve arkadaş çevresi bu habere o kadar sevinir ki, ikisi adına evlilik ve düğün planı yapmaya başlarlar ve işler çığrından çıkar! Şimdi ikisi de bir karar vermek zorundadır: bu işe bir son verip Los Angeles’a eski hayatlarına geri mi döneceklerdir yoksa birbirlerine hissetmeye başladıkları gerçek duygularının akışına bırakıp Chicago’da yeni bir hayat mı kuracaklardır?
Romantik komedi türündeki filmin başrollerini Shane McRae ve Aubrey Dollar paylaşıyor.