''HIRSIZI KOVALARKEN DÜŞTÜĞÜNÜZÜ SÖYLÜYORSUNUZ... ACI VAR MI ACI?''
Reha Muhtar'ın başına gelen ünlü bir başka kişinin başına gelseydi... Bu kişiyi canlı yayında Reha Muhtar sorgulasaydı, herhalde şu diyaloglara tanık olurduk: Mehmet Barlas yazdı.
Silahın varlığı mı ruhsatı mı daha önemlidir?
Sevgili Reha Muhtar’ın evine geçen hafta üçüncü kez hırsız girmiş.
Muhtar’ın o sırada yaşadıklarını Vatan’daki yazısından öğrendim.
Önce hırsızını nasıl gördüğünü anlatmış:
"O sırada rüyamda mı, gerçek hayatta mı bilmiyorum birisinin ayağıma beni ürkütecek şekilde dokunduğunu hissettim... Hani sanki hafif bir dokunuştan gıdıklanır ya insan onun gibi, bir anda rüyanın da verdiği ürküntüyle uyandım... Uyanmamla birlikte, başımı komidinin olduğu yöne çevirdim, çünkü rüyamda da birkaç kişi oradan bana saldırmaya çalışıyordu... O sırada ’hırsız’ımı gördüm."
Arkasından yataktan kalkıp hırsızını kovalamaya başlamış:
"Sanki rüya beni, odadaki hırsız gerçeğine alıştırmıştı, o hızla yataktan fırladığım gibi, oğlana en galiz küfürleri bağırarak çağırarak herkesi uyandıracak şekilde sıralamaya başladım... Hırsız o hızla kaçmaya başladı... Ben yataktan kalkıp sadece ’boxer’la ağır küfürler savurarak arkasından kovalamaya başladım... Halı kaydı, yere düştüm, dizim ve kolum sıyrıldı, oralı olmadım, küfür ederek, bağırarak kovalamaya devam ettim..."
Reha Muhtar’ın hırsızının şanslı olduğu kesin...
Silahı ruhsatlıymış
"Çünkü"yü Muhtar’dan dinleyelim...
"Ruhsatlı silahım el altında değildi... El altında olsaydı daha tehlikeli olabilirdi..."
Reha Muhtar’ın cevabını bulamadığı bir soru da şu:
"Şu anda hâlâ çözemediğim olay, ayağıma o dokunuşu hırsız niye yaptı?.. Beni uyandıran o dokunuştu... Ürkmüş ve biraz da gıdıklanmış gibi hissetmiştim kendimi... Hâlâ bilmiyorum ki o rüyada mı oldu, yoksa gerçekten hırsız bana dokundu mu?.. Dokunduysa niye dokundu?.."
Şimdi düşünün... Böyle bir durumla Amerikalı veya Fransız ya da İtalyan bir gazeteci karşılaşıyor.
Herhalde onlar da Reha Muhtar’ın yaptıklarını yaparlar ve hırsızı kovalarlardı.
Ama ertesi gün yaşadıklarını yazarken, bazı noktaları altını çizerek anlatmazlardı.
Mesela hırsızı kovalarken giydikleri donun cinsini "boxer" diyerek tanımlamak gereğini duymazlardı.
Hatta konu daha ilgi çekici olsun diye "hırsızı anadan doğma biçimde kovalıyordum" derlerdi.
Her kelimesi hesaplı
Bir de "Silahım el altında değildi" diye anlatırken, bunu "Ruhsatlı silahım el altında değildi" şeklinde yazmazlardı.
Çünkü Reha Muhtar sadece "Silahım" dese başına gelecekleri biliyor.
Silahının ruhsatlı olduğunu kanıtlayıncaya kadar, başta kendi meslektaşları sonra da kamu görevlileri, onu hırsızdan daha beter konuma sokabilirler.
Aslında Reha Muhtar haber sunmakta olsaydı... Kendisi kadar ünlü bir başka kişinin başına onun başına gelenler gelseydi... Bu kişiyi canlı yayında Reha Muhtar sorgulasaydı, herhalde şu diyaloglara tanık olurduk:
RM- Hırsızı kovalarken düştüğünüzü söylüyorsunuz... Acı var mı acı?
Ünlü Kişi-Acıyı hissetmedim o anda... Aklıma silahım geldi...
RM- Silahınız ruhsatlı mıdır? Ne zaman nereden aldınız bu silahı? Cinsi nedir? Yoksa bu bir lav silahı mıdır?
ÜK- Ruhsatlı bir Smith &Wesson’um var.
Çarpıcı sorular
RM- Hırsız sizi gıdıkladığına göre, gıdıklandığınızı bilen bir tanıdığınız hırsız olamaz mı? Ayrıca neden jockey değil de boxer külot giyiyorsunuz? Eskiden boks yapar mıydınız?
Amerikan işgali altındaki Japonya’nın Amerikalılaştırılması çabalarını alaya alan ve başrolde Glenn Ford’un bulunduğu bir film vardı. (Cry For Happy-1961)
"Suşi Western" türü filmde Vahşi Batı barlarından birine bir Japon kovboy giriyor ve kasabaya Kızılderililerin saldırdığını söylemek istiyordu. Ama bardaki diğer Japon kovboylar ona dışarı çıkması ve bara girmeden önce çizmelerini çıkarması için uyarıda bulunuyorlardı.
Reha Muhtar’ını hırsız kovalaması da öyle bir şey değil mi?
Silahı el altında olsaydı da herhalde hırsıza silahı değil ruhsatı gösterip uyarıda bulunurdu.
Çünkü Reha Muhtar’ın deyişi ile "Burası Ortadoğu’dur."
Mehmet Barlas/Sabah
Sevgili Reha Muhtar’ın evine geçen hafta üçüncü kez hırsız girmiş.
Muhtar’ın o sırada yaşadıklarını Vatan’daki yazısından öğrendim.
Önce hırsızını nasıl gördüğünü anlatmış:
"O sırada rüyamda mı, gerçek hayatta mı bilmiyorum birisinin ayağıma beni ürkütecek şekilde dokunduğunu hissettim... Hani sanki hafif bir dokunuştan gıdıklanır ya insan onun gibi, bir anda rüyanın da verdiği ürküntüyle uyandım... Uyanmamla birlikte, başımı komidinin olduğu yöne çevirdim, çünkü rüyamda da birkaç kişi oradan bana saldırmaya çalışıyordu... O sırada ’hırsız’ımı gördüm."
Arkasından yataktan kalkıp hırsızını kovalamaya başlamış:
"Sanki rüya beni, odadaki hırsız gerçeğine alıştırmıştı, o hızla yataktan fırladığım gibi, oğlana en galiz küfürleri bağırarak çağırarak herkesi uyandıracak şekilde sıralamaya başladım... Hırsız o hızla kaçmaya başladı... Ben yataktan kalkıp sadece ’boxer’la ağır küfürler savurarak arkasından kovalamaya başladım... Halı kaydı, yere düştüm, dizim ve kolum sıyrıldı, oralı olmadım, küfür ederek, bağırarak kovalamaya devam ettim..."
Reha Muhtar’ın hırsızının şanslı olduğu kesin...
Silahı ruhsatlıymış
"Çünkü"yü Muhtar’dan dinleyelim...
"Ruhsatlı silahım el altında değildi... El altında olsaydı daha tehlikeli olabilirdi..."
Reha Muhtar’ın cevabını bulamadığı bir soru da şu:
"Şu anda hâlâ çözemediğim olay, ayağıma o dokunuşu hırsız niye yaptı?.. Beni uyandıran o dokunuştu... Ürkmüş ve biraz da gıdıklanmış gibi hissetmiştim kendimi... Hâlâ bilmiyorum ki o rüyada mı oldu, yoksa gerçekten hırsız bana dokundu mu?.. Dokunduysa niye dokundu?.."
Şimdi düşünün... Böyle bir durumla Amerikalı veya Fransız ya da İtalyan bir gazeteci karşılaşıyor.
Herhalde onlar da Reha Muhtar’ın yaptıklarını yaparlar ve hırsızı kovalarlardı.
Ama ertesi gün yaşadıklarını yazarken, bazı noktaları altını çizerek anlatmazlardı.
Mesela hırsızı kovalarken giydikleri donun cinsini "boxer" diyerek tanımlamak gereğini duymazlardı.
Hatta konu daha ilgi çekici olsun diye "hırsızı anadan doğma biçimde kovalıyordum" derlerdi.
Her kelimesi hesaplı
Bir de "Silahım el altında değildi" diye anlatırken, bunu "Ruhsatlı silahım el altında değildi" şeklinde yazmazlardı.
Çünkü Reha Muhtar sadece "Silahım" dese başına gelecekleri biliyor.
Silahının ruhsatlı olduğunu kanıtlayıncaya kadar, başta kendi meslektaşları sonra da kamu görevlileri, onu hırsızdan daha beter konuma sokabilirler.
Aslında Reha Muhtar haber sunmakta olsaydı... Kendisi kadar ünlü bir başka kişinin başına onun başına gelenler gelseydi... Bu kişiyi canlı yayında Reha Muhtar sorgulasaydı, herhalde şu diyaloglara tanık olurduk:
RM- Hırsızı kovalarken düştüğünüzü söylüyorsunuz... Acı var mı acı?
Ünlü Kişi-Acıyı hissetmedim o anda... Aklıma silahım geldi...
RM- Silahınız ruhsatlı mıdır? Ne zaman nereden aldınız bu silahı? Cinsi nedir? Yoksa bu bir lav silahı mıdır?
ÜK- Ruhsatlı bir Smith &Wesson’um var.
Çarpıcı sorular
RM- Hırsız sizi gıdıkladığına göre, gıdıklandığınızı bilen bir tanıdığınız hırsız olamaz mı? Ayrıca neden jockey değil de boxer külot giyiyorsunuz? Eskiden boks yapar mıydınız?
Amerikan işgali altındaki Japonya’nın Amerikalılaştırılması çabalarını alaya alan ve başrolde Glenn Ford’un bulunduğu bir film vardı. (Cry For Happy-1961)
"Suşi Western" türü filmde Vahşi Batı barlarından birine bir Japon kovboy giriyor ve kasabaya Kızılderililerin saldırdığını söylemek istiyordu. Ama bardaki diğer Japon kovboylar ona dışarı çıkması ve bara girmeden önce çizmelerini çıkarması için uyarıda bulunuyorlardı.
Reha Muhtar’ını hırsız kovalaması da öyle bir şey değil mi?
Silahı el altında olsaydı da herhalde hırsıza silahı değil ruhsatı gösterip uyarıda bulunurdu.
Çünkü Reha Muhtar’ın deyişi ile "Burası Ortadoğu’dur."
Mehmet Barlas/Sabah