HINCAL ULUÇ İSTİFANIN EŞİĞİNDEN DÖNDÜ! USTA YAZAR NEYE KIZDI?
Sabah yazarı Hıncal Uluç "Tükenmişlik sendromu sadece Meryem Uzerli'de olmaz" dedi ve köşe yazarlığına veda etme kararı verdi.
Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, Taksim’de başlayan olayların ardından İstanbul’da gördüğü manzaraya rağmen gazetesinde hiçbir haberin çıkmamasından dolayı istifa kararı verdiğini ancak sonradan Nazlı Ilıcak gibi birkaç yazar sayesinde vazgeçtiğini söyledi.
İşte Uluç’un istifa kararını anlattığı yazısının o bölümü:
Pazar yazım aklıma geldi..
Bir köpeğin ölümü.. Lalehan’ın satırları şiirsel bir duygusallık dolu.. Ama anladığım kadarı ile Taksim’de bir savaş var.. O zaman da bu yazı olmaz..
Lalüş haftaya kalır.. Ben gazeteye gidip, yeni bir yazı yazmalıyım ki, tüm yaşam ilkelerime aykırı.. Cuma günleri cumartesi,pazar yazılarımı yazar ve kendi hayatımı yaşamaya giderim. "Üçüncü Dünya Savaşı çıksa benden yazı beklemeyin" demişimdir gazeteye 25 yıl önce.. Kafamın haftada iki gün dinlenme hakkıdır bu.. 25 yıldır da şaşmadan uyguladım.
Ama bu, Üçüncü Dünya Savaşı’ndan önemli.. Benim vatanım, benin kentim, benim insanım ne biçim bir savaş içinde ki, Taksim’den, Harbiye’ye gelmiş bombaların gazı..
Sabah kapıdan gazetemi aldım.. Kahvemi içerken okuyacağım her zaman yaptığım gibi.. Sonra da ver elini gazete. Pazar yazımı değiştirmek için..
Açtım gazetemi kahve masamın üstüne.. Birinci sayfada hiçbir şey yok, Taksim’le ilgili..
Hiçbir şey..
Koştum televizyonlara.. Haber kanallarında da hiçbir şey yok.. Gazeteme ve haber kanallarına bakarsanız,İstanbul güllük gülistanlık..
Peki o zaman ben niye Harbiye’de arabama ağlayarak bindim..
"Bitmiş Hıncal" dedim.. "Bu meslek bitmiş.. Gazetene gitmene de, yazını değiştirmene de gerek yok..
Pazartesi sabahı gazeteye gidersin. Sevgili 40 yıllık dostun, Genel Yayın Müdürün Erdal Şafak’a ’Tamam Erdal’ dersin.. ’Tükenmişlik sendromu sadece Meryem Uzerli’de olmaz.. Ben de tükendim, cumartesi sabahı gazetemi ve haber kanallarını görünce..’ ..Ve izzeti ikbal ile mesleğe veda edersin!."
Yahu ben Menderes’in medyayı yok etmek için dünyada benzeri olmayan yasalar çıkarttığı, ilan ettiği sıkı yönetimle her şeyi yazmayı yasak ettiği günlerde gazeteciliğe başladım..
Sıkı Yönetim Komutanı Kavanoz Paşa (Öyleydi aramızda adı) durmadan yayın yasakları yollardı..
"Siyasal Bilgiler olaylarını yazmak yasaktır."
"Siyasal Bilgiler olaylarını yasaklayan bildiriyi yayınlamak da yasaktır."
"Siyasal Bilgiler olaylarını yasaklayan bildiriyi yayınlamayı yasaklayan bildiriyi de, bu bildiriyi de yayınlamak yasaktır.."
Gazetenin manşetinde Siyasal Bilgiler olaylarına ayrılmış yer, boş çıkardı ertesi gün.. Beyaz..
Yani "Bir şeyler oldu dün Ankara’da ama yayınlamamız yasak" derdik okura, o beyazla..
Ama o yayın yasakları geri teperdi fısıltı gazetesi yüzünden..
Siyasal Bilgiler olaylarında biz ağabeyimle okuldaydık. Kavanoz Paşanın askerleri okulun etrafını sarmışlardı.. Bize "Çıkın" emri verildi megafonlarla.. "Boşaltın okulu yoksa ateş ederiz.."
Çıkmadık.. Ateş emri verildi.. Tabii havaya.. Korkutma ateşi.. Bir kurşun en üst katın camından girmiş, tavana saplanmış.Saplanırken de bir sıva parçasını aşağı düşürmüş.. Bu parça da bir arkadaşın kolunu sıyırmış. Tek vukuat bu..
Sonra askerler çekildi.. Biz de çıktık gittik. Bitti..
Babam Çanakkale’de Jandarma Okul Komutanı.. Albay.. Ayni gün akşamı ona ulaşan haber..
"Siyasal Bilgiler basıldı. Üç yüz ölü, altı yüz yaralı var.."
Adamın iki oğlu Siyasal’da.. O zaman cep telefonu falan yok.. Evde de telefon yok.. Kimde var zaten.. Kendinizi babamın yerine koyun ve halinizi düşünün..
Yayın yasağı, fısıltı gazetesine alabildiğine izin verir.. Araya kötü niyetliler girerse bir de, tutmayın gitsin..
O devirleri yaşamış Hıncal’ın bu devirde gördüklerine bak..
Gazetem yazmıyor. Haber kanalları yayınlamıyor..
Taksim’deki gerçeğe gözlerimizi yummuşuz. Sanıyoruz ki, görmezden gelirsek, mesele biter..
Biter mi?. Asıl o zaman başlar..
Şimdi üstelik anında her şeyi, herkese yazan sosyal medya varken, yazmamak ve yayınlamamak ne işe yarar?.
Sosyal medyanın öne fırlamasına.. Haber alma hakkının sosyal medya ile kullanılmasına ve kötü niyetlilere meydanı sonuna dek açmaya..
Taksim olaylarının büyümesi ve hızla yurda yayılmasının en büyük sorumlusu medyamız oldu.
Gözlerini yumduğu, görmediği zaman olayların olmayacağını sanan medya..
Sosyal medyayla çığ gibi büyüdü bir kaç kişilik olay.. Bu arada "Halk TV" diye adı duyulmadık bir kanalın canlı yayın yaptığı gene sosyal medya ile yayıldı. Ben de duydum..
Gerçekten canlı yayın yapıyordu Halk Tv..
Önüne oturdum, saatlerce izledim..
Öteki haber kanalları da Halk TV canlı yayınlarından sonra iki şeyi anladılar..
Gerzekliklerini ve haberi saklamanın hiçbir işe yaramadığını..
Cumartesi akşam üzeri bütün haber kanalları canlı yayına girdi, beşinci günde..
Pazar sabahı benim gazetem olayları manşete alarak çıktı..
Bu gazeteyi satın aldığı gün yaptığı toplantıda, ilkelerini açıklayan Ahmet Çalık’ın sözleri aklıma geldi..
"Yazarlar özgürdür. Düşündüklerini yazarlar. İstedikleri tarafı tutarlar.. Müdahale etmem.."
Etmedi de.. Ben bir tek gün, uyarıyı geçin, ima bile almadım..
Sabah yazarları Taksim olaylarında başta Nazlı Hanım, Emre ve Mahmut harika bir sınav verdiler..
"Habercilikte ilkem ise kesindir. Tarafsızlık.. Bu gazetede her haber, önemi ölçüsünde yer alacaktır.."
Ama işte bu ikinci ilkede sınıfı geçemedi Sabah..
Niçin geçemediğini de pazartesi sabahı "Okur Temsilcisi, Yavuz Baydar" yarım sayfa harika anlattı. Sabah’ın habercilik yanlışını tane tane anlattı ve içimi rahatlattı.
Doğruldum, kalktım kahve masamdan..
"Yürü Hıncal" dedim kendi kendime, "Doğru gazeteye odana.. Hala umut var!."
Ve hafta sonunun tüm tükenmişliği içinde odama gelip bu yazıyı yazacak gücü buldum..
Devam..
Bu cennet vatan için feda olsun her şey!..
Devam
İşte Uluç’un istifa kararını anlattığı yazısının o bölümü:
Pazar yazım aklıma geldi..
Bir köpeğin ölümü.. Lalehan’ın satırları şiirsel bir duygusallık dolu.. Ama anladığım kadarı ile Taksim’de bir savaş var.. O zaman da bu yazı olmaz..
Lalüş haftaya kalır.. Ben gazeteye gidip, yeni bir yazı yazmalıyım ki, tüm yaşam ilkelerime aykırı.. Cuma günleri cumartesi,pazar yazılarımı yazar ve kendi hayatımı yaşamaya giderim. "Üçüncü Dünya Savaşı çıksa benden yazı beklemeyin" demişimdir gazeteye 25 yıl önce.. Kafamın haftada iki gün dinlenme hakkıdır bu.. 25 yıldır da şaşmadan uyguladım.
Ama bu, Üçüncü Dünya Savaşı’ndan önemli.. Benim vatanım, benin kentim, benim insanım ne biçim bir savaş içinde ki, Taksim’den, Harbiye’ye gelmiş bombaların gazı..
Sabah kapıdan gazetemi aldım.. Kahvemi içerken okuyacağım her zaman yaptığım gibi.. Sonra da ver elini gazete. Pazar yazımı değiştirmek için..
Açtım gazetemi kahve masamın üstüne.. Birinci sayfada hiçbir şey yok, Taksim’le ilgili..
Hiçbir şey..
Koştum televizyonlara.. Haber kanallarında da hiçbir şey yok.. Gazeteme ve haber kanallarına bakarsanız,İstanbul güllük gülistanlık..
Peki o zaman ben niye Harbiye’de arabama ağlayarak bindim..
"Bitmiş Hıncal" dedim.. "Bu meslek bitmiş.. Gazetene gitmene de, yazını değiştirmene de gerek yok..
Pazartesi sabahı gazeteye gidersin. Sevgili 40 yıllık dostun, Genel Yayın Müdürün Erdal Şafak’a ’Tamam Erdal’ dersin.. ’Tükenmişlik sendromu sadece Meryem Uzerli’de olmaz.. Ben de tükendim, cumartesi sabahı gazetemi ve haber kanallarını görünce..’ ..Ve izzeti ikbal ile mesleğe veda edersin!."
Yahu ben Menderes’in medyayı yok etmek için dünyada benzeri olmayan yasalar çıkarttığı, ilan ettiği sıkı yönetimle her şeyi yazmayı yasak ettiği günlerde gazeteciliğe başladım..
Sıkı Yönetim Komutanı Kavanoz Paşa (Öyleydi aramızda adı) durmadan yayın yasakları yollardı..
"Siyasal Bilgiler olaylarını yazmak yasaktır."
"Siyasal Bilgiler olaylarını yasaklayan bildiriyi yayınlamak da yasaktır."
"Siyasal Bilgiler olaylarını yasaklayan bildiriyi yayınlamayı yasaklayan bildiriyi de, bu bildiriyi de yayınlamak yasaktır.."
Gazetenin manşetinde Siyasal Bilgiler olaylarına ayrılmış yer, boş çıkardı ertesi gün.. Beyaz..
Yani "Bir şeyler oldu dün Ankara’da ama yayınlamamız yasak" derdik okura, o beyazla..
Ama o yayın yasakları geri teperdi fısıltı gazetesi yüzünden..
Siyasal Bilgiler olaylarında biz ağabeyimle okuldaydık. Kavanoz Paşanın askerleri okulun etrafını sarmışlardı.. Bize "Çıkın" emri verildi megafonlarla.. "Boşaltın okulu yoksa ateş ederiz.."
Çıkmadık.. Ateş emri verildi.. Tabii havaya.. Korkutma ateşi.. Bir kurşun en üst katın camından girmiş, tavana saplanmış.Saplanırken de bir sıva parçasını aşağı düşürmüş.. Bu parça da bir arkadaşın kolunu sıyırmış. Tek vukuat bu..
Sonra askerler çekildi.. Biz de çıktık gittik. Bitti..
Babam Çanakkale’de Jandarma Okul Komutanı.. Albay.. Ayni gün akşamı ona ulaşan haber..
"Siyasal Bilgiler basıldı. Üç yüz ölü, altı yüz yaralı var.."
Adamın iki oğlu Siyasal’da.. O zaman cep telefonu falan yok.. Evde de telefon yok.. Kimde var zaten.. Kendinizi babamın yerine koyun ve halinizi düşünün..
Yayın yasağı, fısıltı gazetesine alabildiğine izin verir.. Araya kötü niyetliler girerse bir de, tutmayın gitsin..
O devirleri yaşamış Hıncal’ın bu devirde gördüklerine bak..
Gazetem yazmıyor. Haber kanalları yayınlamıyor..
Taksim’deki gerçeğe gözlerimizi yummuşuz. Sanıyoruz ki, görmezden gelirsek, mesele biter..
Biter mi?. Asıl o zaman başlar..
Şimdi üstelik anında her şeyi, herkese yazan sosyal medya varken, yazmamak ve yayınlamamak ne işe yarar?.
Sosyal medyanın öne fırlamasına.. Haber alma hakkının sosyal medya ile kullanılmasına ve kötü niyetlilere meydanı sonuna dek açmaya..
Taksim olaylarının büyümesi ve hızla yurda yayılmasının en büyük sorumlusu medyamız oldu.
Gözlerini yumduğu, görmediği zaman olayların olmayacağını sanan medya..
Sosyal medyayla çığ gibi büyüdü bir kaç kişilik olay.. Bu arada "Halk TV" diye adı duyulmadık bir kanalın canlı yayın yaptığı gene sosyal medya ile yayıldı. Ben de duydum..
Gerçekten canlı yayın yapıyordu Halk Tv..
Önüne oturdum, saatlerce izledim..
Öteki haber kanalları da Halk TV canlı yayınlarından sonra iki şeyi anladılar..
Gerzekliklerini ve haberi saklamanın hiçbir işe yaramadığını..
Cumartesi akşam üzeri bütün haber kanalları canlı yayına girdi, beşinci günde..
Pazar sabahı benim gazetem olayları manşete alarak çıktı..
Bu gazeteyi satın aldığı gün yaptığı toplantıda, ilkelerini açıklayan Ahmet Çalık’ın sözleri aklıma geldi..
"Yazarlar özgürdür. Düşündüklerini yazarlar. İstedikleri tarafı tutarlar.. Müdahale etmem.."
Etmedi de.. Ben bir tek gün, uyarıyı geçin, ima bile almadım..
Sabah yazarları Taksim olaylarında başta Nazlı Hanım, Emre ve Mahmut harika bir sınav verdiler..
"Habercilikte ilkem ise kesindir. Tarafsızlık.. Bu gazetede her haber, önemi ölçüsünde yer alacaktır.."
Ama işte bu ikinci ilkede sınıfı geçemedi Sabah..
Niçin geçemediğini de pazartesi sabahı "Okur Temsilcisi, Yavuz Baydar" yarım sayfa harika anlattı. Sabah’ın habercilik yanlışını tane tane anlattı ve içimi rahatlattı.
Doğruldum, kalktım kahve masamdan..
"Yürü Hıncal" dedim kendi kendime, "Doğru gazeteye odana.. Hala umut var!."
Ve hafta sonunun tüm tükenmişliği içinde odama gelip bu yazıyı yazacak gücü buldum..
Devam..
Bu cennet vatan için feda olsun her şey!..
Devam