HINCAL ULUÇ GÜNÜMÜZ GAZETECİLİĞİNİ YERDEN YERE VURDU "İŞ UCUZ ADAMLARA KALDI"

Sabah yazarı Hıncal Uluç, muhabir gazeteciliği döneminin bittiğini öne sürerek gazete yönetimlerini topa tuttu..

Gazeteciliğin neresindeyiz?..

Televizyonda görünenler, hele dizi oyuncuları bu ülkenin en ünlüleridir. Herkes onları durmadan görür, sokakta görse tanır. Genç kız bunlardan biri.. Hem güzel, hem de fevkalade çekici.. Yani magazin sayfalarının bayıldığı tiplerden.

Bu genç kız, ameliyatla erkek oluyor.. Haberin dik alası.. Bir magazin muhabiri için, hayatta bir defa ya olur ya olmaz..

..Ve magazin basınımız bu olayı (ki karar verdikten sonra hazırlık aşaması, yıllar sürer) ameliyattan aylar sonra, meslekle hiç ilgisi olmayan birinin tweetinden öğreniyor..

Peki nerde, bunca büyük gazetenin, magazine her gün sayfalar, yetmiyor ekler, o da yetmiyor hafta sonları ilave ekler hazırlayan bunca büyük gazetenin magazin muhabirleri.. Magazin servisleri?.. Ne iş yaparlar?.

Türkiye liginin lideri, Şampiyonlar Ligi son onaltıdaki temsilcisi Galatasaray'ın Teknik Direktörü, çok kritik bir maçın devre arasında oyundan atılıyor. İkinci yarıyı tribünden izliyor..

Soyunma odalarına girme tekelini elinde bulunduran yayıncı kuruluş başta, ertesi gün çıkan gazeteler ve yayın yapan haber TV'leri dahil, bir tekinde atılma sebebi yok..

Yahu, her gün spora sayfalar ayıran gazeteler, her hafta saatlerce spor yayını yapan haber TV'lerinin, içerden anında haber alma kaynakları olan bir, tek bir Galatasaray muhabiri yoksa, ne işe yarar o spor servisleri.. Çöpe atmaya mı?.

Geçen hafta içinde yaşadığımız bu iki olay, bu ülkede gazeteciliğin nereye geldiğinin en büyük göstergesi..

Hayır.. Yazılı basını, internet gazeteciliği değil, biz kendimiz bitirdik, yıllar önce, muhabirliği kaldırıp, en büyükler en başta, gazeteleri üç ajansa teslim ederek..
Bakmayın haberlerin üstünde, ya da altında çıkan imzalara.. Hepsinin kaynağı ayni ajans!.
Neden?.

Ajans ucuz.. Muhabir ve haber pahalı.. O zaman atarsın muhabirleri.. Nasıl çaycılık, temizlik işlerini taşeronlar yapıyor artık. Haberleri de taşeronlar yapar, biter gider.. Zaten millet okumuyor.. (Nerden karar verdilerse..) Basarsın kocaman fotoğraflar.. Resimaltı bile yazmasın. Çünkü resimaltı yazmak hüner ister. Hünerli adam da pahalıdır. Resimler altsız çıkar. Millete de eğlence (!) olur, nasılsa.. Bilmece çözer gibi resim çözer eline gazeteyi alıp.. Birinci sayfaya kocaman kocaman başlıklar da attın mı, altına iki spotla sayfayı kaparsın. Haberi merak eden spot altında "Bilmem kaçıncı sayfada" anonsunu görür. O sayfayı çevirir. Orda da ayni spotları bir daha okur. O kadar. Bitti.

Hayır acı konuşmuyorum. Acı gerçeği anlatıyorum.
Geçen hafta sonu Atilla Dorsay yazısında "Bu ülkenin en büyük iki gazetesinde, iki ayrı imzayla çıkan haberde, ayni yanlış vardı. İki gazete de benim söylemediğim şeyleri yazmışlardı" dedi.
Ben o "Söylenmeyen sözleri" iki değil, beş gazetede okudum Atilla.. Beş ayrı imzadan, ayni hata ile.. Çünkü hepsi haberi ayni ajanstan almışlar, ajansın yanlışını okurlarına aynen iletmişlerdi. Ajans haberine, utanmadan, sıkılmadan bir de imza yerleştirerek.. Özel haber havası vererek..
Gazeteciliğe başladığımız yıllarda, bir tek ajans vardı. Anadolu Ajansı.. En büyük haber kaynağıydı, her gazetenin. Öyle internet, teleks gibi araçlar daha keşif bile edilmediğinden, Anadolu Ajansı'na iki şekilde ulaşırdı medya.. İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde ajansın şubeleri, o şubelerde abone her gazetenin rafı vardı. Gazetenin odacısı saat başı gider, rafa konmuş teksir sayfalarını alırdı. O kentte şube yoksa, yerel basının ajansa ulaşması, Ankara Radyosu'nun yazdırma servisiyle olurdu, tek kanallı radyodan. Köy kahvelerinde hatta dinlenirdi bu "Yazdırma Servisi".. Öğleden sonra üç saat, bir spiker, haberleri, yavaş yavaş okuyarak, dikte ettirirdi. Masal gibi geliyor değil mi?.

En deneyimlisinden bir gazeteci, ajanstan gelen haberleri elden geçirirdi. Hangisi çöpe, hangisi gazeteye.. Triyaj/ Tarama denirdi bu işe.. Zor işti ha..

Önüne yığılan teksir sayfalarını, elinde cetvel, hızla tarayan, haberleri kesip kesip, "Gazeteye.. Çöpe" diye ayıran bir ağabeyimiz tüm dünyada manşet olan haberi atlamasıyla tarihe geçmişti..
"Andrea Doria battı.. Çöpe.."

Gazeteye de haber tek sütun falansa, aynen ajanstan geldiği gibi girer, ama birinci sayfadan manşet, ya da manşet altı falan önemindeyse, gene kıdemli bir muhabirin önüne konurdu. "Al yeniden yaz" diye. Rewrite/ Yeniden Yazma işiydi bu.

Yazan hem iyi gazeteci olacak, hem de çok iyi Türkçe bilecekti. Haberi daha ilginç yapmak için belki girişini değiştirecek, üslüba belki hafif mizah katacak, hatta, telefona sarılıp, bir minik soruşturma, araştırmayla habere, yeni, ek unsurlar katmayı bilecekti..

Sonunda keyifle, merakla okunur bir "Haber Hikaye" koyacaktı, yazı işleri müdürünün önüne.. En zor işti, gazete mutfağında rewrite yapmak.. Tabii, bu da hünerli, yani pahalı adamın işiydi.
Bu pahalı adamların hepsi gitti gazetelerden.. İş ucuzlara kaldı. Ucuz etin yahnileri konmaya başlandı, tezgahlara..

Sonunda olan bu işte..
En önemli haberleri bile duyamayan, alamayan, bunu başaramadıkları için hesap bile sorulmayan, ajanslardan gelen yalan yanlış haberleri bir kaç kelime değiştirerek altına imzasını koyan stajyer düzeyinde insanlar..

Acemi, sorumsuz ve ucuz!.
Buna rağmen bu millet her gün bunca gazeteyi hala para verip alıyorsa, kimse bana "Yazılı basının işi bitti" demesin..

"Gazete" yapsak, "Muhabir"i gazetenin en önüne koyan düzeni yeniden kursak, iki misli de satarız, inanın!.

Hıncal Uluç'un yazısının tamamı için tıklayın