HİLAL KAPLAN YİNE VURDU! BU NE 'KUSURSUZ CİNAYET'Tİ BÖYLE!
Geçtiğimiz günlerde 'Kandil Muhipleri -2' başlıklı yazısıyla Temelkuran ve Nuray Mert'le arasındaki polemiğin fitilini ateşleyen Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan bugün yine köşesinden vurdu.
İşte Hilal Kaplan’ın yazısı...
"Yeni Kandil muhipleri" bahsi
Son YAŞ toplantısı öncesindeki gelişmeler sadece Türkiye’de değil, dünyada da "demokratikleşme yolunda olumlu bir adım" olarak değerlendirilirken; bazı ’askerî medya’ yazarları bile "Dedim ama bi’ sor neden" tadındaki yazılarıyla ilk yorumlarını tevil ederken KCK son durumu şöyle değerlendirdi:
"Sivil dikta zihniyeti demokratik gelişmeye yol açmaz."
Biliyorum, gözünüz bir yerden ısırıyor. Bu açıklamayla beraber "yeni Kandil muhipleri" yazılarım daha bir bağlamına oturmuş oldu sanırım.
"Bayan vijdan"ın özrü
Hayat ne garip. Yıllar önce yaşadığın bir ân, gün geliyor bugüne bağlanıveriyor.
Üç yıl önce, Hayat TV’de bir programa davetliydim. Diğer konuklardan biri olan bayan vijdanla orada tanıştım. Yanıma gelip beni bir yerden tanıyıp tanımadığını sordu. O dönem kamuoyunda epeyce ses getirmiş olan "Henüz Özgür Olmadık" bildirisi vesilesiyle hatırlamış olabileceğini söyledim. Ardından "Biliyorum yeni tanıştık ama sizin başörtülü kadınların epeyce canını yakmış birisi olduğunuzu söylemem lazım" dedim. Bir an bile duraksamadan, "İncinmişseniz haklısınızdır. Özür dilerim" dedi. Çok şaşırmıştım. Sonra düşündüm. Bu ne ’kusursuz bir cinayet’ti böyle.
Yıllarca toplumun bir bölümünün benimsediği başörtüsü karşıtlığını köpürten, üniversitedeki yasağın dahi kalkmasının önünde engel oluşturan, başörtülü kadınları barbi bebeklerle kıyaslayıp ayrımcılığı meşrulaştıran yazılar yazacaksınız. ’Kurban’larınızdan biriyle karşılaştığınızdaysa özür dileyip ellerinizi yıkayarak ’suç mahalli’nden uzaklaşacaksınız. Tabii mahcubiyet veya pişmanlık hissetmeden dilediğiniz için neden özür dilediğinizi asla yazıya dökmeyecek ve ertesinde "Şeriat geliyor hanım" kıvamında yazılarla Malezya’dan bildirmeye de devam edeceksiniz.
Her yazarın okuruna düşünce ve duruşundaki değişiklikleri izah etme sorumluluğu vardır. Ancak bayan vijdan ’kurbanları’na olduğu gibi okurlarına karşı da kendini sorumlu hissetmiyor anlaşılan. "Cevap vermeyeceğim" deyip sonra da beni "okuduğunu anlamamakla" suçluyor. Yani verilmesi gereken bir cevap olduğunu kabul edip, sonra da ortada okuma yeteneğim dışında bir sorun olmadığını iddia edebiliyor. Bana "Kendimi kandırılmış hissediyorum" minvalinde e-mailler yazan Kürt okurları da okuduklarını anlamamaktan muzdaripler bu durumda. Öyle ya bayan vijdanın "Hayatı şiddet. Sonra demez mi ’Barış istiyorum’ diye" cümlesinin anlaşılmayacak ne yanı var, değil mi?
Bayan vijdanın "cevap olmayan cevap" yazısını okuyunca aşağılık kompleksinin semptomlarından biri olarak tanımlanan "üstenci"likten muzdarip bir üsluba İslâmofobik öğeleri de ekleyince ortaya böyle bir sonuç çıkıyor demek diye düşündüm. Örneğin beni, "demokrasi mücahidi" olarak tanımladığında, yani İslâmî bir terimle demokrasiyi bir araya getirdiğinde aşağılamış olduğunu düşünüyor. Sözlük yazarları için bile oldukça bayat olan bu terimden daha iyisini yapamadığına göre uzun tatili kendisine pek yaramamış.
Tutarlılığının başörtülü bir kadın tarafından sorgulanıyor olması keyfini kaçırdığından olsa gerek ’aklımı’ Perihan Mağden’den aldığımı da iddia etmiş. (Hayalindeki gibi düğmesine basınca konuşan oyuncak bebekler olsaydık ne güzel olurdu, değil mi?) Hâlbuki ilk yazımın başında söylediğim gibi Perihan Hanım’ı ağırladığım program öncesi "Yeni Kandil muhipleri" deyimini beraber bulmamızın dışında kendisinin bir katkısı olmadı. Dilerse programa hazırlık amacıyla bulduğum alıntıların hepsini yazılardan önce programda aynen kullandığımı görebilir. Kaldı ki geçtiğimiz Mayıs ayında Mert ve kendisi üzerine "Yakarız bu barışı yakarız" başlıklı bir yazı daha yazmıştım. Tek farkı o sefer isim kullanmamıştım. Yani mezkûr muhiplik çok önceden aklıma takılmıştı.
Son söz yerine
Nuray Mert söz vermesine rağmen sorularımı yanıtsız bıraksa da, bayan vijdan "Cevap vermiyorum" diyerek canhıraş cevap yetiştirmeye çabalayıp ’küçüklüğünü’ ikrar etse de zararı yok. Zira geçirdikleri değişimin fikrî bir aydınlanmadan kaynaklanmadığına işaret etmek bağlamında maksat hasıl olmuştur. Mevzubahis iki yazarın son yıllardaki duruşlarını çoklu değişkenli bir formüle benzetirsek, bu formülün tek bir sabiti var: Ak Parti karşıtlığı. Sorularımı, ’bildikleri yer’den, kendi arşivlerinden yola çıkarak sormama rağmen cevap alamayışımın sebebi de bu zaten. Keşke kronik Ak Parti karşıtlığından daha derin bir fikrî dönüşüm söz konusu olsaydı da tartışabilseydik.
"Yeni Kandil muhipleri" bahsi
Son YAŞ toplantısı öncesindeki gelişmeler sadece Türkiye’de değil, dünyada da "demokratikleşme yolunda olumlu bir adım" olarak değerlendirilirken; bazı ’askerî medya’ yazarları bile "Dedim ama bi’ sor neden" tadındaki yazılarıyla ilk yorumlarını tevil ederken KCK son durumu şöyle değerlendirdi:
"Sivil dikta zihniyeti demokratik gelişmeye yol açmaz."
Biliyorum, gözünüz bir yerden ısırıyor. Bu açıklamayla beraber "yeni Kandil muhipleri" yazılarım daha bir bağlamına oturmuş oldu sanırım.
"Bayan vijdan"ın özrü
Hayat ne garip. Yıllar önce yaşadığın bir ân, gün geliyor bugüne bağlanıveriyor.
Üç yıl önce, Hayat TV’de bir programa davetliydim. Diğer konuklardan biri olan bayan vijdanla orada tanıştım. Yanıma gelip beni bir yerden tanıyıp tanımadığını sordu. O dönem kamuoyunda epeyce ses getirmiş olan "Henüz Özgür Olmadık" bildirisi vesilesiyle hatırlamış olabileceğini söyledim. Ardından "Biliyorum yeni tanıştık ama sizin başörtülü kadınların epeyce canını yakmış birisi olduğunuzu söylemem lazım" dedim. Bir an bile duraksamadan, "İncinmişseniz haklısınızdır. Özür dilerim" dedi. Çok şaşırmıştım. Sonra düşündüm. Bu ne ’kusursuz bir cinayet’ti böyle.
Yıllarca toplumun bir bölümünün benimsediği başörtüsü karşıtlığını köpürten, üniversitedeki yasağın dahi kalkmasının önünde engel oluşturan, başörtülü kadınları barbi bebeklerle kıyaslayıp ayrımcılığı meşrulaştıran yazılar yazacaksınız. ’Kurban’larınızdan biriyle karşılaştığınızdaysa özür dileyip ellerinizi yıkayarak ’suç mahalli’nden uzaklaşacaksınız. Tabii mahcubiyet veya pişmanlık hissetmeden dilediğiniz için neden özür dilediğinizi asla yazıya dökmeyecek ve ertesinde "Şeriat geliyor hanım" kıvamında yazılarla Malezya’dan bildirmeye de devam edeceksiniz.
Her yazarın okuruna düşünce ve duruşundaki değişiklikleri izah etme sorumluluğu vardır. Ancak bayan vijdan ’kurbanları’na olduğu gibi okurlarına karşı da kendini sorumlu hissetmiyor anlaşılan. "Cevap vermeyeceğim" deyip sonra da beni "okuduğunu anlamamakla" suçluyor. Yani verilmesi gereken bir cevap olduğunu kabul edip, sonra da ortada okuma yeteneğim dışında bir sorun olmadığını iddia edebiliyor. Bana "Kendimi kandırılmış hissediyorum" minvalinde e-mailler yazan Kürt okurları da okuduklarını anlamamaktan muzdaripler bu durumda. Öyle ya bayan vijdanın "Hayatı şiddet. Sonra demez mi ’Barış istiyorum’ diye" cümlesinin anlaşılmayacak ne yanı var, değil mi?
Bayan vijdanın "cevap olmayan cevap" yazısını okuyunca aşağılık kompleksinin semptomlarından biri olarak tanımlanan "üstenci"likten muzdarip bir üsluba İslâmofobik öğeleri de ekleyince ortaya böyle bir sonuç çıkıyor demek diye düşündüm. Örneğin beni, "demokrasi mücahidi" olarak tanımladığında, yani İslâmî bir terimle demokrasiyi bir araya getirdiğinde aşağılamış olduğunu düşünüyor. Sözlük yazarları için bile oldukça bayat olan bu terimden daha iyisini yapamadığına göre uzun tatili kendisine pek yaramamış.
Tutarlılığının başörtülü bir kadın tarafından sorgulanıyor olması keyfini kaçırdığından olsa gerek ’aklımı’ Perihan Mağden’den aldığımı da iddia etmiş. (Hayalindeki gibi düğmesine basınca konuşan oyuncak bebekler olsaydık ne güzel olurdu, değil mi?) Hâlbuki ilk yazımın başında söylediğim gibi Perihan Hanım’ı ağırladığım program öncesi "Yeni Kandil muhipleri" deyimini beraber bulmamızın dışında kendisinin bir katkısı olmadı. Dilerse programa hazırlık amacıyla bulduğum alıntıların hepsini yazılardan önce programda aynen kullandığımı görebilir. Kaldı ki geçtiğimiz Mayıs ayında Mert ve kendisi üzerine "Yakarız bu barışı yakarız" başlıklı bir yazı daha yazmıştım. Tek farkı o sefer isim kullanmamıştım. Yani mezkûr muhiplik çok önceden aklıma takılmıştı.
Son söz yerine
Nuray Mert söz vermesine rağmen sorularımı yanıtsız bıraksa da, bayan vijdan "Cevap vermiyorum" diyerek canhıraş cevap yetiştirmeye çabalayıp ’küçüklüğünü’ ikrar etse de zararı yok. Zira geçirdikleri değişimin fikrî bir aydınlanmadan kaynaklanmadığına işaret etmek bağlamında maksat hasıl olmuştur. Mevzubahis iki yazarın son yıllardaki duruşlarını çoklu değişkenli bir formüle benzetirsek, bu formülün tek bir sabiti var: Ak Parti karşıtlığı. Sorularımı, ’bildikleri yer’den, kendi arşivlerinden yola çıkarak sormama rağmen cevap alamayışımın sebebi de bu zaten. Keşke kronik Ak Parti karşıtlığından daha derin bir fikrî dönüşüm söz konusu olsaydı da tartışabilseydik.